"Nihai hedefe yönelik eylemlerin sonuncusu: 15 Temmuz"

Örgütle ilgili hazırlanan iddianamede, "FETÖ / PDY (Paralel Devlet Yapılanması) benimsemiş olduğu yöntem gereği insanların hayır yapma, yardım etme gibi dini duygularını kullanan, esasen tamamen siyasi kaygılarla ve hatta başka ülkelerin menfaatleri doğrultusunda, sözde 'hizmet hareketi' maskesi altında faaliyet gösteren bir suç örgütüdür. Örgüte yönelik tüm çalışmalar birlikte değerlendirildiğinde, kendisini farklı şekilde adlandıran bu yapının, aslında bir terör yapılanması olduğu açıkça anlaşılmış ve FETÖ / PDY ismiyle anılmaya başlanmıştır." değerlendirmesi yapıldı.

Eski ve yeni yapılan soruşturmalar, kabul edilen iddianameler ve açık kaynak tespitlerinin, FETÖ / PDY'nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde, devlete paralel bir yapı oluşturmayı amaçladığını, bunu da kısmen başardığını gösterdiği kaydedilen iddianamede, şu ifadeler kullanıldı:

"FETÖ / PDY'nin son dönemlerdeki faaliyetleri incelendiğinde, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmek olan nihai hedefine ulaşabilecek gücü elde ettiğine inandığı, bu öz güvenle nihai hedefe ulaşmaya yönelik eylemlerini arttırdığı, nihai hedefe ulaşmak için başlatılan son sürecin, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askeri Casusluk, Tahşiye, Selam Tevhid, MİT, MİT tırları  gibi sahte, hukuka aykırı delillere dayanan kurgu soruşturmalarla başlatıldığı, devletin kurumlarına sızan ve hiçbir hukuki, insani ve ahlaki kaygısı bulunmayan militanlar aracılığıyla gerçekleştirilen bu eylemlere 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması ve 17 -25 Aralık operasyonları ile hız verildiği, örgütün önemli finans yapı taşlarından birisi olan dershanelerin kapatılması kararının alınması, örgüte yönelik soruşturmaların başlatılması, örgütün özellikle TSK içerisindeki yapılanmasının gün yüzüne çıkması üzerine örgüt lideri ve mensuplarının paniğe kapıldığı, birkaç başarısız denemeden sonra tasfiye edileceği kaygısına kapılan suç örgütünün son bir atakta bulunarak 15 Temmuz 2016 tarihli darbe kalkışmasını hayata geçirdiği görülmektedir."

1980 de Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmasına rağmen altı yıl boyunca bu emrin infaz edilmediği ve şüphelinin askeri mekanlar dahil olmak üzere her yerde serbestçe dolaştığına da değinilen iddianamede, altı yıl sonra yakalanan Gülen'in aynı gün bazı bürokratların devreye girmesi üzerine serbest bırakıldığı bilgisi verildi.

"Siyasi yönden cemaatin oy potansiyeli fazla olduğuna inanıldığı için siyasiler kendisini (Fetullah Gülen) muhatap almış ve bunu fırsat bilerek siyaset alanına zaman zaman yön verip etkili olmuştur." denilen iddianamede, Gülen'in siyasetle ilişkisi hakkında örneklere de yer verildi.

"Dönemin Refahyol hükümetinde Başbakan Necmettin Erbakan ve kabinesine 'Beceremediniz, artık bırakıp gidin' çağrısı yaparak haddini aşan Gülen'in siyasete sözde ılımlı şekilde müdahil olduğu" aktarılan iddianamede, Gülen'in 28 Şubat döneminde paniğe kapıldığı, uzun süre kaldığı ABD'de hükümet ve CIA yetkilileri ile görüştüğü, 21 Mart 1999'da sağlık problemlerini bahane ederek gittiği ABD'den bir daha geri dönmediği, halen de 1857 Mount Eaton Rd. Pensilvania Saylandrsburg adresinde yaşadığı ve örgütünü bu ülkeden komuta etmeyi sürdürdüğü aktarıldı.

