Serin, sessiz esen bir şimal rüzgârı savurdu, yüreğimin en güzel baharlarını… Suskunluğum, en kalabalık cümlelere gebe… 

Bazen sadece susarsın işte… Yüreğin, seni çepeçevre saran duyguya dilsiz kalır ya da suya hasret kalan çöller misali su(s)ar. Beyninde anlamı ne olursa olsun, özlemektir bunun adı… Kelimelere sığdıramadığın, yüreğinde koca bir obruk açan…

Yüreğimin en güzel baharlarında, umutlarıma yeni filizlenen beyaz çiçeklerden gelinlik giydirdim. Kınalanmış duygularımı kurban ettim hayallerime…

Gökyüzünde bir yıldız seçip, onu yarınlarıma rehber yaptığım günleri özlüyorum. Nice hayallerin toplandığı nokta oluverirdi, uçsuz bucaksız uzaklıkta minicik görünen o ışık… Nice umutlar yükleyip; hayallerimizi, göz pırıltıları ile ilmek ilmek işlerdik ona…

Yüreğimin semasına, bir cemre düştü… Isınmaya başladı gönül bahçem. Güneş uzun zamandır bu denli ışık saçmıyordu hayal dünyama… Yeni umutların yeşermesi için bir vesileydi bu… Göz kamaştıran ışık kırılarak, renklerden oluşan bir demete dönüştü. 

Yeşil, umudun… Mavi, huzurun… Sarı; güneşin… Turuncu, sağlığın… Kırmızı; aşkın… Mor, asaletin simgesiydi…  

Yüzümde gizleyip de içime akıttığım gözyaşı damlalarımın, cemre ile en güzel buluşmasıydı bu… Kırıldı tüm griler, yerini renklere bıraktı. 

Gölümün en güzel maviliğinde bir gemi kıyıya demir attı. Miçolar, ana güverteden kasa kasa taze hayaller indirdi. Yüreğimin denizine de bir cemre düştü. Yansıttı gök bayrağının tüm renlerini… Güzel yarınların habercisiydi bu… 

Sudan yeni çıkmış mutluluğum, kıpır kıpır bir sevinç dalgası yarattı içimde… Tüm sıkıntılarımı silip, süpürüp sonsuz maviliğin içine sürükledi, bir daha çıkarmak istemezcesine…  

Bir denizyıldızı belirdi ayakucumda… Gök yıldızı gibi parlak değildi. Fakat özlemini çektiğim yarınların, çok yakınımda olduğunu anımsattı. Ufak bir tebessüm, davetsiz bir misafir gibi gelip oturdu dudak kenarlarıma… “Allah ne verdiyse sunarım ona” diye düşündüm. Düş kırıntılarımı ikram ettim. Tanrı misafiri, baş tacıydı sonuçta…

Çok geçmeden gönül toprağıma da bir cemre düştü. Yüreğimde hayal hayal oluşturduğum bahçem yeniden canlanıyordu. Bu ne muazzam bir histi. Çeşit çeşit nimetlerini sunmak için hazırlanmaya başladı. Nice mutluluklar yetişecekti bu kurak toprakta şimdi… Görünenin ardında bambaşka bir dünya, uykudan yeni uyanmanın mahmurluğunu taşıyordu.

Rengârenk çiçeklerim, umutlarım için koridor oluşturdu. Salkım salkım süzülmeye başladı güzel yarınlar… Gözlerim kapalı, çehremi semaya dönerek derin bir nefes aldım. İliklerime kadar hissetim havayı... Ah katre-i baran ne güzel de nüfus ettin hayatıma… 

Yüzümde sıkıntılardan oluşan tüm engebelerim, dümdüz bir ovaya dönüştü. Bu sessizlik, soluksuz yarınların habercisiydi. Heybetiyle gönlümü inleten mutluluk, işte yaklaşıyordu mabedime… Bense onu bekliyordum. Soyu tükenmek üzere olan serin bir şimal rüzgârı yüzümü okşadı veda edercesine… Kırılmak olmazdı. Emanet ettim onu sahibine… 

O anda yüreğindeki minik çocuk saklandığı yerden ortaya çıkıverdi. Kocaman gülümsemesi ve elindeki şeker torbası ile bağırdı: “Şivliliiiiikkkkk” 

Ah çocuk, yetişkinlikle beni hiç baş başa bırakmasan, hep yanımda olsan; haylaz, uçarı, mızıkçı ve neşe dolu halini bana da bulaştırsan ne olurdu ki… Hayat ve bize direttiği kuralları işte… Ama ben her şeye rağmen soluksuz güzel yarınlarımı hep bekliyor olacağım.

Cemrelerin bir bir hayatımıza misafir olmaya başladığı günlere ve Konya’mız güzel bir âdeti olan şivliliğe binaen…  Selam ve dua ile yazı dostlarım…