Bu hafta sizlere yakın tarihimizin iftihar tablosundan bahsedeceğim.

Bu; İngiliz emperyalizmine karşı, yıkıldığı düşünülen ve hasta adam adıyla nitelenen bir milletin efsanevi bir zaferidir.
Bu, 100. sene-i devriyesine giren,

1916 Kut-ülAmmareZaferidir.

Türkiye'de 1952 yılına kadar 29 Nisan büyük bir coşkuyla Kut Bayramı olarak kutlanıyordu.
Ancak Türkiye'nin NATO'ya üye olmasının ardından İngilizler, bayramın kaldırılması için baskı yaptılar. Baskılar üzerine de Türkiye, bayram kutlamasına son verdi.

İngilizler bu baskılarında o kadar kararlıydılar ki,
Kut-ülAmmare zaferi ve Kut Bayramı'na yönelik tarihi bilgiler,
M.E.B. okullarında tarih kitaplarından ve daha sonra ülkemizde faaliyet gösteren tüm tarih kurumlarından silindi.

İngilizlerin tarih kitaplarında olan bu zaferimiz. Bizlere özellikle “Unutturulmak” istendi.

֍֍֍


Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

֍֍֍


İngiltere, Araplara
efendilerinin Türkler veya Almanlar değil kendileri olduğunu göstermek için bir güç gösterisinin gerekli olduğuna karar vermişti.

Hindistan Valisi Lord HARDINGE bununla ilgili:
“-Bağdat'ın alınması Ortadoğu'da muazzam bir etki yapacaktı. Özellikle İran, Afganistan ve kendi cephemizde. Çanakkale'deki yenilginin yarattığı talihsiz etkiyi yok edecekti.” dedi.

 

Mayıs 1915'te Tümgeneral Sir Charles Townshend komutasındaki İngiliz tümeni Osmanlı toprağı olan Irak'ta Dicle'ye doğru ilerliyordu.
Bağdat'a 25 mil kala Türk 6. Ordu tarafından durduruldular.

İngilizler, Dicle kıvrımında bir kasaba olan Kut'a geri çekildiler.
Kut, Dicle nehrinin u şeklinde kıvrılmasıyla oluşmuş 3 tarafı nehirle çevrili yarımada gibi bir yer olduğu için kuşatılması oldukça zordu.

Türkler, Kut kentini sarmalayan nehri çevirdi ve kuşatma için pozisyon aldı.

 

Townshend,sanayi devriminin bir güneş gibi parladığı “süper güç” ordusu olarak İngiliz topları, mitralyözleri ve bilimum savaş envanteriyle Kut'ta mevzilendi.
Townshend, birkaç gün içerisinde işi bitireceğinden de emindi.

 

!

Kuşatma sürüyordu.

Ocak ayının da gelmesi ve yiyeceklerinin tükenmesiyle umutları tükenmeye başlamıştı.

 

Kut'ta bir İngiliz Subayı olan Ian MARTIN, ailesine yazdığı bir mektupta yaşadıklarından şöyle bahsedecekti:

“-İlk atı yaklaşık 3 hafta önce kestik. O günden beri günde 20 tane kesiyoruz. Etimiz vardı ama et değildi. At kıyması, çömlekte pişmiş at, at çorbası, tıka basa at eti.”

 

Townshend garnizonunu savunmaya çalışırken yüzlerce İngiliz askeri öldü.

 

!

 

Alman Von der GOLTZ Paşa:
“-Bu sabah İngilizler ağır bir taarruza kalkıştılar. Mevziler arasındaki alan İngiliz askerlerinin cesetleriyle doldu.”



İngiliz subayı L.S. BellSYER'de ailesine yazdığı bir mektupta:

“-Takviye kuvvetler ters akıntı yüzünden buraya gelememiş. Townshend resmi bir bildiri yayınladı. İngiltere ve Hindistan'ın gözü üzerimizde ve kahraman gibi öleceğiz. Bu bizim için iyi değil. Yeterli yiyeceğimiz olsaydı, Kut'ta bu kadar çabuk kahraman olmayacaktım.”

 

İngiliz askerleri katır veya at eti yemeyi reddeden Hint taburlarından daha iyi dayanıyordu.

24 Nisan'da, kuşatmanın ümitsiz son günlerinde Dicle'den Kut'a 270 ton yiyecek taşıyan bir gemi göndermek için cesur bir girişimde bulunuldu.
Ali İhsan (Sabis) Paşa engin zekâsı ile belki de savaşın kaderini çizdi.
Gece Dicle'ye zincir çekip tedarik gemisini tuzağa düşürdü.