Cemaatin korkunç bir deve dönüşmesi ve terörizme yönelen üçüncü aşamasının, 28 Şubat 1997 postmodem darbe vakasından sonraki süreç olduğu bilgisi verilen iddianamede, "Bu evrede Fetullah Gülen yurt dışına kaçmış, cemaatin söylemi değişmiş, evrensel, küresel ifadeler kullanılmaya başlanmıştır. ABD'ye giden Gülen, Türkiye'deki milliyetçi, devletçi retorik yerine, dinler arası diyalog, vatan kavramı yerine birtakım dini sembollerle ifade edilen seyyar vatan ve insan haklan kavramı etrafında küreselleşme konseptine uygun yeni bir söylem geliştirmiştir. ABD merkezli çeşitli lobiler ve neoconların hassasiyetini dikkate alan bir 'İslam' arayışına girmiştir. Türkiye'de ise cemaat, kamu kurumlarında kitlesel kadrolaşmasını tamamlamış, birer birer devlet kuruluşları, idareleri ve stratejik kurumları ele geçirip haricen yönetmeye başlamıştır." ifadesi kullanıldı.

"FETÖ'ye üyelik için dindar veya inançlı olmak şartı aranmadığı gibi Müslüman olmak da gerekli değildir." denilen iddianamede, şunlar kaydedildi:

"Bu örgüte göre eğer kişi himmetini veriyorsa işlediği suçun veya günahın bir önemi yoktur. Meşru olmayan yollardan elde edilen kazançtan örgüte istenen pay verilmişse, işlenen günahın, suçun üzeri örgüt tarafından organize olarak örtülmektedir. Sonuç itibarıyla Fetullah Gülen'in öğrenilmesini istemediği ve açıkça dile getirmek yerine gerçeğin bütününü parçalara ayırıp dolaylı olarak ifade ettiği hayalindeki ideal siyasi düzen; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarının, yasama, yürütme, yargı erklerini ele geçirmek ve bu süreç tamamlandıktan sonra devleti, toplumu ve fertleri FETÖ'nün ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik (aristokratik) özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmektir."

Konuyu  Başlığa uygun olarak Toparlayacak Olursak;

27 Mayıs 1960 askeri darbesi döneminde Fethullah Gülen 19 yaşındadır. O günlerde Üç şerefeli Cami’de ikinci imam ve vaizlik” görevinde bulunuyordu. Kendisi 27 Mayıs darbesinden hiç haz etmediğini söyler. Fetullah Gülenin 60 darbesinde oynadığı rol ile ilgili kesin bilgiler mevcut değildir.

12 Mart 1971’de Fethullah Gülen’in pratik çabası devam eder. Fethullah Gülen 12 Mart 1971 muhtırasının ardından 2 Mayıs 1971’de tutuklanır. Tepecik, Bademli, Şirinyer’de 6 ay hapis yatsa da tahliye edilir. Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri’nin gönüllü bir aktivisti olduğu için devletin hanesinde kendisine yer edinir. Tahliye sonrası Edremit’e gider. Herkese siyasal örgütlenme, toplantı ve gösteri yasakken Fethullah Gülen, düğün salonlarında devlet yanlısı propaganda faaliyetlerini sürdürür. Devletin gözüne girmek için çabalarını arttırır. 71 muhtırası ile ilgili daha sonraları “12 Mart darbe değildir” diyecektir.

12 Eylül 1980’e gelindiğinde ise Kenan Evren darbesinin yürütmek istediği devletin kudretli bir savunucusudur. Zaten o dönemin Sızıntı dergisinde asker ve darbe şakşakçılığı yapan yazıları hâlâ dolaşımdadır. Yazılarında askerlere güzellemeler yapıyor, darbenin ne kadar gerekli olduğunu “Ve şimdi bin bir ümit ve sevinç içinde asırlık bekleyişe Mehmetçik Hızır gibi yetişti” cümleleri ile hararetle savunuyor ve Kenan Evren’in darbesini yapan “Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyordu.  Burada selam durduğu vatan için canını veren Mehmetçik değil cuntacı Kenan Evren ve şürekasıdır.

27 Şubat 1997 askeri darbe döneminde, o dönemin gazete ve televizyon arşivlerine girilip bakıldığında MGK’yi, MKG’nin aldığı kararları nasıl savunduğu ortaya çıkıyor. Hatta Milli Görüş geleneğine tarihsel düşmanlığını da gösteren demeçlerle REFAH YOL hükümetinin hemen istifa etmesini öneriyor. O dönem Gazeteci Yalçın Doğan’a, Mim Kemal Öke’ye söyledikleri sözler çok çarpıcı. Çünkü açık açık askeri vesayeti ve darbeyi savunuyor.  O dönemde “Türk milleti asker bir millettir. Kim ne derse desin asker millet, askerini sever, bağrına basar ve o asker ocağına peygamber ocağı nazarıyla bakar. Kimsenin hiç endişesi olmasın” demektedir. Bu sözler de yine bizim Mehmetçiğimiz için değil, 28 Şubatçı cuntacılar için söylenmiş sözlerdir.

