Sadece bölgeyi değil tüm dünyayı ateşe sürükleyen bir ülke var. Yanlış yazdım galiba. Zira buna ülke denmez. Bunun için en uygun isim çete örgütüdür. İsrail Çete Örgütü demek gerekiyor.

Yaklaşık bir yıldır Gazze’de katliam yapan, tam manasıyla soykırım uygulayan son günlerde Lübnan’a da saldırmaya başlayan İsrail Çete Örgütünün yaptığı vahşeti Birleşmiş Milletlerde hem de İsrail ve yandaşı olan ABD temsilcilerinin gözlerinin içine bakarak haykıran yürekli bir ses vardı.

Bugünkü yazımda o yürekli sesin haykırışını bulacaksınız. Okuyunca göreceksiniz. Bunları canilerin, katillerin, zalimlerin arkasından konuşmak çok kolay… Kendi ülkende onların arkalarından atar tutarsın ama tüm dünya ülkelerinin bulunduğu bir ortamda yüzlerine karşı haykırmak yürek ister. O yürekliliği o cesareti gösteren tek lider Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmuştur.

Birleşmiş Milletlerin işleyişine de isyan eden o yüreğin haykırışını mutlaka okuyunuz, dinleyiniz. İşte o yüreğin haykırışı:

“Uzun mücadeleler neticesinde dost ve kardeş Filistin’in Temsilcisini, üye ülkeler arasında hak ettiği yerde görmekten duyduğumuz memnuniyeti burada ifade etmek istiyorum. Atılan bu tarihi adımın, Filistin’in Birleşmiş Milletler üyeliğine giden yolda artık son dönemeç olmasını temenni ediyorum. Filistin’i tanımayan diğer devletleri de, bu çok kritik dönemde tarihin doğru tarafında yer alarak, Filistin devletini bir an evvel tanımaya davet ediyorum.

Buradaki dostlarımın çoğunun ekranlarda seyrettiği krizleri biz anbean yaşıyor ve yönetmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bugün sizlere gerilimlerin uzağında değil, tam kalbinde yer alan bir ülkenin lideri olarak sesleniyorum.

Birileri rahatsız olsa da, birileri şahsımızı yine hedef alacak olsa da, bugün burada, insanlığın ortak kürsüsünde, insanlık adına bazı gerçekleri açık açık konuşmak arzusundayım.

Bakınız… Şu an çatısı altında bulunduğumuz Birleşmiş Milletler, milyonlarca insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası barışı ve güvenliği korumak amacıyla kuruldu. Birleşmiş Milletlerin kuruluşuyla birlikte küresel istikrara, huzura ve adalete dair beklentiler yeniden yeşermiş, barış umutları yeniden filizlenmişti. Ancak üzülerek görüyoruz ki; son yıllarda Birleşmiş Milletler kuruluş misyonunu ifa etmekte yetersiz kalıyor; giderek işleviz, hantal ve atıl bir yapıya dönüşüyor.

“DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” şiarının temsil ettiği değerlere, bugünlerde daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Uluslararası barış ve güvenliğin imtiyazlı 5 ülkenin keyfine bırakılmayacak kadar önemli olduğuna şahitlik ediyoruz.

Bunun en dramatik örneği, Gazze’de 353 gündür devam eden katliamdır. 7 Ekim’den beri aralıksız süren İsrail saldırılarında 41 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti. Çoğu çocuk ve kadın 41 bin can, 41 bin insan, hem de acımasız bir şekilde hayattan kopartıldı. Yine çoğu çocuk 10 binden fazla Gazzelinin nerede olduğunu kimse bilmiyor. Aynı şekilde 100 bine yakın insan yaralandı, sakat kaldı.

Zor şartlar altında görevini yapmaya çalışan 172 gazeteci öldürüldü. Hayat kurtarmak için çalışan 500’ü aşkın sağlık görevlisi öldürüldü. Açlıkla, susuzlukla boğuşan Gazze halkının imdadına koşan insani yardım görevlileri, 210’dan fazla Birleşmiş Milletler personeli öldürüldü. Savaşta dahi dokunulmaması gereken 820 camiyi, 3 kiliseyi vurdular. Onlarca hastaneyi, yüzlerce okulu, hasta taşıyan 130’dan fazla ambulansı vurdular.

Birleşmiş Milletler kürsüsünden Birleşmiş Milletler şartını parçalayarak, bir de UTANMADAN tüm dünyaya, vicdan sahibi tüm insanlara işte buradan, bu kürsüden meydan okudular.

İsrail’in “temerküz kampına” çevirdiği hapishanelerinden sızan görüntüler, nasıl bir zulümle karşı karşıya olduğumuzu çok net biçimde gösteriyor. İsrail’in saldırıları sonucunda Gazze, dünyanın en büyük çocuk ve kadın mezarlığı haline gelmiştir. 17 binden fazla çocuk İsrail’in kurşunlarının, bombalarının hedefi oldu. HİND RECEP, sadece 6 yaşındaydı. Yakınlarıyla güvenli bir yer ararken araçları İsrail güçleri tarafından vuruldu. Dayısı, yengesi, kuzenleri herkes ölmüş, sadece o hayatta kalmıştı. Tam 12 gün boyunca çaresizce kurtarılmayı bekledi. “BENİ ALMAYA GELECEK MİSİNİZ, KORKUYORUM” diyerek bir yardım elinin 12 gün boyunca kendisine uzanmasını bekledi.

