Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın kızı Zeyneb radıyallahu anha vefat ettiğinde onu, Ümmü Eymen, Ensar hanımlarından Ümmü Atiyye ve validelerimizden Hazreti Sevde ile Ümmü Seleme yıkamışlardı. Yıkama esnasında Efendimiz yanlarına varıp: Onu yıkamaya, sağ tarafından ve abdest azalarından başlayınız! Su ve sidr ile tek sayıda; üç, beş veya yedi kere, gerekli görürseniz daha fazla yıkayınız! Sonuncusunda suya kafur koyunuz! Yıkama işini bitirince bana bildiriniz! buyurdu. Hazret-i Zeyneb’in saçlarını taradılar, üçe ayırıp her birini bir bukle yaptılar. Buklelerden ikisi Hazret-i Zeyneb’in yan taraflarındaki, biri de ön tarafındaki saçlarındandı. Yıkamayı bitirdiklerinde Allah Rasulü, elbisesini onlara verip: Bunu Zeyneb’e iç gömleği yapınız! buyurdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cenaze namazını kıldıktan sonra mahzun ve mükedder bir şekilde kabre indi. Biraz durduktan sonra tebessüm ederek dışarı çıktı ve şöyle buyurdu: Zeyneb’in zayıflığını düşünerek, ona kabrin darlığını ve kederini hafifletmesi için Allah’a dua ettim. Allah Teala da duamı kabul buyurup kabir sıkıntısını ona hafifletti. Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kadar sevdiği muhtereme kerimesi ve İslam uğruna pek çok fedakarlıklara katlanan takva sahibi, saliha bir hanım bile kabrin sıkıntısına duçar olursa, bizim halimiz nice olur? Bu yüzden istikbalimizi sık sık tefekkür ederek hal ve tavırlarımızı daima gözden geçirmeliyiz.

Avf bin Malik radıyallahu anh şöyle der: Fahri Kainat Efendimiz, bir cenaze namazı kıldırmıştı. O esnada şöyle dua ettiğini duydum ve ezberledim: Allah’ım! Onu bağışla, ona rahmet et, onu azap ve sıkıntılardan koru. Kusurlarını affet. Cennetten nasibini ihsan eyle, kabrini genişlet! Onu su ile, karla ve buzla yıka(nmış gibi tertemiz kıl)! Beyaz giysileri kirden temizler gibi onu günahlarından arındır. Kendi evinden daha güzel bir ev, ailesinden daha hayırlı bir aile, hanımından daha hayırlı bir zevce ver. Onu cennete koy, kabir ve cehennem azabından muhafaza buyur! Bu güzel duayı işitince; «Keşke ölen ben olsaydım.» diye içimden geçirdim.

Enes-radıyallahu anh şöyle anlatıyor: Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam ile bazı sahabiler birlikte bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Ashabı kiramdan bazıları o cenazeyi hayırla yad ettiler. Bunun üzerine Efendimiz: Vecebet! (Vacib oldu, kesinleşti!) buyurdu. Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onun kötülüğünden bahsettiler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine: Vecebet! (Vacib oldu, kesinleşti!) buyurdu. Bunun üzerine Ömer bin Hattab radıyallahu anh: Ya Rasulallah, kesinleşen nedir? diye sordu. Peygamber Efendimiz: Önce geçen cenazeyi hayırla yâd ettiniz, bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Sonrakinin de kötülüğünden bahsettiniz, onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz buyurdu.

Peygamber Efendimiz’in, Medine dışında bulunan Muaz bin Cebel’e, oğlunun vefatı sebebiyle gönderdiği şu mektup, ne güzel bir taziye örneğidir: Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın Rasulü Muhammed’den Muaz bin Cebel’e... Allah’ın selamı üzerine olsun! Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a hamdettiğimi sana iletmek isterim. İmdi; Allah ecrini artırsın, buna karşılık sana büyük mükafatlar ihsan etsin ve sabretme gücü versin. Bizi ve seni şükre muvaffak kılsın. Zira canlarımız, mallarımız, evlad ü iyalimiz, Aziz ve Celil olan Allah’ın bize tatlı hibeleri, geçici bir süre için yanımıza bıraktığı emanetleri cümlesindendir. Allah sana o çocuğu vermekle seni sevindirdi. Şimdi de onu büyük bir ecir karşılığında senden aldı. Onun karşılığında Allah’tan rahmet, mağfiret ve hidayet bekliyorsan, sabret!.. Üzüntü ve kederin, ecrini yok etmesin! Sonra pişman olursun! Bil ki ağlayıp sızlamak hiçbir şeyi geri getirmez, hüzün ve kederi de defedemez. Başa gelecek olan zaten gelmiştir, vesselam.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cenaze yakınlarına sadece taziyede bulunmakla kalmaz, maddi manevi her türlü yardımda bulunurdu. Nitekim Cafer-i Tayyar radıyallahu anh şehid olduğunda Fahri Kainat Efendimiz kendi ailesine: Cafer’in ailesi için yemek yapınız! Çünkü onlar şu durumda mutfakla meşgul olamazlar! buyurmuştur. Daha sonra da bizzat kendisi, Hazret-i Cafer’in yetimlerine sahip çıkarak onları himâye ve terbiyesine almıştır. Ebu Bekir radıyallahu anh da herhangi bir musibete uğrayan insanlara şöyle taziyede bulunurdu: Sabır, musibetin elemini hafifletir, sızlanmanın ise faydası yoktur. Ölüm öncesi hayat basittir, çetin olan ölüm sonrasıdır. Rasulullah’ı kaybedişinizi hatırlayınız ki, musibetiniz gözünüzde küçülsün ve Allah ecrinizi artırsın.

Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem: Kim, sevabına inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek bir müslümanın cenazesi ile birlikte gider ve namazı kılınıp gömülünceye kadar beklerse, her biri Uhud Dağı kadar olan iki kırat sevapla döner. Kim de cenaze namazını kılar, defnolunmadan önce ayrılırsa bir kırat sevapla döner. buyurmuşlardı. Bir gün Abdullah bin Ömer, Sa’d bin Ebi Vakkas ile birlikte otururken Habbab bin Eret geldi ve: Abdullah! Baksana Ebu Hüreyre ne diyor! diye bu hadisi nakletti. Bunun üzerine Hazret-i Abdullah: Ebu Hüreyre de çok oldu.” dedi ve Habbab’ı, bu hadisi araştırmak için Hazret-i Aişe’ye göndererek; “Bunu ondan sor gel!” dedi. Habbab gidince Abdullah yerden bir avuç çakıl taşı aldı; sinirli bir şekilde taşları elinde evirip çevirmeye başladı. Bir müddet sonra Habbab, Hazreti Aişe’nin; “Ebu Hüreyre doğru söylüyor; ben de Rasulullah’ın öyle buyurduğunu işittim.” dediğini haber verdi. Bu sefer kaçırdığı fırsatlara hayıflanan Abdullah bin Ömer, elindeki taşları yere fırlattı ve:

Desene biz çok kırat kaçırdık! diye teessürünü ifaâde etti. Burada va’dedilen sevabın miktar ve ölçüsü, kesin bir sınır tayin etmekten ziyade, cenaze teşyiinin yüksek faziletini beyan etmek içindir. Zira Cenab Hak, yapılan amellere, kalplerdeki niyet ve samimiyetin seviyesine göre ecir lutfeder.

Kasım bin Muhammed radıyallahu anh şöyle anlatır: Hanımım vefat etmişti. Muhammed bin Ka’b el Kurazi taziyeye geldi. Bana şunu anlattı: İsrailoğulları’ndan alim, abid ve gayretli bir adam vardı. Çok sevdiği saliha bir hanımı vardı. Derken bu hanımı vefat etti. O alim buna çok üzüldü ve evine kapanarak insanlardan alakasını kesti, kimseyle konuşmaz oldu. İsrailoğulları’ndan bir kadın bunu duyunca yanına gitti ve: Ona soracak bir meselem var, fetva istiyorum, onunla hususi görüşeceğim dedi. İnsanlar çıktılar, o ise kapıda bekledi ve mutlaka görüşmesi gerektiğini tekrarladı. Birisi alime haber verip: Kapıda bir kadın var, sana fetva sormak istiyor, kapıdan ayrılmıyor dedi. İzin verilince kadın içeri girdi. Alime: Sana soracak bir meselem var diye söze başladı. Alim; Mesele nedir deyince kadın şöyle bir sual sordu: Ben, komşum olan bir hanımdan bilezik aldım. Onu bir müddet takındım, ödünç olarak kullandım. Şimdi bana haber gönderdiler, onu istiyorlar. Ne dersin, onlara bileziklerini iade etmem gerekir mi? Alim: Evet, vallahi vermen lazım dedi. Kadın: Ama o bilezik bende bir müddet kaldı, onu çok sevdim deyince alim: Olsun, sen onu emanet olarak aldığın için onların bunu geri istemeye hakları vardır cevabını verdi. Bunun üzerine kadın: Allah sana merhamet eylesin ey alim! Allah, sana emanet olarak verdiği şeyi geri istediğinde neden üzülüyorsun! Üzülmeye hakkın var mıdır? Sana hanımını emaneten vermişti, sonra da geri aldı. Allah’ın, onu yanında bulundurmaya senden daha çok hakkı vardır diyerek onu teselli etti. Alim bu sözlerden ibret aldı, hakikati gördü ve kendine geldi. Allah, alimi kadının sözlerinden istifade ettirdi.