28 Şubatçıların yargılanma kararı için Fethullah Gülen’in, “Yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkân olsa, ben onların hepsine serbestsiniz derim” şeklindeki sözleri de oldukça çarpıcı.

Bugün geriye dönülüp bakıldığında, darbenin gizli müttefiklerinden birinin Gülen Cemaati olduğu daha iyi anlaşılıyor. Fethullah Gülen’in millet iradesine karşı darbelere desteği ise eskilere yani MİT ve CİA ile olan bağlarına dayanıyor...

28 Şubat sürecinde Gülen’in ziyaret ve ziyaretçileri dikkat çekiyordu.

Örneğin sadece 1998’in 31 Ocak’ında ‘32’nci Gün’ programında Fetullah Gülen ele alındı. Hayatı, fikirleri, yaptıkları Show TV’de gösterildi... 22 Ocak’ta Alarko Holding’in iftarına katıldı... 23 Ocak’ta Papa II. Jean Paul, Ramazan bayramı nedeniyle Gülen’e bir kutlama mesajı gönderdi... 4 Şubat’ta Vatikan’a gitmeden önce Başbakan Ecevit ile görüştü... 9 Şubat’ta Vatikan’da ‘Dinlerarası diyalog’ adına Papa II. John Paul ile 30 dakika görüştü... 19 Şubat’ta Ortadoğu Barışı İçin Kiliseler Birliği’nden gelen üç kişilik heyetle görüştü... 25 Şubat’ta İsrail’den Sefarat Hahambaşı Eliyahu Bakhsi Doron ile görüştü... 7 Mart’ta semavi dinlerin önde gelenleriyle Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bir araya geldi... 9 Mart’ta Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı’ndan gelen bir heyetle buluştu. Bu heyet Ankara’da Başbakan Mesut Yılmaz, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir, Meclis Başkanı Hikmet Çetin ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile de görüşmüştü...

BEN REDDEDİNCE GÜLEN’E GİTTİLER

Nur Cemaatinin önde gelenlerinden Yeni Asya’nın sahibi, Mehmet Kutlular devletin Fethullah Gülen ve hareketini kullandığını Ruşen Çakır’a şöyle ifade ediyordu: “Derin Devlet denen şeye dayanıyor bunun ucu. 1980’den sonra devletin politikası değişti. Görevlendirilen insanlar cemaatlerin ileri gelenleriyle temas kurdular. Cemaate (Gülencilere) daha ziyade istihbarattan olanlar gitti. Bana da geldiler; ‘Yurtdışında Milli Görüş ve Süleymancılar’a karşı birlikte çalışalım’ dediler, ama ben reddettim. Ben reddedince Gülen’e gittiler.”

ABD ve CIA ile birlikte planlanan 15 Temmuz girişimi darbenin ötesinde bir şeydir. Önce büyük bir katliam hareketine başlanarak Suriye’de olduğu gibi iç savaş çıkartılacak, sonra da bu bahane ile dış güçlerin, İslâm’ın son kalesi olan Türkiye’mizi işgal etmelerinin yolu açılacaktı. Allah korudu, uçurumun kenarından döndük.

Allah bu millete bir daha kötü günler göstermesin.

Bu bilgilerden sonra, bu yazı dizisinde değindiğim Urfa ve Mardin’de yapılan “Dinler Arsı Diyalog” faaliyetinden sonra kaleme aldığım ve gazete köşemde yayınladığım, bu sebeple de tehditler aldığım yazımı paylaşmak istiyorum.

Tevhid İnancı ile Teslis İnancı Arasında Nasıl Diyalog Olur?

Son yıllarda ortaya atılan, özellikle ve ısrarla sürdürülerek belli bir amaca hizmet etmeye yönelik olmak üzere faaliyet içinde olan, dinler arası diyalog toplantıları devam ettiriliyor.

Bu toplantılarda üç dinin yani İslâm, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin temsilcileri bir araya gelerek, bu üç din arasında diyalog kurma yani üç din arasında ortak bir nokta bulma, uyum sağlama veya anlaşma yolunda çalışma içinde bulunmaktadırlar. Bu çalışma ile, üç dinin kural, kaide ve prensipleri birbirine yaklaştırılacakmış.