Dünyamızın geldiği seviyeye, elimizin altındaki teknolojiye rağmen; çatısı altında binlerce personel çalıştıran devasa bütçeli kuruluşlarımıza rağmen, 8 milyarlık insanlık ailesi olarak, henüz 6 yaşındaki bir kız çocuğunu, gözlerimizin önünde çırpınan yaralı bir serçeyi maalesef kurtaramadık. Bir lokma kuru ekmek, bir yudum su, bir tas çorba bulamadığı için bugüne kadar yüzlerce Gazzeli çocuk öldü, halen de ölüyor. Gazze’de sadece çocuklar değil; aynı zamanda BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ ÖLÜYOR, HAKİKAT ÖLÜYOR, batının savunduğunu iddia ettiği değerler ölüyor, insanlığın daha adil bir dünyada yaşama umutları tek tek ölüyor.

Buradan açık açık soruyorum…

EY İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ!

Gazze’dekiler, Batı Şeria’dakiler insan değil mi? Filistin’deki çocukların okuma, yaşama, sokakta oynama hakkı yok mu?

EY ULUSLARARASI BASIN KURULUŞLARI!

İsrail’in canlı yayında katlettiği, ofislerini bastığı gazeteciler, sizin meslektaşınız değil mi?

EY BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ!

Gazze soykırımının önüne geçmek; bu zulme, bu barbarlığa “dur” demek için daha neyi bekliyorsunuz? Filistin halkıyla birlikte kendi vatandaşlarının canını tehlikeye atan, siyasi ikbali için tüm bölgeyi savaşa sürükleyen katliam şebekesini durdurmak için daha neyi bekliyorsunuz?

EY İSRAİL’E KAYITSIZ ŞARTSIZ DESTEK VERENLER!

Bu katliamı seyretmenin, buna ortak olmanın utancını daha ne kadar taşıyacaksınız?

Gazze’de, Ramallah’ta, Lübnan’da çocuklar ölürken, bebekler kuvözde can verirken, maalesef, uluslararası toplum da çok kötü bir sınav vermiştir. Filistin’de yaşananlar, bakınız, çok büyük bir ahlaki çöküşün göstergesidir. Bütün dünya halklarının, ülke liderlerinin, uluslararası kuruluşların bu acı tablo üzerinde düşünmesi gerektiğine inanıyorum.

Burada bir gerçeği de açık ve net söylemek istiyorum.

İsrail yönetimi, temel insan haklarını hiçe sayarak, bir millete, bir halka karşı etnik temizlik, apaçık bir soykırım uygulamakta, topraklarını adım adım işgal etmektedir. Özgürlüğü, bağımsızlığı, en temel hakları gasp edilen Filistinliler ise, son derece haklı bir biçimde, bu işgale, bu etnik temizlik faaliyetlerine karşı “MEŞRU DİRENİŞ HAKLARINI” kullanmaktadır.

Filistin halkının topraklarını işgal edenlere karşı sergilediği haklı direniş, gayri meşru gösterilemeyecek kadar asildir, onurludur, kahramancadır. Buradan, bir kez daha, canları pahasına vatanlarını savunan Filistinli kardeşlerimi yürekten selamlıyorum.

İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırganlığının tek nedeni, bir avuç ülkenin İsrail’e olan kayıtsız-şartsız desteğidir. İsrail üzerinde etki sahibi ülkeler “tavşana kaç, tazıya tut” politikasıyla bu katliama açıkça ortak oluyor. Sahne önünde güya ateşkes için uğraşanlar; arka planda katliamlarını sürdürebilmesi için İsrail’e silah ve mühimmat göndermeye devam ediyor. Bu, tutarsızlık ve samimiyetsizliktir.

Bakınız… Mayıs ayından beri gidip gelen bir kâğıt var. HAMAS ateşkes teklifini kabul ettiğini defalarca ilan etti. Ama İsrail hükümeti işi sürekli yokuşa sürerek, sürekli bir bahane bularak, ateşkese en yakın olunduğu zamanda müzakere ettiği muhatabını kalleşçe öldürerek barışı istemeyen taraf olduğunu çok net biçimde gösterdi.

İsrail’in oyalama ve aldatma hamlelerine daha fazla prim verilmemelidir. 2735 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının uygulanmadığı bir ortamda, İsrail’e yönelik ZORLAYICI TEDBİRLER gündeme alınmalıdır. İsrail’in tutumu bir kez daha göstermiştir ki, uluslararası toplumun Filistinli sivillere yönelik bir koruma mekanizması geliştirmesi zaruridir.

