Prof. Dr. Ahmet Sevgi birkaç yıl önceki söyleşimizden sonra üç yeni eser kaleme aldı ki bunlar üzerine konuşmasak olmazdı. Zaman zaman gündeme sokulan “dinde reform” söylemlerine karşı durup, dinde değil, din anlayışında reform yapılmasını savunan Sevgi, bu konuyu “Din Anlayışında Reform” adlı kitabında etraflıca anlatıyor. “Beyitler Arasında” adlı eserinde ise “Elimde imkân olsa okullara atasözü ve deyimler dersi koydururdum” diyor ki bu ifade bile başlı başına bir sohbet konusudur. “Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine Makaleler” de ise İslâmiyet’i seçtikten sonra Türk edebiyatındaki değişim ve dönüşümü anlatan Ahmet Hoca sorularımıza içten cevaplar verdi. Buyurun:

8 2-11

Hocam, ülkemizde zaman zaman “dinde reform” diye bir söylem ortaya atılır ve bir zaman gündemi meşgul eder. Siz “Din Anlayışında Reform” adlı kitabınızda bu konuyu enine boyuna ele alıp dinde reform olamayacağını ama bugün din anlayışında reform yapılması gerektiğini yazdınız. Dini reforme etmek insanın haddi değildir, bu tespitiniz çok yerinde. Peki din anlayışımızda ne gibi arızalı durumlar var da bunların reforme edilmesini önerdiniz?

Sorunuzun özünü teşkil eden “Din Anlayışında Reform” adlı kitabımızda yer alan 41 ayrı makale var. Bu, en az 41 konuda din anlayışımızı gözden geçirmemiz gerektiğini gösterir. Bunları tek tek ele alacak olursak söz konusu kitabı buraya aktarmamız gerekir. Dolayısıyla, ben bu sorunuza genel anlamda yanlış yahut eksik din anlayışımızı birkaç cümle ile özetleyerek cevap vermek istiyorum:

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki din “İBÂDÂT” ve “MUÂMELÂT”tan oluşur. İbâdât, Allah ile kul arasındaki ilişkileri, muâmelât ise insanlar arası münasebetleri düzenler. Bize dinin toplumu ilgilendiren kısmı (muâmelât) maalesef yeteri kadar anlatılmamış. Bize anlatılan dinde ibadetler öne çıkıyor. Söz gelimi “namaz” ibadeti üzerinde -haklı olarak- ısrarla durulur. Ancak namazın gayesinin insanları kötülüklerden alıkoymak olduğu pek anlatılmaz. Hem namaz kılıyor, hem de kötülük yapıyorsan, kul hakkı yiyorsan, yalan söylüyorsan bu kıldığın namaz gerçek anlamda namaz olmaz diyen âlimlerimiz ne yazık ki pek yok. Yunus Emre’nin:

“Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil,

Yetmiş iki millet dahı elin yüzin yumuz değil”

beytinde dile getirilen namaz anlayışını topluma hâkim kılamamışız. Aynı şekilde; “Kaderde ne varsa o olur.”, “Kaderde yazılan başa gelir.” “Alın yazısı değişmez.”, “Tedbir takdiri bozmaz.” vb. anlayışlar da ıslaha muhtaçtır.

Adı geçen kitabımız okunduğunda görüleceği üzere, biz özellikle dinin muâmelât kısmının yeteri kadar anlaşılmadığı/anlatılmadığı, “ibâdât” kısmında da “şekil”in öne çıktığı, “ruh”un ihmâl edildiği kanaatindeyiz.

Aynı kitapta tasavvuf anlayışını sorguladığınız bir yazınız var ve tasavvuf anlayışında reform öneriyorsunuz. Toplumun tasavvuf anlayışındaki yanlışlıklar nelerdir?

