Bir kurbağa prensin, çirkin bir prenses tarafından öpüldükten sonra sihrin bozulup prense dönüşeceğinin memnuniyeti ve aynı zamanda çirkin bir prensesle bir ömür beraber olmak zorunda kalacağının memnuniyetsizliğinin çetrefilli duygusunu aynı anda yaşamanın anlamsızlığı içerisindeyim.

İçimde barınan iyiler ve kötüler birbirine kördüğüm olmuş... Açmak için hangi ipe elimi atsam hüzün koluma yapışacakmış gibi hissediyorum. Bundan dolayı anlamlandıramadığım bu olayı dışardan izlemeyi tercih ediyorum.

Hayat, memnuniyetsiz memnuniyetlerle dolu… Ah be hayat, her şeyin kabahatlisi, çıkış noktası dönüp dolaşıp senin dibinde bitiyor. Herkes sana kızıyor, darılıyor, söyleniyor da yine de sende yaşamak zorunda… Yaşamımız en başından itibaren memnuniyetsizlikler ile başlıyor.

Pirincin içinden taş ayıklamak gibi oldu güzel şeyleri yakalamak. Öncelerde mutluluk, laubali bir çocuk gibi gelip ense arkamıza bir şaplak indirir nanik yapar keyiflendirirdi bizi… Şimdilerde o da dudağını büzmüş, kendini düşünce parmaklıkları ardına gizlemiş, bir köşede oturuyor.

Kime elini uzatsan o el havada kalıyor. Güvensizliğin çıkış noktası neresi acaba? İnsanlar neden bu derece menfaat mahkûmu oldu? Önümüz ve arkamız niçin birbirinin zıttı?

Hayatı zorlaştıran bizler, güçlüğün tam orta yerinde karantinaya alınmış, öldürücü hastalıklardan, yine o yasaklılardan birinin bizi kurtarmasını temenni ederek sessizce bekliyoruz. Elimizi kolumuzu kendi isteğimizle bağladık, bu daha doğru geldi belki de... Bir işe kalkışmanın sonucu, hep zararla oturmak olmuş.

Eskilerde bastırılan, sindirilen, yasaklı kişilikler vardı. Şimdi ise özgür tutsaklar… Hepimiz birer düşünce suçlusuyuz. Hayat, sürüye uyduğun zaman sinsi bir güzelliğe bürünüyor. Aykırı bir şey yapıp, düşüncelerini dışa vurduğun zaman ise ağzının ortasına bir tokat indiriveriyor. Daha bunun acısı ile kıvranırken ayağına bir de çelme takıyor ve hadi tepetaklak yerdesin.

Daha sonra ne mi oluyor? Unutulmayan, garantili hafıza kaybı meydana geliyor. Bunu bir hayat dersi olarak algılayıp bir daha yapmamak üzere kendimizi koşullandırıyoruz. Memnun değiliz bu hayatı yaşamaktan… Köreltilen düşüncelerimizden… Hapsedilen fikirlerimizden… Akıl etmekten uzak, tek tip olmaya odaklı… 

Memnuniyetsizleştik!

Kendimiz olamadığımız için yaşamaktan, sevilmediğimizden dolayı hislerimizden, menfaatlerden dolayı dostluktan, sömürülen iyiliklerimizden dolayı yardımlaşmadan ve daha birçoğundan vazgeçtik. Olanı kabullenip, eyvallah dedik.

Dedik de; niye direnmedik?

Çirkin biri ile hayatı yaşayacağımızı bile bile yine de “prens olacağım” sonuçta diyerek kendimizi avuttuk. Kördüğüm olan şeyleri bıraktık, “yosun tutsun kime ne!” dedik.  Aman aman mutsuzluk karşımıza çıkmasın yeter ki!

Pirincin içinden taş ayıklamak boşa zaman kaybı geldi. Zaman yerine; dişimin bir parçası gitsin, “ufak gülücüklerle dolgu yapar, tekrar dokunacak acılardan korurum onu” dedik. Üzülen, küsen, dudak büzen çocuğu oturduğu köşede unuttuk. Bunla da kalmayıp, zamanla nerede onu bıraktığımızı bile hatırlamaz olduk.

Unuttuk, kabullendik, içimizde birçok şeyi bitirdik. Memnun da değiliz ya zaten! Düşüncelerimizin kafasına vurduk; “Sus, yeter!” dedik.

Hayatın hırçın seline kapılmış bizi nereye sürüklerse oraya gitmekteyiz. Bırakacağı yeri umursamadan yaşayıp gidiyoruz işte…

Garantili hafıza kaybımız hayırlı olsun. Hoş gelmiş memnuniyetsiz memnuniyetler! Umarım çok uzun kalmazlar…(!) Ziyaretin kısası makbuldür.