‘Efendimiz’ mânâsına gelen ‘Mevlâna’ ismi ile tanınan ve bütünleşen Muhammed Celâleddin, ayrıca ‘Anadolulu’ anlamına gelen ‘Rûmi’ lakabı ile de bilinir.

 Afganistan’ın Belh şehrinde dünyaya gelen Mevlâna Celâleddi-i Rûmi, asil bir aileye mensuptur. Babası ‘Âlimlerin Sultanı’ olarak bilinen Muhammed Bahâeddin Veled, soy itibariyle Hz. Hüseyin’e yani Peygamber Efendimize dayanan bir Seyyid idi. Hz. Mevlâna daha çocuk yaşlarında iken babasının elinde yetişmeye başlamış, dini ve tasavvufi ilk bilgileri babasından almıştır. Baba Muhammed Bahâeddin Veled, oğlu Muhammed Celâleddin’in ilk mürşidi olmuş ve onu tasavvufun aşk deryasına daldırmıştır. 

Bahâeddin Veled ailesini de alarak bir göç kervanıyla Belh’den ayrılmış ve Anadolu’ya göçmeye karar vermiştir. Yanında biricik oğlu ve henüz çocuk yaşlarında olan Mevlâna Celâleddin’de vardır. Bahâeddin Veled kervanıyla birlikte Nişabur’a vardığında, Şeyh Feridüddin Attar, kendisini ziyarete gelir. Mevlâna Celâleddin ile de sohbet eden Şeyh Feridüddin Attar, baba Bahâeddin Veled’e hitaben şöyle der: “Çok geçmeyecek, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır.”   

Bahâeddin Veled ve ailesi daha sonra uğradıkları Şam’da Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabi hazretleri ile görüşürler. Muhyiddin Arabi, Bahâeddin Veled’in arkasında yürüyen oğlu Mevlâna Celâleddin’e bakarak; “Subhânallah, Bir okyanus, bir denizin arkasında gidiyor” der.  

Bahâeddin Veled ve ailesi bir süre Karaman’da kaldıktan sonra son durak olarak Konya’ya gelir ve yerleşirler. Konya’da kısa zaman içinde, Hz. Mevlâna bir okyanus ve büyük bir aşk eri olarak ismini cihana duyurur. Mevlâna anlayışında her şeyin, her cismin ve yaratılan her nesnenin zâhiri görünümünden ayrı olarak bir de bâtıni yani gizli anlamı vardır ve Hz. Mevlâna her şeyi bu gizli anlamı ile görür. Mevlâna anlayışında ölüm bile farklıdır.                                          

Hz. Mevlânâ’da ölüm; sevgiliye kavuşmak, bir başka deyişle düğün günü anlamına gelmektedir. Mevlânâ, “herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Böylece herkesin ayrılık olarak anladığı ölümü, Hz. Mevlânâ sevgiliye kavuşmak olarak nitelendirmiş ve öyle kabullenmiştir. 

Mevlânâ anlayışında; her şeyi yoktan var eden ve tek yaratıcı güç olan Allah (cc),  en büyük sevgili olarak kabul edildiği için, ölüm O’na kavuşulan gün olarak algılanmış ve ölüme Vuslat, ölüm gecesine de Şeb-i Arûs denmiştir. Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını, ancak onun aşk anlayışı ile anlatmak mümkündür. Zira Mevlânâ anlayışında âşık, mâşûkuna ancak ölüm sayesinde kavuşabilir.      

Bu nasıl aşk ve nasıl bir sevdadır ki, ağızların tadını bozan ve nice ocaklar söndüren ölümü, sevgiliye kavuşma olarak adlandırsın ve düğün gecesi olarak kabullensin. Bu anlayış ancak, sonsuz ve derin bir ilâhi aşk anlayışı ile mümkün olabilir. İşte Hz. Mevlânâ; yüz yıllardır bu derin aşkın ve sonsuz ilâhi sevdânın temsilcisi olmuş, bu aşkı Konya’dan tüm dünyaya duyurmuştur.