Aslında tasavvuf “güzel ahlâk ve edep”ten ibarettir. Ancak bu yol, bu güzel anlayış zamanla -eskilerin tabiriyle- “tağyîrü’ş-şekl li-ecli’l-ekl” haline geldi. Yani yiyip içme, şöhret olma, mürit devşirmek için şekil değiştirme, kılıktan kılığa girme yarışına dönüştü. Hakikî aşk, mecazî aşk, aşk şarabı, meşk şarabı derken işin sonu Mehmet Akif’in ifadesiyle “Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı” noktasına getirildi ki bizce bu anlayışı tekrar aslına döndürme yani güzel ahlâk ve edep çizgisine çekme zarureti hâsıl olmuştur. Söz konusu makalemizde bu gerçeği dile getirmeye çalıştık.

Yine aynı kitapta klasikleşmiş namaz sûreleri yerine, namazda okunmak üzere Kur’ân’dan, başka ayetler öneriyorsunuz. Bunun sebebini anlatır mısınız?

Sadece bizde değil, bütün İslâm ülkelerinde -bunlara Arap ülkeleri de dâhil- halk namaz kılarken genellikle “namaz sûreleri” dediğimiz Kur’ân-ı Kerim’in son on sûresini (Fîl, Kureyş, Mâûn, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, İhlâs, Felak ve Nâs) okumaktadır. Müslümanlar -yanlış bir anlayışla- namazı salt ibadet için kıldıklarından dolayı namazda okuduklarını anlama gibi bir çabaları olmamıştır. Bu sebepledir ki başlangıçtan beri kolaylarına geldiği yahut pratik buldukları için namazda Müslümanların “namaz sûreleri”ni okumaları gelenek haline gelmiştir. Oysa namazın iyiliğe sevk ve kötülükten menedebilmesi, namaz kılanın öncelikle okuduğunu anlamasına bağlıdır. Binaenaleyh “namaz sûreleri” yerine; Kur’ân’dan hak-hukuk, adalet, dürüstlük, israf, ahlâk, ana-baba hakkı gibi sosyal hayatı doğrudan ilgilendiren âyetler seçilip -anlamları da öğrenilmek şartıyla- günde beş vakit namazda okunsa ve bu gerçekler hatırlanarak namaz kılınsa eminim namazın gayesi (iyiliğe sevk ve kötülükten menetme) gerçekleşecek ve topluma dürüstlük hâkim olacaktır.

Biz adı geçen kitabımızda bu mülahazalar doğrultusunda, Kur’ân-ı Kerim’den hak, hukuk, adalet, ahlâk, dürüstlük ve emsali konuların öne çıktığı 10 âyet seçtik ve söz konusu âyetleri yer aldıkları sûrelere göre “namaz sûreleri” gibi yukarıdan aşağıya doğru -mealleriyle birlikte- sıraladık ve klasik namaz sûreleri yerine bunların okunmasını teklif ettik.

8 3-12

Mesela, günde en az beş defa şu âyeti namazda okuyan ve mânâsı üzerinde düşünen bir kişi adaletsizlik yapabilir mi?

“Yâ eyyühâllezîne âmenû kûnû kavvâmîne bi'l-kıstı şühedâe li'llâhi velev alâ-enfüsiküm evi'l-vâlideyni ve'l-akrabîn. İn-yekün ganiyyen ev fakîran fa'llâhü evlâ bihimâ felâ-tettebiû'l-hevâ en-ta‘dilû ve in-telvû ev-tu‘rizû fe-inna'llâhe kâne bimâ-ta‘melûne habîrâ.” (Nisa sûresi [4], âyet: 135)

(Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah onları korumada [sizden] daha öndedir. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer dilinizi [şahitlik ederken] büker veya yüz çevirirseniz [bilmiş olun ki] Allah yaptıklarınızdan haberdardır.)

Konya çok güzel bir şehir Konya çok güzel bir şehir

Yani biz diyoruz ki Müslümanlar namazlarında daha çok sosyal konulu âyetler okusunlar, okuduklarını anlasınlar ve anladıklarını da uygulasınlar. Tabii ki bunlar bugünden yarına olacak şeyler değil. Öncelikle din eğitimi anlayışında reform yapmamız gerekiyor.

