Her Öğretmenler Günü'nde, çocukluğuma gider, hocalarımı, öğretmenlerimi hatırlamaya, öğrencilik günlerimi gözümün önüne getirmeye çalışırım.

Her Öğretmenler Günü'nde, Hz. Ali'nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” Aristo'nun “Eğer, Tanrı yere inseydi, öğretmen olurdu”  Hz. Peygamberin “Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da bunları seven biri ol, beşincisi olma yoksa helâk olursun” sözleri kulaklarımda çınlar.

Her Öğretmenler Günü'nde Kur'an'da Zümer Suresi'nde geçen “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayetini hatırlarım.

Çocukluğumda elimize Ali Haydar Elifbâsını alıp Bozkır Kovanlık'lı Abdullah Yaman hocamızın bahçesine gidişlerimizi, Ayas'lı Hatıp Dede'de “Ferğab”lı Kur'an öğrenme yarışlarımızı, hocalarımızın elindeki, dövmek için değil de uyarmak için taşıdıkları uzun mu uzun sopaları, hoşgörüyü, sevgiyi! Hep birlikte yaşadığımız güzellikleri hiç unutmam.

Rahmetlik Ahmet dedem de ilk hocamız gibiydi. O'nun kerpiçten yapılmış evinin salonunda (mabeyn) özellikle uzun kış gecelerinde amcalar, yengeler, halalar, yer minderlerinde dedemizin etrafında sıralanır, dizlerimizin üstünde, ya da bağdaş kurarak oturur, mangalda demlenen çay eşliğinde, dedemizin okuduğu Ahmediye, Muhammediye, Hz. Ali Cenkleri, Kara Davut, Siretin- Nebî gibi eserleri coşkuyla dinlerdik.

Misafire hizmet etmeyi, ikrâmda bulunmayı, edebi, paylaşmayı böyle zamanlarda öğrenir, Allah ve Peygamber sevgisini bu ortamlarda kazanırdık. Ajanstan ajansa açılan kocaman bir radyodan başka bir iletişim aracı da olmayınca, dedemizin güzel sesiyle makamlı bir şekilde okuduğu eserlere zevkle kulak verirdik.

Sonra büyüdük. Büyüdükçe önce 27 Mayıs İlkokulu (şimdi Yunus Emre), sonra Fatih Kur'an Kursu, daha sonra da Konya İmam Hatip Orta Okulu ve Lisesi'yle tanışıp, eğitim ve öğretimimizi sürdürmeye devam ettik.

Eğitim ve öğretim süresince yeni yeni öğretmenlerle karşılaştık. İlkokul öğretmenim Bozkır Dere'den Mustafa Çınar, iyi bir öğretmendi. Ama İvriz Köy Enstitüsü mezunu olduğu için, bizleri o okula yönlendirmeye çalışırdı.

“İmam Hatip'e gitme aç kalırsın, İmam Hatip'e gidip ölü mü yıkayacaksın?” diyerek ikna etmek isterdi. O, öyle dese de, O'nu dinlemeyip, önce Fatih Kur'an Kursu'na, bir yıl sonra da Konya İmam Hatip Lisesi'ne gitmeye başladık.

İlkokul öğretmenimiz Mustafa Çınar, ağaçtan kestiği çubukla, Kur'an kursu hocalarımız rahmetli Mustafa Çukurkavak, Fahrettin Hocalar da kızarak ya da tokatlayarak bizi adam etmeye çalışırlardı.

Hele Uluırmak'ta başladığım İmam Hatip Lisesi'nin ilk yılında, bir bayrak töreni sonrası, suçumun ne olduğunu bilmeden ki hâlâ bilmiyorum, Abdurrahman Poçan isimli öğretmenden yediğim dayağı hiç unutamam. Beni bir boksörün kum torbasını yumrukladığı gibi yumruklayarak, yoruluncaya kadar dövmüştü. Ama niye dövdüğünü hiç söylememişti.

Daha on, on bir yaşlarında bir çocuktum. Dayak, o yılların en güzel terbiye araçlarından biriydi ve ne hikmetse, bizi dövenler, her zaman “Hocanın vurduğu yerden gül biter” sözünün arkasına sığınırlar, ”Dayak Cennet'ten çıkmadır” derlerdi.