Bu aşk deryasının temsilcisi;  “Aşk geldi, damarımda, derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin her yanını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O...” diyerek gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı ve derin Hak sevdâsını dile getiren Hz. Mevlânâ’dır. 

Bu aşk denizine dalan; “Bu kapı umutsuzluk kapısı değil, aşk kapısıdır gel” diyerek tüm dünyaya kucak açan ve bütün insanlığı Hak’kın aydınlık ve nurlu kapısına çağıran, herkesi Hak yola davet eden Hz. Mevlânâ’dır. 

Bu ilâhi aşkı terennüm eden; “Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O’dur. Tek Mâbûd ancak Allah’tır. Bağ, gül, sema, sevgili… Hepsi bahane, maksat daima O’dur” diyerek tek amacının Allah’a kavuşmak olduğunu dile getiren Hz. Mevlânâ’dır.

Bu aşk bağının sembolü; “Aşka uçarsan kanadın yanar” diyen bir şaire cevap olarak, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar” diyerek gerçek aşkın Allah’a ulaşmak olması gerektiğini haykıran gönüller Sultanı Hz. Mevlânâ’dır.

Bu sonsuz ve derin aşkın sahibi; “Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız, aşk bizim anamızdır. Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın” diyerek ilâhi aşka dalmanın sonsuz dirilik olduğunu, ölmemek için ilâhi sevdâ ateşine girmek gerektiğini vurgulayan Hz. Mevlânâ’dır.

Mâşûkluk âlemine dalan ve ilâhi aşkın sırlarına vâkıf olan; “Allah'dan başka bir temâşâsı bulunan aşk, aşk olamaz, saçma-sapan bir sevda olur"  diyen ve Allah’ın nûrûnu görerek ilâhi aşkta kemâle eren, yalnız ve ancak tek olan Allah’a aşkla bağlanılacağını ve O’ndan gayrisine bağlılığın saçmalık olduğunu dile getiren  aşk bağının bülbülü Hz. Mevlânâ’dır.

İnsanların rûhunu ilâhi aşkla dirilten; “Allah için ağlayan göz ne mübarektir. O’nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir” diyerek yüreklerin ve gönüllerin bağlanması gereken gerçek aşk yolunu gösteren ve ilâhi aşk mesajını tüm dünyaya duyurarak herkesi ölçülemeyecek bir rahmete boğan Hz. Mevlânâ’dır.

İşte, ancak böylesine derin ve sonsuz bir ilâhi aşk anlayışı; ölümü en büyük sevgili olan Allah’a kavuşmak anlamına gelen Vuslat, ölüm gecesini de düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arûs olarak algılayabilir ve kabullenebilir. İşte Aşk-ı Mevlâna budur.

751. Vuslat ve Şeb-i Arûs yıldönümü vesilesiyle, Hz. Mevlâna’nın; “Ruhum bedenimde oldukça ben Kur’an’ın kölesiyim, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım” dediği Yüce Kur’an’ın şefaatiyle Efendimizin sancağı altında buluşmayı Cenab-ı Hak’tan diliyorum.

*** ***   ***

13 yıl boyunca devam eden Suriye iç savaşı nihayet son12 gün içinde büyük ve kesin bir zaferle sonuçlandı. Böylece 61 yıllık Baas iktidarı ile 54 yıllık Esat yönetimi çökmüş oldu. Zalim Beşar Esat kaçmak zorunda kaldı.

HTŞ ve SMO’nun başını çektiği muhaliflerin İdlip’ten başlattığı yürüyüş fetihlerle Şam’a kadar devam etti. Şam’ın da kontrol altına alınması ve Beşar Esat’ın Rusya’ya kaçması ile zalim rejimin sonu gelmiş oldu. Kuzey’den Güney’e uzanan bu yürüyüşün tamamlanmasının ardından bu defa PKK’nın elinde bulunan bölgelere operasyon başladı.