Bundan 70 sene önce nasıl HİTLER, insanlığın ittifakıyla durdurulmuşsa, Netanyahu ve cinayet şebekesi de “insanlığın ittifakıyla” durdurulmalıdır. Genel Kurul’un “1950 tarihli Barış İçin Birlik Kararında” mevcut olduğu gibi KUVVET KULLANMA tavsiyesinde bulunma yetkisinin, bu süreçte mutlaka değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Acil ve kalıcı ateşkes sağlanmalı, rehine-mahkûm takası gerçekleştirilmeli, insani yardımlar engelsiz ve kesintisiz olarak Gazze’ye ulaştırılmalıdır. Bilhassa şartların iyice kötüleşeceği kış mevsiminden önce, çok zor koşullar altında hayatta kalmaya çalışan Gazze halkına yardım eli uzatmamız gerekiyor.

Bakınız şu an Gazze’deki su kaynaklarının yüzde 70’i, fırınların yüzde 75’i tahrip edildi. Sağlık merkezlerinin yüzde 95’i kısmen veya tamamen zarar gördü. 150 bin konut tamamen, 200 bin konut kısmen yıkıldı, 80 bin konut oturulamaz hale geldi. Çocuk felci, hepatit başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklar giderek artıyor. Gazze halkı, ihtiyacı olan yardım miktarının 4’te birine ancak ulaşabiliyor.

Türkiye olarak, ilk günden itibaren Filistinli kardeşlerimize yönelik insani yardım faaliyetlerimizi sürdürdük, sürdürüyoruz. 60 bin tonu aşan yardım miktarıyla Türkiye, Gazze’ye en fazla yardım gönderen ülke konumundadır. Aynı şekilde İsrail’le olan ticari işlemleri durdurarak, bu konudaki hassasiyetimizi ortaya koyduk.

Artık hepimiz şu gerçeği görebiliyoruz:

41 bin insanı katledenler, talimatı verenden tetiğini çekene, bombayı bırakana kadar işledikleri suçların hesabını vermeden vicdanlar rahata kavuşamaz. Yıkılan, yok edilen, enkaza çevrilen şehirlerde oluşan milyarlarca dolarlık hasarın faturası, faillerden mutlaka tazmin edilmelidir ve edilecektir.

İsrail’in işlediği suçların cezasız kalmaması için Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan davayı destekliyoruz. Müdahillik başvurusunda bulunduğumuz bu davada adaletin tecelli etmesi için gereken her türlü adımı atacağız.

Nablus’ta barışçıl bir protesto eylemi sırasında İsrail askerleri tarafından başından vurulan AYŞENUR EZGİ EYGİ kızımızın da kanının yerde kalmaması için her türlü hukuki mücadeleyi vereceğiz.

Gazze’de ateşkes acil ihtiyaç olsa da, asıl sorun Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal edilmesidir. 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin Devleti’nin vücut bulması önemlidir. İlk kıblemiz Mescidi Aksa’ya ve Haremi Şerif’e yönelik artan saldırıları da yakından takip ettiğimizin bilinmesini isterim.

Tüm bunları söylerken, Tayyip Erdoğan olarak, bu kürsüde hamasetin diliyle konuşmuyorum. Burada tarihimden, ecdadımın vicdanlı, adaletli duruşundan aldığım cesaretle konuşuyorum. Çünkü biz, tarih boyunca daima mazlumun yanında, zalimin ve zulmün karşısında olmuş bir milletiz. Bundan 500 yıl önce engizisyondan kaçan Musevilere de, Hitlerin toplama kamplarından kaçan Yahudilere de kucak açtık.

Bizim, ülke ve millet olarak, açık söylüyorum, İsrail halkına yönelik herhangi bir düşmanlığımız yoktur. Müslümanların sırf inançlarından dolayı hedef alınmasına nasıl karşıysak, ANTİ-SEMİTİZME de aynı şekilde karşıyız. Sorunumuz, İsrail hükümetinin katliam politikalarıyladır. Sorunumuz, tıpkı 5 asır önce olduğu gibi yine zalimle ve zulümledir. 

Şunu herkes bilsin ki, biz hakkı haykırmaktan çekinmeyiz. Birileri rahatsız olsa da doğruları söylemekten korkmayız. İnşallah sonuna kadar haklının yanında durmaya; doğru bildiklerimizi acı da olsa söylemeye devam edeceğiz. Buradan; inanç, ülke, dil, din ayrımı yapmadan Filistin halkıyla dayanışma sergileyen, hemen her hafta sokakları doldurarak Gazze’deki katliam karşısında sesini yükselten tüm yürekli insanlara, özellikle üniversiteli gençlere teşekkür ediyorum.”

Daha fazla bir şey söylemeye gerek var mı? Bu yürekli sesin sahibi Cumhurbaşkanımızı yürekten kutluyor, aynı zamanda milletimizin duygularının ve vicdanının da sesi olan bu asil yüreği tebrik ve teşekkürlerimle candan selamlıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.