Ali İhsan Paşa bundan şöyle bahsedecekti:
“-5000 kişiyi 2 ay doyuracak kadar yiyecek taşıyan bir İngiliz gemisini ele geçirmiştik. Onlar(İngilizler) gemiye “Julnar” diyorlardı ama biz ona “Kendi Gelen” adını koyduk.”

 

Townshend o kadar ümitsizdi ki İngilizler, Türk General Halil Paşa'ya garnizonu serbest bırakması için bir teklif yaptı.
Townshend, İngiliz ordusunun serbest bırakılması için 1 milyon İngiliz poundu önermişti. 


O günün şartlarında İngiliz ordusunun gücü düşünüldüğü vakit bu;
kuvvetli bir ayının, 40 günlük bir kuzuya boyun eğmesi gibi bir şeydi.

Halil Paşa para teklifinin karşısında
“-Bu öneri başka şartlar altında yapılmış olsaydı cevabım tüfeğimin namlusundan çıkacak bir mermi olurdu” “-Sakinliğimi korumaya çalışarak, bu öneriyi bir şaka olarak kabul ettiğimi söyledim.” diyecekti.

Nihayet 29 Nisan 1916'da kuşatmanın 146. Gününde Townshend teslim oldu.

İngiliz tarihçi PatrickSawer bundan şöyle bahsedecekti.
“-Bu İngilizler için Gelibolu'da yenilmekten bile daha aşağılayıcı bir yenilgiydi.”

İngiliz Subayı William SPACKMAN'de yayımladığı “Hatıralarım”adlı kitabında:
“-Herkes kahrolmuştu. Korkunç bir değersizlik hissi veren o teslim olma sabahını asla unutmayacağım. Teslim olmanın lanet olasıca işlerini yapmaya başladık. Zavallı topçular gururla baktıkları silahlarını parçalara ayırırken bazıları gözyaşlarını tutamıyordu. Türkler öğle saatlerinde geldiler ve mevzileri devraldılar. Babil'in sularının kenarında oturduk ve saatlerce ağladık.” diyecekti.

Savaşta Türk paşaların yanında çarpışan alman Mareşal Von Der Goltz, Kut'taki zaferine az bir zaman kala vefat etti.

Alman General ölmeden önce hissetmişçesine savaşla ilgili düşüncelerini şöyle yazmıştı:

“-Benim için şu an ki savaş, uzun tarihsel bir gelişmenin sadece bir başlangıcı bittiğinde İngiltere'nin Dünya'daki pozisyonu yenilgiye uğrayacak. 20. yy belirgin özelliği Avrupa'nın koloni emperyalizmine karşı, renkli ırkların da devrimleri olmalıdır.”

Kut'un Türk ordusuna tesliminden sonraki akşam bir alman askeri:
“-Türkler ve Araplar şehrin dar sokaklarından geçerek birkaç gün önce ölen ve çok sevdikleri Alman Mareşali gömdükleri yere geldiler. Türk komutan Kut'un düşüşünü ona söylemek istemişti.”

Sonra Townshend, İstanbul'a gitti. Geride kalan 12bin asker ise Bağdat'a doğru yürüyordu.

İngiliz asker D. HUGHES:
“-Kuşatma sonrası sahipsiz bırakılan çoğu Hindistanlı bu askerler, baştanbaşa pislik ve böcekle kaplıydılar. Çoğu kokmuş at etleri yüzünden tifüs, dizanteri gibi hastalıklardan öldü.”

֍֍֍

Biz bizi kale almayan şu yenilmez orduları, ellerinde böylesine ağır yenilgilerin acısını vererek gönderdik.

İngiltere'de 1940'lı yıllarda yazılmış tarih kitaplarında bizleri çocuklarına:

“-Ah Türkler,onlar savaşı sonuna kadar sürdürebilir.
Onların Kut'ülAmmare'dede sonuna kadar savaşmaları Allah yâda almanlar için değildi.
Bu yüzyıllardır onların karakteri, Türk neslinden gelenlerin ortak özelliğinin bir sonucu”
şeklinde anlattılar.

Bizi hiçbir zaman anlayamadılar, anlayamazdılar mamafih bizde
“İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez
zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez”
diyip medeniyetimizi inşaa etmeye devam ediyoruz.