Sessizlikten bir duvar ördüm kendime… Bunaltan bir sıcaklığın içine hapsettim ruhumu… Gözlerimden tüm acılarım okundu. Başlangıçlara ürkek, yaklaşımlara sert… 

Ruhu sessizlikte kaybolsa da, sevgiye muhtacım diyemez insan. Bilinmezliğin iki kapısına bağlar tüm hislerini… Biri umut diğeri hayal serinliği sunarken, hangi kapının cereyanına kapılacağını bilemeden kendini bırakır kaderin kollarına… 

Tüm bunları düşündükçe yalnızlaşacağımı bildiğim halde, daha da düşünerek kendi ütopyamı yaratmanın hazzını tatmaya devam edeceğim. Her gün doğan ve her gün ölen yüz binlercesine rağmen… 

Kocaman kainatın içinde kendimizden minicik bir dünya kurup, içine duygu köyleri, dost şehirleri ile yol haritası belirleyerek, orada yaşamak varken, bu dünyanın kirlenmiş yollarının üzerinde neden göz gezdireyim ki?..

Bir gün batımında uçup gitti tüm hayaller… Sessizliği giymişlerdi.  O yeşil vadilerden yalnızlık diyarına göç ederken çıt bile çıkmamıştı. Yalnızlığın habercisi de sessizlik toprağına gömmek değil miydi tüm kelimelerini?..

Bilmiyorlardı uçan umutların kanatlarına aldıkları yarayı… Her kanat çırpışlarında; ne gövdesine temas eden havaya ne de kanat hareketlerini yaparken hissedilen acıya dayanabilirlerdi. Susarak gülüp geçmeyi erdem biliyorlardı. Gelişi güzel bir tebessüm savurup yerdeki tüm insanlara, yenilgilerini kabul ederek ilerliyorlardı.

Şaşırmıyorum şu saatten sonra hiçbir şeye… Kafama gömüyorum birçok şeyi… Çünkü sustukça insan daha çok ruh-u revana ulaşıyor. 

Hadi kapat gözlerini… Hayat ne güzel… Bir boşlukta sallanan salıncak gibi… Şuan konuşmayalım!.. Sessizliğe bürünsün ruhumuz… İşte tam da şu anı yaşayalım. Aheste bir dalganın sahili yaladığı gibi, rüzgârın da tenimizi yalamasına seyirci olalım. 

Güzel bir fon müziğinin süslediği şarkının ezgisine kaptıralım kendimizi… Mesela Sezen Aksu “Küçüğüm” diye fısıldasın kulağımıza… Kulaklıkla dinleyelim bize hitap eden melodileri… Dışımızı bir sessizlik kaplasın, ruhumuz ise kendini dansa davet eden huzur ile duygu duygu salınsın. 

Ne kadar az yol aldıysak da, yolun başında sayılmayız ya… Aklım hep sessizliği seçer benim. Nazım Hikmet’in de söylediği gibi; “Aklım sükûtu sever benim; çünkü çok ağır ödeştik biz hayatla…” 

Sessizliğimdeki seslerin ferahlatıcılığı yetiyor bana… Harflerin gülüştüğünü hissediyorum en acı dolu cümlelerimin ortasında… Özgürce, sınırsız koşacağım bir hayal dünyası arıyorum sadece…  Seviyorum acıyı bile kendime has, tüm abartısı ve çıplaklığı ile yaşamayı… 

Her zaman mutlu olunduğunda ya da mutluluktan kâğıda dokunmaz ki bu kalem. Çoğu zaman yüreğe kelepçe takan ıstırapların kilidini açmak için çabalar olanca gücüyle… 

Bazı harfler talih kuşu gibidir. Yakaladın mı kaçırmaya gelmez. Çünkü bir varmış, bir yokmuş ikilemesine girdiği zaman cümleler geri dönüşü olmaz. Ruh-u revana dere tepe düz gitmek gerekir.

Bu gece bir sokak sanatçısıyım. İnişi çıkışı, melodisi, enstrümanı belli olmayan… Bir serenat yapıyor ruhum, sessizliğime diz çökerek. Kimsenin işitemeyeceği bir şarkıyı söylüyor. 

Şimdi zaman gece yarısına yarım kala, geceler ışığı kovalarken gelir aklıma cümlelerim. Elini çenesine koymuş bekler beni ilham bey.  

Bazen rüyanızda köpek falan kovalar da siz kaçmaya çalışırsınız ama olduğunuz yere kazık çakmış gibi hareketsiz kalırsınız ve tam size yaklaştığında irkilerek uyanırsınız ya… Hah, bu ilham beyin de elini çenesine koyup beklemesine aldırış etmemek lazım. Bir anda korkutucu bir rüya gibi kendinize getiriverir sizi… Bu yüzdendir gecelerin uzun, söyleyeceklerin fazla, harflerin bir ordu kadar kalabalık oluşu… 

Son olarak yüzümüzü bayrama çevirdik, gün saymaktayız. Ramazan da geldi ve gidiyor. Neler gelip geçmedi ki şu faniden… Şimdiden bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, daha nice Ramazanlara kavuşabilmeyi temenni ederim. Selam ve dua ile yazı dostlarım.