Cenabı Hak buyuruyor, Mülk Suresi’nde: O ki hanginizin daha güzel davranacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O mutlak galiptir ve çok bağışlayıcıdır. (el Mülk, 2) Demek ki hayat, boş yere, manasız bir var oluş olmadığı gibi, boş yere dünyaya gelmediğin gibi, ölüm de boş yere bir hiçlik âlemine gidişin değildir. Bir yok oluş değildir ölüm de. Aksine hayat, bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise faaliyetlerin karşılığını bulacağımız, ebedi varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktası. Peygamber Efendimizin belirttiği gibi, ölüm bir ikaz edici, bir uyarıcı. Ders alabilmek… İşte en büyük derslerden biri de ölümdür. Münafikun Suresi 10. ayet. Hepimizin bu son halini bildiriyor. Hep ikaz, Cenabı Hak ikaz ediyor: Herhangi birinize ölüm gelip de; Rabbim, beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de (ölümü, az bir süre, artık alametler başlıyor, görüntüler başlıyor) sadaka versem (Allah yolunda gayretlerde bulunsam, hayır hizmetlerinde bulunsam) ve salihlerden olsam demeden evvel size verdiğimiz rızıktan infak edin. Allah ne verdiyse, ondan infak edin. Gazali’nin İhyau Ulumunda bir kıssa anlatılıyor. Vehb ibni Münebbih’ten rivayet: Bir padişah, bir şöhretle, memleketinden çıkıyor, bir memlekete gidecek, büyük debdebe, şaşaa vs… Cins cins atlar, çeşit çeşit giysiler filan. Tam giderken yolda karşısına bir garip çıkıyor. Diyor ki padişah: Sen kimsin diyor benim karşıma çıkacak, çekil buradan diyor. Haddini bil diyor. O garip de diyor ki: Sultanım diyor, sana söyleyeceğim var benim diyor. Sen ne söyleyebilirsin bana, sen kimsin ki, bana ne söyleyeceksin diyor. Senin için söyleyeceğim sultanım diyor. E söyle bakayım diyor. Eğil, kulağına söyleyeyim diyor. E söyle bakayım Eğiliyor. Ben Azrail’im diyor. Senin müddetin bitti diyor. Canını almaya geldim diyor. Artık ailene dönemeyeceksin diyor. Yaa diyor, müsaade et diyor, az bir şey vakit ver diyor. Yok, bitti artık diyor, canını alıyor. Yine Azrail, yine zayıf bir insan kılığında, yolda bir mümin kişiyle karşılaşıyor. Selam veriyor, selamı alıyor. Nasılsın kardeşim diyor. Elhamdülillah diyor. Şükür halindeyim diyor, Allah’ın verdiği nimetlere diyor. Ben O’na nasıl şükredeceğim diyor, nasıl kul olacağım diyor, onun derdindeyim diyor. Kardeşim, bak diyor. Ben diyor, Azrail’im diyor. Senin vaktin geldi diyor. Fakat diyor, biraz sana erken geldim ben diyor. Erken geldim de yapacağın bir şey varsa yap diyor. Ben de zaten hep hazırlıklıydım diyor. O zaman müsaade et, iki rekat bir namaz kılayım diyor. Rahat, rahat kıl diyor. Demek ki bu son nefes, çok mühim! Yani; Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Öyle haşr olunursunuz buyruluyor. (Bkz. Münavi, Feyzül Kadîr, V, 663) Bir de Cenabı Hak Fatır Suresi’nde, 37. ayette yine bir hadise bildiriyor. Öbür taraftan bir manzara bildiriyor: Mücrimler diyorlar ki: Bizi ya Rabbi, çıkar bu Cehennemden diyorlar. O kötü amellerimizi iyi amellere tahvil edelim diyorlar. Cenabı Hak iki şey soruyor. Birincisi: Sana bir ömür vermedik mi diyor. Düşünmedin mi, niye dünyaya geldin? Kimin mülkünde yaşıyorsun? Gelen niye geliyor, giden nereye gidiyor? Sana düşünecek kadar bir zaman vermedik mi buyuruyor. İkincisi: Sana diyor, bir peygamber, bir irşadcı gelmedi mi diyor. Evet ya Rabbi! Zaman da verdin, ömür de verdin diyor, irşadcı da verdin, peygamber de gönderdin ama diyor, ben diyor, gaflete düştüm diyor. O zaman, azabı tadın buyuruyor. Yani, velhasıl, mazeret kapıları yok. Ölümle mazeret kapısı bitiyor. Çünkü Peygamber geliyor, Kitap geliyor, kainat ilahi bir azamet-kudret akışları Neye bakarsan bak; abes, bir abes yaratılmış yok. Biz insanı abes de yaratmadık buyuruyor. İnsan boş yere yaratıldığını, huzurumuza gelip hesap vermeyeceğini mi zannediyor buyuruyor. (Bkz. el-Mü’minûn, 115)