Tel Rıfat, yürüyüşün başında PKK’dan alınmıştı. Şam’ın fethinden sonra da Münbiç’e harekât yapıldı ve bu bölge de PKK’dan temizlendi. Böylece yıllardır konuşulan Fırat’ın Batısı ve Doğusu problemi çözülmek üzere. Münbiç’ten PKK’nın süpürülmesi ile Fırat’ın Batısı terörden arındırılmış oldu. Şimdi sıra Fırat’ın Doğusunda… Kobani diye bilinen Aynel Arab’ın ve Rakka’nın da PKK’dan temizlenmesi ile Fırat’ın Batısı da Doğusu da tamamen teröristlerden arındırılmış olacak. Bu arada Esat rejiminin PKK’ya bıraktığı Deyrizor’un da SMO’nun kontrolüne girdiğini belirtmiş olalım. SMO (Suriye Milli Ordusu) nun yaptığı bu operasyonlara Türkiye’nin de destek verdiği biliniyor.

Bu operasyonlar, Türkiye ve Suriye sınırı olan 910 km. lik hattın tamamen PKK’dan temizlenmesine kadar devam edecek. Türkiye ile Türkiye’nin eğittiği ordudan oluşan SMO’nun ortaklaşa yaptığı bu operasyonlarla yıllardır Suriye’den gelen terör tehlikesi ortadan kalkmış olacak. Türkiye bu konuda çok kararlı… Bu defa bu işi bitirmemiz lâzım anlayışı ile hareket ediliyor.

Ancak işin içinde ABD var. Bilindiği gibi bu bölgede ABD yıllardır PKK’nın uzantısı olan YPG’ye her türlü desteği veriyor. PKK’nın bölgeden adım adım temizlendiğini gören ABD hemen devreye girdi ve Türkiye’nin operasyonlarından rahatsızlıklarını bildirdi. ABD Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geliyor. Bu aşamadan sonra ABD ne yaparsa yapsın Türkiye’yi yolundan döndüremez. Önemli bir fırsatı yakalayan Türkiye, bu fırsatı kaçırmayacak ve bölgeyi tamamen terörden temizleyecektir.

Bu operasyonların da başarı ile tamamlanmasının ardından Suriye tüm toprakları ile kendi halkının eline geçmiş olacaktır. Bu zafer elbette büyük ve kesin bir zaferdir. Bu zafer Suriye halkının zaferidir. Bu zafer Türkiye’nin eğittiği SMO’nun zaferidir. Bu zafer Türkiye’nin zaferidir. Türkiye’nin ve SMO’nun zaferi karşısında bu bölgede Rusya ve İran kaybetmiş, ABD’de mutlaka kaybedecektir. Rusya ve İran’ın çekilmek zorunda kaldığı gibi ABD’de bu topraklardan çekilmek zorunda kalacaktır. Bütün göstergeler bu yöndedir. PKK’nın elinde tuttuğu bölgeler tek tek SMO’nun eline geçtikçe ABD’ye çekip gitmekten başka yol kalmayacaktır.

*** *** ***

KONTV’de yaptığım DÜŞÜNCE MELTEMİ programımda 13 Aralık Cuma günü saat 18.00 de Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklörünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı Başkanı, Devlet Sanatçısı AHMET ÖZHAN Üstadımızı misafir edeceğim. Bu önemli programı kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.

Yazımı BULUYOR ZALİM şiirimle tamamlıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.

BULUYOR ZALİM

Bir zaman bizimdi, sardı korsanlar,

Canlarını verdi masum insanlar,

Kesildi, lal oldu bütün lisanlar,

Maddeyi, manayı çalıyor zalim.

Zulüm zirvedeydi yakıldı ülke,

İşkence, eziyet, baskıydı ilke,

Ülke insanına bu nasıl öfke?

Kendi dikenini suluyor zalim.

Seller gibi aktı caddelerde kan,

İlâhi makamdan gelince ferman,

Yazdı mücahitler büyük bir destan,

Mutlaka ateşle doluyor zalim.

Altmış yıllık zulüm son buldu şükür,

Ülkenin kalbine vuruldu mühür,

Çok çekti Suriye sonunda özgür,

Çetin bir azapta kalıyor zalim.

Kaçarak kurtuldu zorba firavun,

Sırada İsrail denilen mel’un,

Onu da şiddetle vurur bir tayfun,

Bir gün yaptığını buluyor zalim.