8 4-12

Toplum “Sakız gevmek orucu bozar mı?”türünde sorulara çok alıştırıldı. Oruca dair reforme etmemiz gereken yanlış âdetimiz, geleneğimiz var mı?

Bu sorunuza yakınlarda yazdığım bir beyitle cevap vermek istiyorum:

“Sanma ki oruç, sade imsaktan iftara kadar aç durmaktır,

Oruç, bütün nefsânî ve bedenî isteklere gem vurmaktır.”

Demek ki oruç sadece imsaktan iftara kadar yiyip içmeden kesilme değildir. Herhangi bir canlıyı sabahleyin boş bir araziye bağlasanız ve yiyip içecek bir şey vermeseniz o da aç susuz bekler. Yani oruç tutuyorsak bunun nefsimizde bir tezahürü (belirtisi) olmalıdır. Hem oruç tutuyor, hem de kötü söz söylüyor, ona buna sataşıyor ve kalp kırıyorsak, hele hele trafikte daha da canavarlaşıyorsak tuttuğumuz orucun Allah katında bir değeri yoktur. Akşama kadar boşuna aç susuz beklemiş oluruz. Dolayısıyla oruç tutuyorsak bütün nefsanî ve bedenî arzularımıza gem vurmamız gerekir. Aksi halde “oruç”tan bizim için geriye sadece “açlık” kalır.

 8 5-10

Hikmetli beyitlerle bezenmiş olan “Beyitler Arasında” adlı eserinizde, “Elimde imkân olsa okullara atasözü ve deyimler dersi koydururdum” diyorsunuz. Sizi bu görüşe sevk eden nedir?

Bilindiği üzere atasözleri bize yüzyılların tecrübe imbiğinden geçmiş hakikatleri öğretir. Bizi hayata hazırlar. Bir bakıma atasözleri bir “hakikatler hazinesi”dir. Ortada böyle hazır bir hazine varken faydalanmamak bizim için hem zaman kaybıdır hem de büyük bir eksikliktir. Diğer bir ifade ile atasözlerimizden haberdar olmamak her bir ferdimiz için ayrı ayrı Amerika’yı tekrar keşfe çıkmak anlamına gelir.

Öğrendiğimiz hakikatleri daha net ve daha etkili anlamamız ve anlatmamızı sağladığı için deyimler de çok önemlidir. Bu sebepledir ki okullarda atasözü ve deyimler dersi olmasını arzu ediyorum.

 8 6-6

Aynı kitabınızda “Erimiş demiri elle yoğurmak” ifadesi yer alıyor. Bu tabiri biraz açar mısınız?

Şeyh Sâdî’nin “Gülistan” adlı eserinde şöyle bir hikâye anlatılır:

İki kardeş vardır, biri zengin diğeri fakir. Zengin olan geçimini padişaha hizmet ederek sağlamaktadır. Fakir olansa kendi alın teriyle geçinmektedir. Zengin kardeş, fakire “Eğer padişah hizmetinde çalışsaydın bu zahmetlerden kurtulur, hem de zengin olurdun” deyince fakir olan “Keşke sen de zahmete katlanıp çalışsan ve padişaha kulluk zilletinden kurtulsaydın. Büyüklerin dediği gibi, kendi alın teriyle geçinmek, padişah huzurunda altın kemer bağlanıp dikilmekten daha şereflidir” şeklinde mukabelede bulunur.

Sâdî bu küçük hikâyeyi şu beyitle özetler:

Be-dest âhen-i tefte kerden hamîr

Bih ez-dest ber-sîne pîş-i emîr.

(Kızarmış demiri el ile yoğurmak, padişah huzurunda el pençe divan durmaktan iyidir.)

Ben de Sâdî gibi düşünüyorum. Yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlu Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmez. Dolayısıyla, şunun bunun huzurunda el pençe divan durmaktansa kızarmış demiri elle yoğurmayı tercih ederim.

“Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine Makaleler” adlı kitabınızda İslâmiyet sonrası Türk edebiyatına dair önemli tespitler yapıyorsunuz. İslâmiyet sonrası edebiyatımız hakkında kısa bilgiler rica edebilir miyiz, nasıl bir dönüşüm yaşanmış?

Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra diğer birçok müesseselerini olduğu gibi edebiyatlarını da değiştirdiler. Arap ve Farslardan aldıkları “vezin”, “tür”, “konu” ve “şekil”lerle İslâmî bir dünya görüşü çerçevesinde yeniden oluşturulan bu edebiyatın en bariz vasfı şüphesiz dinî oluşudur. İslâmî Türk edebiyatının -elde bulunan- ilk yazılı kaynakları “Kutadgu Bilig” ve “Atabetü'l-hakâyık”ın şekil ve muhtevaları bunu gösteriyor.

13 ve 14. asırlarda Anadolu’da teşekkül eden Türk edebiyatında da dinî-tasavvufî unsur ağırlıktadır. Ancak Hoca Dehhânî ile başlayan ve 15. yüzyılda Şeyhî, Ahmet Paşa ve Necâtî ile gelişen bir de hüsniyat edebiyatı vardır ki boynuz kulağı geçer misali Tanzimat’a kadar aralıksız -takriben- altı yüz yıl devam etmiş ve bu uzun zaman zarfında yüzlerce edip yetişmiş, binlerce eser kaleme alınmıştır. Bugün bir şeyler yazıp çiziyorsak bunu, dünkü bu zengin mirasa borçluyuz.

 8 7-4

Aynı kitabınızda Türkçeyi dünya dili haline getiren şairlerden ve Türk dilinin hikmetli beyitlerinden bahsediyorsunuz. Okuyucularımız için bu iki konuyu özetle anlatabilir misiniz?

Her klâsik edebiyat gibi Divan edebiyatı da kâideci bir edebiyattır. Dolayısıyla, Divan şairlerine göre şiir bir mûsikîdir ve aruz vezniyle yazılır. Onlar için “güzel tasvir”, “güzeli tasvir”den önce gelir. Şairler “ne söyleyecekleri”nden ziyade “nasıl söyleyecekleri”nin peşindedirler. Yani onlara göre “üslûp”, “konu”dan daha önemlidir. Bu sebepledir ki klâsik şairlerimiz kelime seçmek (intihâb-ı kelimât), sözü tartmak (sühan-senc), az sözle çok mânâ ifade etmek (îcâz) gibi birtakım prensiplere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bizce, XIII. asır Anadolu Türkçesinin XV. yüzyılda ulaştığı güzelliğin temelinde, Divan şairlerinin bu prensipleri kuvveden fiile çıkarmış olmaları yatmaktadır.

Klâsik Türk Edebiyatı incelendiğinde önemli bir kısmını hikemî şiirin teşkil ettiği görülür. Bağdatlı Rûhî’den Ziya Paşa’ya uzanan bu hakîmâne söyleyiş, Türk edebiyatına vecîze yahut atasözü niteliği taşıyan nice güzel mısra ve beyit kazandırmıştır.

Nâbî’nin:

“Sözde darb-ı mesel îrâdına söz yok ammâ

Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel”

beytinde dile getirdiği bu hikemî şiir geleneği özellikle klasik edebiyatımızda her zaman için var olagelmiştir. “Dîvan”lar bunun canlı örnekleridir. Klasik şiirimiz bu gözle incelenebilse kim bilir ne kadar hikmetli beyitler çıkar karşımıza?.. İ. Hilmi Soykut’un, “Açıklamalarıyla XII. Asırdan XX. Asra Kadar Türk Şiirinde Tasavvuf, Hikmet ve Felsefeyle dolu UNUTULMUZ MISRALAR” adlı eserinde bu hikmetli beyitleri büyük ölçüde bir araya getirmiş olduğunu da belirtelim.