İşte malum, çok duyduğunuz bir hadis-i şeriftir. Kıyamet günü dört şeyden sorulmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldayamaz kıyamet günü. Bir; ne ile ömrünü harcadın? İkincisi, gençliğini nerede sarf ettin? Üçüncüsü, malından; onu nereden kazandın, nereye sarf ettin? (Kuranı Kerim ve hadis) ilminden olarak, nasıl bir istikamette bulundun. (Bkz. Tirmizi, Kıyamet, 1) Bu dört şey sorulmadan, ayağı kıpırdatılmaz, buyruluyor. Bir Hak dostu, zamanın kıymetini iyi idrak edebilmek için, gaflete düşmemek için Allah korusun sıkıldım dememek için, günlerimizi layıkıyla değerlendirmemiz için, şu tavsiyede bulunuyor, üç şeye dikkat çekiyor: Birincisi: Zaman zaman hastahanelere giderek, hastaları ziyaret et diyor. Sen diyor, o diyor, muzdaripler gibi hastalığa müptela değilsin şimdi diyor. Orada diyor, dermansız devasız hastaları gör diyor, şükret diyor. Sakın üf, of deme diyor. Zaman zaman hapishanelere git diyor, oraları gez diyor. Oradaki mahkumların bin bir ıztırapla dolu zindandaki hayatlarını tefekkür et diyor. Sen de bir an diyor bir öfkeye gelip, bir an öfkelenip o gafletle bir cinayet işleyebilirdin diyor. Bu diyor, cinayet işleyenlerin çoğu, bir anlık öfke, bir anlık gaflettir diyor. Allah seni ondan korudu diyor. Onun için şükret diyor. Üçüncüsü diyor, kabristanlara git diyor. Oradaki mezar taşlarının hal lisanından yükselen sessiz feryatlarını, figanlarını dinle diyor. Orada hayat nedir sualinin en güzel cevabını bulursun diyor. Velhasıl ömür nimeti, hayat nimeti, kaybolduğu anda pişman olmanın fayda vermeyeceği gibi, vakitlerin kıymetini bilmemiz, o zat tarafından arzu ediliyor. Ondan sonra diyor ki sonunda; Mezarda yatanlar için bir Fatiha oku diyor, bundan sonra günlerini hamd, şükür ve zikirle değerlendirmeye de gayret et diyor.

Boşa harcanan zamanın telafisi yok. Dünü geriye alamazsın. Zamanı borç veremezsin, borç alamazsın zamanla. Geçmişe ait dosyalar kapanıyor. O dosyalar çıkacak. Tek çare, kul hakkı varsa helalleşmek. Kul hakkı yoksa, Cenabı Hakk’a bol bol istiğfarda bulunmak. Bilhassa;

(Seher vaktinde Allahtan bağışlanma dileyenler. [Ali İmran, 17]) Seherler bilhassa. Rasulullah Efendimiz buyuruyor: Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın buyuruyor. (Tirmizi, Zühd, 4) Efendimiz, Zeynebi defnederken, siması değişti. Zeyneb, şehid olarak vefat etti. Onu Esved isminde biri, deveden iterek düşürdü. Hamileydi, kanlar içinde kaldı, bir müddet sonra vefat etti. Efendimiz onu defnederken, rengi sapsarı oldu. Ki Zeyneb’i çok severdi. Sonradan rengi eski haline geldi, rahatladı. Ashabı kiram dediler ki: Ya Rasulallah! Halden hale girdiniz dediler. Dedi ki: Kabir Zeyneb’i sıktı. Zeyneb’in feryadı maşrıktan mağribe duyuldu (insanların duymayacağı şekilde). Sonra kabir açıldı, Zeyneb ferahladı. (Bkz İbni Esir, Üsdül Gabe, VII, 131) Velhasıl bu, yine Sad bin Muaz defnedildiğinde Efendimizin yine rengi sarardı. Ne oldu ya Rasulallah denilince: Sad, sahabenin salihlerindendi buyurdu. Kabir onu sıktı da sıktı. Sonra kabir açıldı buyurdu. (Bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 360) Onun için, bir duası var Efendimizin, sık sık bu duayı okuyalım: Ya Rabbi! Kabir azabından ve kıyamet azabından Sana sığınırız. (Bkz. Buhari, Cenaiz, 88; Müslim, Mesacid, 128-134) Yine Efendimiz buyuruyor: Ölüp de pişmanlık duymayacak hiç kimse yoktur buyuruyor. Ashabı kiram: Onun pişmanlığı nedir ya Rasulallah diye sorunca Efendimiz: Muhsin, yani ihsan ehli, salih bir kişi, bu halini daha fazla artırmamış olduğundan. (Tirmizî, Zühd, 59) Yani; ölüm anı gelir de keşke biraz daha açılsa da ömrüm, Cenabı Hakk’a daha çok yaklaşsaydım, daha çok Salihler den olsaydım. Salihlerin üzüntüsü bu olacak buyuruyor. O ölüm anında diyor, salihler de pişmanlık duyacak buyuruyor. İlyas aleyhisselama Azrail geldi. İlyas aleyhisselam şöyle bir değişik bir hal oldu kendisinde. Azrail dedi ki: İlyas dedi, sen peygambersin dedi, ölümden mi ürktün dedi. Yok dedi, ölümden ürkmedim dedi. Dünya hayatı benim için güzeldi, cazipti dedi. İbadetlerim vardı dedi, taatim vardı dedi. Allah’ın emrini yerine getirmek, Cenabı Hakk’a zikirle, fikirle yaklaşmak, bana çok büyük bir lezzet veriyordu dedi. Hep bu lezzetin içindeydim dedi. Şimdi ise mezarda rehin kalacağım kıyamete kadar dedi. Orada kaybetmek, kazanmak yok. Velhasıl demek ki bir ölüm yolcusu olduğumuzu unutmamak, dünyada bir misafirhanede olduğunun idraki içinde olabilmek. Yani velhâsıl, çalışmamız, gayretlerimiz boş olmayacak, Allah rızası için olacak.