Sonra Taşkentli Ali Kaya isimli Türkçe öğretmenimizi, o yıllarda hiç unutmam. Bize okumayı, düşünmeyi ve sorgulamayı O öğretmişti. Hatta karneme zayıf getirmediğim için bana Tolstoy'un “Diriliş” kitabını hediye etmişti.

İmam Hatip yılları art arda devam ederken, Merkez Bina'ya taşındık. Her sınıf aşamasında yeni hocalarımız oldu. Meslek Dersleri hocalarımız genellikle iyi insan, iyi Müslüman olmamızı istemelerine rağmen, sert ve kaba davranırlar, hoşgörüden uzak tavırlar içinde bizi yetiştirmeye çalışırlardı. Kültür Dersleri hocalarımız, Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Felsefe, Psikoloji, Tarih ve Coğrafya hocalarımız ise, bizlerle bir arkadaş gibiydiler.

Özellikle, İsmet Demir, Yusuf Vanlılar, Orhan Sert, Ali Gümrah, Umur Erdem, Handan Çavuşoğlu, rahmetli Mualla Akalp, Zehra Erol, Tahsin Nart, Nevzat Arabacı, Ata Çınar gibi hocalarımız, öğrenciler tarafından çok sevilirlerdi.

Hele rahmetli, “Herodot” lakaplı “Pamuk Dede”miz, okul müdürümüz Rıfkı Baydur hocamız, tam manâsıyla efendi, örnek bir insandı.

Rıfkı Baydur'dan sonra okul müdürü olan Bayram Başpınar yaptığı azarlayıcı, paylayıcı konuşmalar sebebiyle “Buldozer Müdür” olarak meşhur olmuştu.

Diğer Meslek hocalarımız Abdurrahman İzmirli, Hacı Ali Kap, Abdulkadir Hacıismailoğlu, M. Emin Atasagun, Ahmet Kurhan, Süleyman Korkmaz, Halit Barkale, rahmetli Bekir Doğanay da sevilen hocalar arasındaydı.

Yine rahmetli Mustafa Akdedeoğulları, Hasan Akdağ, İsmail Hakkı Uca, Şükrü Özbuğday, Mustafa Toklu, Mustafa Öztoklu, Ali Bilal, Muammer Erdem gibi pek çok hocamız bizler için ömürlerini feda edip, bizleri yetiştirmek için, bir mum gibi erimişlerdi. Allah hepsinden razı olsun.

Biz hocalarımızın dünyalık bir sıkıntısı var mı yok mu hiç bilmezdik. Kimisi coşkulu, kimisi idealist, kimisi yorgun, kimisi dersi hatıralarını anlatarak geçirir, kimisi mütevâzi bir derviş gibi, kimisi havalı, kimisi bağırgan, kimisi buyurgan, kimisi şakacı ve gırgır ama her biri farklı özelliklere sahip değerli insanlardı.

Sonra İlahiyat Fakültesi yılları ve burada birbirinden kıymetli pek çok ilim adamı, pek çok hocamız bizi hayata hazırladılar.

Ve Allah, onların “İnşallah siz de öğretmen olur, öğretmenlik nasılmış görürsünüz” dualarını kabul etti ki biz de pek çok arkadaşla birlikte mezun olup, yurt sathına dağıldık. Önce kara tahtanın başına, sonra da akıllı tahtaların yanına geçip yıllarca öğretmenlik yaptık ve bazılarımız hâlâ yapıyorlar.

Kim bilir bizleri de öğrencilerimiz farklı farklı ortamlarda ya iyiliklerimizle, ya da yaptığımız hatalarımızla anıyorlardır.

Beşikten mezara kadar okumanın devam ettiği bir hayatta Allah için öğrenen ve öğretenlere, gerçek öğretmenlere ve muallimlere ne mutlu!

Bütün öğretmenlerin Öğretmenler Günü'nü kutluyor, ahirete göç edenlere Allah'tan rahmet, sağ olup kalanlara ise sağlık, huzur ve bereketli bir ömür diliyorum.

GÜNÜN SÖZÜ

 

YERYÜZÜNÜN ÖĞRETMENİ OLABİLMEK İÇİN, GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLMAK LAZIM!

Aliya İzzetbegoviç

 

KAMİL BİRCAN 25.11.2014