Hocam, son kitabınızda yayınlanmış yirmi üç eseriniz olduğunu söylüyorsunuz. Yazdığınız bu kitapların bir listesini buraya kaydedebilir miyiz?

Söz konusu kitaplarımı “Bilimsel Kitaplarım” ve “Denemelerim” başlığı altında şöyle sıralayabilirim:

Bilimsel Kitaplarım:

1- Latîfî’nin İki Risâlesi: Enîsü'l-füsahâ ve Evsâf-ı İbrâhîm Paşa, Konya-1986.

2- Hikâye-i Garîbe, Konya-1992. ( Saim Sakaoğlu ile)

3- Merdümî, Tuhfetü'l-İslâm, Konya-1993.

4- Latîfî, Subhatü’l-Uşşâk, Konya-1993.

5- Ali Canip Yöntem’in Yeni Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri (Mustafa Özcan’la)  Konya-1995.

6- Ali Canip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri (Mustafa Özcan’la) İstanbul-1996.

7- Prof. Dr. Erol Güngör Anısına Armağan, (Editör: Ahmet Sevgi) Konya-1998.

8- Molla Câmî’nin Erba‘în’i ve Manzûm Türkçe Tercümeleri, Konya-2000.

9- Duhânî-zâde Ali Çelebi, Mir’âtü’l-Akâid Tercümesi, Konya 2013.

10- Cezerî Kâsım Paşa, Sâfî Dîvânı (Hakan Sevindik’le) Konya 2016.

11- Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine Makaleler, Konya-2024.

Denemelerim:

1- Sevgi Gözüyle Denemeler, Konya-1999.

2- Zihniyet Değişimi, Konya-2002.

3- Türkçenin Acı Günleri, Konya-2003.

4- Beyitlerin Gölgesinde, Konya-2004.

5- Yazıyorum Öyleyse Varım, Konya-2005.

6- İman ve İsyan Şairi Mehmet Akif, Konya-2011.

7- Ötelerden 33 Kişi, Konya-2012.

8- Beyitlerin Gölgesinde (İlaveli 2. Baskı) Konya-2013.

9- Aczimin Giryesi, Konya-2013.

10- Kültür-Sanat Yazıları, Konya-2014.

11- Sosyal Meseleler, Konya 2016.

12- Yazıyorum Öyleyse Varım, (2. Baskı) Konya 2019.

13- Tiryaki Sözleri’nin Gölgesinde, Konya-2020.

14- Din Anlayışında Reform, Konya-2020

15- Türkçenin Acı Günleri, (2. Baskı) Konya-2020

16- Beyitler Arasında, Konya-2023

 8 8-1

Hocam ağzınıza ve kaleminize sağlık, çok teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim. İyi çalışmalar…

**

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ KİMDİR?

1953 yılında Mersin’in Mut kazasına bağlı Sakız Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyünde, orta tahsilini Adana’da tamamladı. Yüksek tahsilini Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde bitiren Sevgi, 1983’te Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak tayin edildi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans ve Doktora yaptı. 1988’de Yardımcı Doçent, 1994’te Doçent, 2002’de Profesör oldu. 1996-2001 yılları arasında SÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü de yapan Ahmet Sevgi’nin bugüne kadar yayınlanmış yirmi üç kitabı ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Millî ve milletlerarası kongrelerde bildiriler sunan, çeşitli ilmî dergilerde makaleler neşreden A. Sevgi, “Millî Kültür”, “Türk Kültürü”, “Türk Edebiyatı”, “Türk Yurdu”, “Kültür Dünyası”, “Yedi İklim” gibi dergilerin yanında Son Havadis, Son Çağrı, Ayyıldız, Yeni Çağ gibi gazetelerde de edebî yazılar yazdı. 16/08/2017 tarihinde emekliye ayrılan Prof. Dr. Ahmet Sevgi hâlen yazı ve kitap çalışmalarına devam etmektedir.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN