Şaşkın sürücü otoyolda ters yöne girmişti. FM frekansından sürücüleri uyarmak üzere yayın yapan radyo acil koduyla uyarı yayınlamaya başladı.

Spiker oldukça tedirgin ses tonuyla; bir sürücünün ters yöne girdiğini ve ters yönde  hızla yol almakta olduğunu, bu  şeridi kullanan sürücülerin çok dikkatli olmaları gerektiğini anons ediyordu.

Elbette aynı anonsu bizim şaşkın sürücü de  duyuyor; “ne biri yüzlerce  araç ters yöne girmiş” diye homurdanıyordu.

Akıl tutulması herhalde böyle bir şeydi. Kendisinin ters yöne girmiş olabileceğini aklının ucundan bile geçirmiyordu.

Kesin inançlı marjınal gruplar çoğu kere ters yöne girmiş ama  bunu kabullenmeyen sürücü refleksi gösteriyorlar.

Kendilerini  bir kere mutlak doğrunun , değişmez hakikatin merkezinde görmeye başladılarmı;  milyonlar ca insanın bile  ters yönde olduğunu rahatlıkla düşünebiliyorlar.

Sanırım ince çizgi şudur: hakkın karşısında batılın elbette bir hükmü yoktur. Kemmiyetin yani, sayısal üstünlüğün  batılı hak olarak göstermesi mümkün değildir.

Bir başka deyişle, hakkın kemmiyete ihtiyacı yoktur, batıl dahi  kemmiyetle hak sıfatını kazanamaz.

Burası tamam da gözardı edilen şey; insan bilgisinin “zanni” olmasıdır.

Yani senin kendini hak olarak görmen izafidir. Delile ve ispata muhtaçtır.

Delilin ve ispatın ise ilmi olması iktiza eder. Nefisten  kaynaklanan  iddiaların delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. 

Buna rağmen “hakk”ın  yegane sahibi gibi davranmak en başta “hakk” ın kendisine karşı yapılmış bir haksızlıktır. 

Mutlak Hakk (Allah cc) ile kesinitisiz Ve özel bir  iletişime  sahip olmayan; yani vahye muhatap olmayan hiç kimse kendisini hakkın merkezine koyamaz ve buna asla cüret edemez.

Aşikardır ki, vayhe muhataplık Hz. Peygamber ile son bulmuştur.

Bu tesbitler ışığında şimdi aktaracağım kimi eylem ve tavırları yanlış bulduğumu ifade etmek isterim.

Haksız yere (!)bir  konferansı engellenen radikal  guruba mensup  arkadaşlar şu ifadeyi kullanabilmektedirler.

“bu dava Allah'ın davasıdır, bu davaya karşı çıkanlar Allah'a savaş açmışlardır.”

Operasyona maruz kalan cemaat başkalarına reva gördükleri kimi adli işlemlerin kendilerine yapılmasını,  “hak davaya karşı yapılmış bir zulüm olarak” algılamakta ve dini retoriği pervasızca kullanarak kitleleri ajıte edebilmektedir.

Görece organize olmuş hemen her dini cemaat kendini hak olduğunu iddia edebilme cesaretine sahiptir. Meşhur “fırkay-ı naciye” meselesi!

Benzer söylem ve tavırları bazı siyasi yapılarda da görüyor olmamız cidden dikkate değer  bir durumdur ve bence üzerinde ilmi çalışmalar yapmak elzemdir.