Kovanağzı’ndaki ilk yıllarımızda en önemli mahrumiyetlerimizden biri de semtimizden toplu ulaşım vasıtasının geçmemesiydi. Çarşıya gidebilmek için Lalebahçe yolundaki Deleğen Arifin Camiye kadar yürümek gerekiyordu ki mesafe iki kilometreydi. Bazen de Alparslan Okulu ile Kovanağzı Caddesinin yol ayırımına yürürdük fakat değişen tek şey manzara olurdu. Tozlu yahut çamurlu yol, kenarından akan çayın ardına sıralanmış iğde ağaçları manzaranın değişmez aksesuarıydı.

Devlet kurumları, nüfus olarak giderek yoğunlaşan mahallemizin farkına vardıktan sonra evvela suya, sonra elektriğe ve kanalizasyona kavuştuk. Günde altı yedi sefer yapan otobüs hattı devreye alındığında şehirde yaşamanın imkânlarına yavaş yavaş da olsa kavuşmanın huzuruyla doluyduk.

Elektrik direklerine üzerinde E.S.O yazan tabelalar takıldı, buralar otobüs duraklarıydı. Bu kısaltmanın Elektrik, Su, Otobüs İşletmesi anlamı taşıdığını babamdan öğrendik. Sonraki yıllarda Elektrik hizmeti belediyeden ayrılınca BESO yazıldı ki bu da Belediye, Su, Otobüs demekti.

Zamanla otobüsü de yeterli bulmamaya başladık. Ne vardı sanki çarşının bazı yerlerindeki gibi bizim de kapalı duraklarımız olsa da insanlar yazın gölgesinden istifade etse, yağışlı havalarda yağmurdan kardan korunsaydı; değil mi ama? Fakat bu istek uzun yıllar karşılık bulmadı. Ta ki bendeniz gazeteci oluncaya dek. Yağmurun sicim gibi vurduğu yahut güneşin keskin ışınlarıyla bedenleri hoşaf ettiği zamanlarda bazıları “Gazeteci, Belediyeye yaz da buraya bir kapalı durak yapsınlar. Senin de mahalleye bir hayrın dokunsun” diye sitem dolu sözler ederdi.

Caddedeki her durağa değil ama Ali Taşoluk İlkokulu önüne metal kapalı durak monte edildiğinde mahalleli yeni bir sosyal tesise kavuşmuş gibi sevindi. Yenilik güzel bir şeydi! Modernite ne güzel şeydi!

Bizim Şahin Gençlik Kültür Merkezini kurup mahalle gençlerini kahvehane ve dahi türevlerinden muhafaza etmeyi görev addettiğimiz o yıllarda otobüs durakları giderek sosyalite merkezi haline evriliverdi. Söğüt gölgesinden, iğde diplerindeki serinlikten bunalan yeni yetmeler yarı beline kadar sacla kapalı, üst tarafları camsız pencere görünümünde olan otobüs durağını sohbet mekânına çevirmişlerdi.

İşte o günlerden birinde, her nasıl olmuşsa mahalleye erken saatlerde döneceğim tutmuştu. Yolcusunu boşaltan Magırus büyük bir gürültüyle hareket ederken ardında bıraktığı kapkara egzoz dumanı genizleri yakıyordu. Dumanın oluşturduğu flu görüntü netleşirken durağın içinde oturan gençler meraklı gözlerini otobüsten inenlere çevirdi. İçlerinden biri “Şahin Gençlik’in Başkanı geliyor, sigaraları izmaritleyin” diye ünledi. Bu kısmen de olsa iyiye işaretti. Fakat yanımda yürüyenlerden birinin “Durağı mesken edindiler” diye serzenişte bulunması da önemliydi.

Bakkal Remzi dükkânın önündeki gölgeliğe oturmuş yol gözlemekteydi. Bizi görünce elini kaldırıp çay karıştırma işareti yaptı. Demek ki demlik hazırdı. Fakat önce duraktaki gençleri gönüllemek gerekiyordu. Biri “Abi Belediyecilere söylesen de durağın içine oturak koysalar olmaz mı?” diye talepte bulundu. Diğeri “He he, Belediyenin işi gücü yok da senin oturağını düşünecekti” diye arkadaşına çıkıştı. Sıra bendeydi, “Ben Şahin Gençlik’in başkanı değilim, Başkan Akman abiniz. İzmaritleri zulaladıysanız otobüs durağını gerçek sahiplerine devredelim de Bakkal Remzi’nin önünde muhabbete devam edelim” dedim. Biri “Durak kimin?” diye sorunca, “Eli boşların vakit geçirme yeri değil, otobüs bekleyenlerin yeri” diye cevapladım. Sözlerim az ötede otobüsün dönüp gelmesini bekleyenlerin de hoşuna gitmişti. Peşimden gelmekte nazlıydılar, “Gazoz ısmarlayacaksan gelelim” diyenler oldu. Cevap beklemeden “Ağanın eli tutulmaz” deyip birkaçı peşimize düşünce herkes sökün etti.

Remzi’ye “Sen bana çay ikram edeceksin, ben de bunlara gazoz ısmarlayacağım, arada sen kazanacaksın” dedim. Esmer yüzüne tebessüm oturdu, “Bereketli adamsın vesselam” diyerek mukabele etti. Dükkânı cami avlusundan ayıran briket duvarın dibindeki gazoz kasalarını oturak yapıp testi misali sıralandılar. Durağı meşgul etmenin insanlarda oluşturduğu rahatsızlığı anlatarak mevzuya girdiğimizde aslında bam teline dokunmuşuz. Remzi’nin dağıttığı gazozları alanların neşesi gibi dilleri de fora oluvermişti. İlk çözülen Çakal namıyla maruf adaşımdı. “Abi bunların çoğu durakta kız yolu gözlüyor” dedi. “İspiyoncu, hain, kalleş” gibi çıkışmaların arasında Çakal’ın yüzü biraz kızarsa da kendini savunacak belagata sahipti. “Abilerin koyduğu kurala karşı mı geleceksiniz?” diye çıkışarak topu bize attı ki bunların hepsine birden çalım atmak yüksek kabiliyet gerektiriyordu. Kısaca, “Kızları rahatsız etmeyin” diyerek sustum. Onlar da sustu. Sonra biri “Bu mahallede sigara içmek yasak, okulun duvarında pineklemek yasak, otobüs durağında oturmak yasak… Serbest olan ne?” diye yakındı. Remzi’yle göz göze geldik, dudaklarını geverken ne zor bir zamanda olduğumun işaretini veriyordu. “Şikâyet ettiklerinin tersini yapmak serbest” dediğimde ortalık alaycı gülüşlerle yıkıldı. Yine Çakal “Duvara oturmamak serbest, sigara içmemek serbest, durağa oturmamak serbest, âşık olmamak serbest” diye ünledi. Ben “Ekleme yapma” diye ikaz edince herkes sustu.

Çocukların ders yaptığı yahut teneffüste oynadığı saatlerde okul duvarlarında pinekleyenlerin oluşturacağı rahatsızlığı, otobüs durağında boş vakit geçirenlerin duraktan istifade etmesi gereken yolcuların hakkına riayet etmemiş olacağını anlatınca biri mevzuyu sigaraya getirdi. “Siz içiyorsunuz da sigara bize niye yasak?”

Oysa sigara kimseye yasak değildi. Yan taraftaki Şahin Gençlik Merkezini göstererek “Bu mekân ve yakınında sadece Şahin Gençlik mensuplarının ya da misafirlerinin sigara içmesi yasaktır. Kurallarımıza tabi olmayanı isyancı saymayız ama faaliyetlerimize dâhil etmeyiz. Ben de diğer arkadaşlarım da burada sigara içmeyiz” dedim.

Çakal’ın form grafiği yüksekti ama bu özgüveninin kaynağı neydi acaba? “Abi sen âşıkları zımparala” diyerek konuya başka bir yön verdi. Durum hassastı, üstelik bazılarının da kız kardeşleri vardı. “Benim kız kardeşim yok ve bunun eksikliğini hep hissediyoruz” diyerek konuya girdim. Belki biraz ajitasyon oldu ama işe yaradı. Aşkla hevesi birbirine karıştırmamak gerektiğini anlatırken “Aşık olmak kötü bir şey değil ama duygularla oynamamak lâzım” deyip sözü bağladığım sırada Çakal’ın zihnindeki cümleler dilinden önce yüzüne vurdu. “Niyetiniz ciddiyse kıza bir defa arkadaşlık teklif edin, kabul edilmezseniz durun, üstelemeyin. Dünürcü gitmeyeceğiniz kıza hiç yanaşmayın. Reisi duydunuz; duygularla oynamayın” diye söylendi. Oysa sözlerimin tercümeye ihtiyacı yoktu. Oturduğum gazoz kasasından kalkmaya yeltenince Çakal kaçacak delik ararcasına sağını solunu kontrol etti. Baktı ki kurt kapanı gibi bir yerde oturuyor; sırtını iyice duvara yasladı. Bembeyaz yüzü pembemsi bir hal almıştı. Kaşlarının üzerine dökülen kaküllerini parmaklarımla toplayıp tepesine çekerken diğer elimle omzuna yaslanıp kulağına yaklaştım. Şahdamarı patlayacak gibi şişmişti. “Çakallık sana atadan mı miras, sonradan mı edindin bu hasleti?” diye sorup geri çekildiğimde yüz ifadem güven vermiş olmalı ki derin bir nefes alıp sahte bir gülücükle “Dedem köye dadanan çakalları avlarmış, ondan kalmış” dedi. Sıra bendeydi:

 “Ha, sen Çakallık değil, çakal avcılığı yapıyorsun, öyle mi?”

Arkadan biri “Bocaladıkça batarsın Çakal, teslim ol” diye seslendi.

Remzi kapı pervazına yaslanmış olup biteni tebessümle seyrediyordu. “Kardeş, bana bir kınalı ver” deyince içeriye davrandı. Getirdiği paketi “Bunlar sizinkilerden bıçkın” diyerek verdi. Uzun sigara getirmişti. “Bu övendire gibi?” dedim. “Çok çakal taşladın, bugün seni anca usukturur” diyerek güldü.

Bir sigara içimlik müsaade isteyip jelatini açtım ve Selbasan’a doğru yürüdüm. Yolu karşıya atlamıştım ki Çakal, “Gel abi burada iç, kimseye söylemeyiz” diye seslendi. Bu Z kuşağı harbiden zor insanlardı. Ben “Nohut tarlalarını teftiş edep geleceğim. Bakalım ne hasar vermişsiniz” diye karşılık verince “Zılgıt istemeyen” dağılsın” dedikleri duyuldu.

Gün akşama meylederken serinlik çökmüştü, üflediğim duman burgu halinde gökyüzüne süzülürken rüzgâr kerpiç duvarın ardındaki evin yorgun pencerelerinden, sözlerini Ahmet Selçuk İlkan’ın yazdığı Emel Sayın’ın kadife sesiyle yorumladığı şarkının nağmelerini getiriyordu.

“Bir başkaydı o duraklar,

Hâlâ bizden izler saklar,

O caddeler, o sokaklar,

Aklında mı, aklında mı?