Herkesçe malum özel bir derneğin öncülüğünde yürütülen bu çalışmalarda her yıl yeni bir skandal yaşanmakta ve İslâm dininin vazgeçilmez prensiplerinden tavizler verilerek, İslâm, diğer batıl dinlerle aynı kategori içinde değerlendirilmektedir. 

Geçtiğimiz yıllarda yapılan toplantıların birinde, bu üç dinin temsilcileri beraberce ve kol kola sırat köprüsünden geçerek cennete girmişler tasviri yapılmıştı. 

Bu yıl yapılan toplantıda da, ezan okunmuş ancak ezanın, ‘şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın resulüdür’ anlamına gelen “Eşhedüenne Muhammeden Resulullah”   kısmı okunmamıştır.  

Bu toplantılarda; İslâm’ı yozlaştırma, değiştirme ve bozma adına ne gerekiyorsa yapılmakta ve adeta üç dinin kuralları bir araya getirilerek yeni bir din ortaya atılma faaliyeti inşa edilmektedir.

Bazı kesimlere şirin görünme uğruna, İslâm dininin hiçbir kural ve kaidesi değiştirilemez. Zira bu dinin kural ve kaidelerini bizzat Allah koymuş ve “İnneddine İndallahil İslâm” yani “Allah indinde geçerli olan tek din ancak İslâm’dır” buyurmuştur.

Bu değiştirilemez kaide ortada iken, diğer batıl dinlerle İslâm dinini bir araya getirme, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinine mensup olanların da cennete gireceği fikrini ortaya atarak insanların kafasını bulandırma çabaları nedendir?

Hz. Musa zamanında Tevrat’a inananlar ile Hz. İsa zamanında İncil’e inananlar ve bu Peygamberlere iman edenler elbette cennete gireceklerdir. Ancak şu anda o kitaplar bozulmuş ve asılları yok olmuş durumda iken ve Allah’ın son kitabı Kur’an bütün asliyeti ile ortada iken, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinine mensup olanların cennete gireceği fikri bir deli saçmasından ibarettir.

Madem bütün dinlere mensup olanlar cennete girecektir o halde, İslâm’ın son din, Kur’an’ın son kitap ve Hz. Muhammed’in de son Peygamber olduğunun ne özelliği kalır ki? Hz. Allah, Kur’an’ı niçin indirmiş, Hz. Muhammed’i niçin göndermiştir?

İslâm gelince, ondan önceki diğer bütün dinlerin hükmü ortadan kaldırılmıştır. “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim” buyuran Allah’ın kelamı taptaze olarak ortada iken bu diyalog ve dinleri bir araya getirme çalışmaları neyin nesidir Allah aşkına? 

Ayrıca, İslâm dininde tevhid yani tek Allah inancı mevcuttur. Diğer batıl dinlerde ise teslis yani çok Allah inancı mevcuttur.

Hıristiyanlıkta; Baba, Oğul ve Rûhu'l-Kudüs olmak üzere üç tanrı inancı hüküm sürmektedir. Hıristiyanlarca Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu olarak inanıldığı, Yahudilerce de Uzeyr’e Allah’ın oğlu olarak inanıldığı bizzat Kur’an Ayetleri ile sabittir. Bu inanca göre, Allah’ın oğulları da  -haşa-  Allah olacağından Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinde çok Allah inancının mevcudiyeti tartışılmaz bir gerçektir.

Öyle ise tevhid dini olan İslâmiyet ile teslis dini olan diğer batıl dinler nasıl bir araya gelecek ve bu dinler arasında nasıl bir diyalog gerçekleşecektir? 

Altında İslâm’ın temel değerlerini değiştirme, törpüleme ve sonunda da bozma gayretlerinin yürütüldüğü diyalog çalışmalarına, Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’de anlamlı bir cevap vermiştir.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, dinler arası diyalog çalışması içinde olanların suratına adeta bir tokat gibi vurduğu açıklaması şöyledir:

“Dinler arası diyalog olmaz, din adamları arasında diyalog olur. Yani iki farklı dinden din adamı oturup örneğin çevre ile ilgili, savaşlarla ilgili bir konuyu görüşebilir, bu diyalogdur. Ancak dinler arası diyalog olmaz. Dinler birbirine dönüştürülmez.”

Din olarak İslâm ve Kitap olarak da Kur’an bize yeter. Bunun dışında ki bütün arayışlar, diyalog çabaları ve ortak bir din çırpınışları hâinâne bir gayrettir. İnsanların kafalarını bulandırmaktan vazgeçilmelidir. (Devam edecek)