17 Aralık operasyonu ile başlayan süreç hükümet ve paralel yapı olduğu söylenen cemaat arasında karşılıklı salvolar ile sürmeye devam ediyor. Karşılıklı suçlamalar ve bu suçlamalara karşı geliştirilen savunmalar olayı lokal bir güç mücadelesi düzeyine indiriyor. Kullanılan dil sürekli aklı devre dışı bırakmaya hizmet ediyor. Akıl yerine asabiyet devreye giriyor ve savaş psikolojisi kitleleri etkisi altına alıyor. İçeride bu sürecin tarafı olanların bilinçli olarak mı böyle bir üslubu tercih ettikleri ayrıca sorgulanmalıdır.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu 17 Aralık'tan buyana geçen süre içerisinde dövizde görülen ve bütün müdahalelere rağmen durdurulamayan yükseliştir. Bu öylesine bir yükseliştir ki, tarihi rekoru kırmış, hatta bununla da yetinmemiştir.
İlk soru şudur; rahatlıkla para depremi diyebileceğimiz bu anormal yükselişte 17 Aralık operasyonu başat bir rol oynamış olabilir mi? Bu soruya benim cevabım, 17 Aralık operasyonun bu yükselişte başat bir rol oynamadığı yönündedir. Bu operasyonun elbette bir katkısı vardır ama bu tek başına böyle bir depremi meydana getiremez.
O zaman bu depremle ilgili başka aktörlere bakmamız gerekecektir.
Burada ilk bakışta karşımıza çıkan Amerikan merkez bankası FED'in daha önce ilan ettiği yeni daraltıcı para politikasını görmekteyiz. FED'in her ay periyodik olarak piyasa daha az para verecek olması yeterli finansal derinliğe sahip olmayan ve açık pozisyon sorunu bulunan ekonomilerde aşırı talep şeklinde kendini göstermiş bulunuyor. Bu da doğal olarak yerel paraların değer kaybetmesi anlamına geliyor.
Türkiye ile birlikte, Arjantin, Rusya, Hindistan, Endonezya, Brezilya gibi ülkelerin milli paraları dolar karşısında büyük bir hızla değer kaybetmeye devam ediyor. Yılbaşından bu yana andığımız bu ülkelerdeki değer kayıpları ortalama olarak yüzde 9'lar civarındadır.
Bu durum hepimizin an be an takip ettiği bir durumdur. Tablo yeterince açıktır.
Bu süreçle birlikte ilginç bazı gelişmeler var ki, onları da burada not etmeliyiz.
Türkiye ekonomisi açısından dövizdeki aşırı ve ani değerlenme ( üstelik merkez bankasının doğrudan döviz satmak suretiyle müdahale etmesine rağmen durdurulamamıştır) panik etkisi oluşturmamıştır.
Daha önce şahit olduğumuz krizlerde hemen ortaya çıkan panik bu defa en azından şimdiki halde gözlenmemektedir. Halkta dolarizasyon eğilimi bulunmadığı anlaşılıyor ki bu müspet bir gelişme olarak not edilmelidir.
Bir başka dikkat çekici nokta; dövizdeki (düşürülemeyen ) yükselişe rağmen MB klasik faiz enstrümanına başvurmamış, faiz lobilerinin büyük bir arzu ile bekledikleri faiz artışına gitmemiştir. Bu da altı özellikle çizilmesi gereken bir durumdur.
Para depremine ve siyasi çalkantıya rağmen ekonomide tedirgin edici boyutlarda bir kriz sinyali mevcut değildir. Hazinenin geçen hafta yaptığı 2,5 milyar dolarlık uzun vadeli eurobond ihalesine yaklaşık dört katı kadar bir talep gelmiştir. Bu talebin çok büyük bir kısmı yurt dışından değişik ülkelerdendir.
Bu durum kısa ve orta vadede ciddi bir kriz riskinin olmadığı şeklinde yorumlanabilir.
Ben bütün bunlardan şöyle bir sonuca varabiliyorum. Küresel ölçekte para operasyonunu yürütenler daha başka bir hesabın içinde olmalıdırlar.
Akıl şunu söylüyor; operasyon yapanların hesaplarını deşifre etmelisin ve bir daha operasyona maruz kalmamak için gerekli tedbirleri almalısın.
İzlemeye devam ediyoruz.