“Kocaman uçsuz bucaksız bir umanın üzerinde günde kaç saat uçup, çevremdekilere arkadaşlık ediyorum, bilmiyorum. Herkesin hayranlık dolu bakışları gözlerimden kaçmıyor. Beni çok sevdiklerini hissediyorum. Çünkü onlara her eşlik edişimde sevgiyle benim karnımı doyurmak için uğraşıyorlar.

Ben martı Naz! Deniz uçuşuma, insanlar simit yiyişime hasta!  Aslımda etçil bir hayvan olmama rağmen insanlar beni hamur işine alıştırdı. Türk kadınları gibi hamur işine hayır diyemiyorum. Simit, kraker bağımlısı oldum. Ben de Türk martısıyım sonuçta! Tatları da gerçekten harika! Bu durumdan şikâyetçi değilim.

Ben denize âşık bir kuşum. Sevgilimden vazgeçemiyorum. En yakın dostum ise hava! Onu kanatlarımın arasında kucaklayarak uçmaktan çok hoşlanıyorum. Ve ağabeyimiz güneş! Büyüklüğüyle hep önümüzü aydınlatıyor, yol göstericimiz oluyor. Onu, insanlar da çok seviyor. Güneş gülen yüzünü gösterdiği zaman herkes o beton yığınlarının içinden çıkıp kendini çimlerin üstüne bırakıyor.

Ben de denizdeki balıkların korku dolu bakışları arasında hava şarkısıyla dans ediyorum. Kanatlarım yer çekimine meydan okuyor. Balıkları yakalamak için denize yaklaştığımda suyun üzerinde yürüyorum adeta! Deniz beni şefkatle kucaklamak istese de biraz mesafeli olmamız gerekiyor. Beni seven sizlerin yaptığı gibi deniz de koynunda beslediği balıklardan ikram ediyor bana! Bembeyaz görünüşüm masumluğu ve güzelliği anımsatıyor. Ben martı Naz denizin gelini, hepinizin hayatında en az bir kere gördüğü ve deniz deyince akla ilk gelen canlı türü!”

Hafta sonu kısa bir İzmir seyahati yapma şansı buldum. Vapura bindiğimizde onlarca martının da bize eşlik ettiğini gördüm. Martı Naz da onlardan birisi! Birçok şeye âşık olurda insan, şehre âşık olur mu?.. Gerçekten hayran olmamak elde değil. Havası ilaç, kokusu kitap olan buşehre!

Martıların yaşadıklarını hissetmeye çalıştım kısa bir süre! O vakitte kanatlarını tamamıyla açmış ama çırpmayan, hava akımıyla nazlı nazlı süzülen bir martı önümde beliriverdi. Candan, içten bir sıcaklıkla bizleri seyrediyordu. Duygularımız karşılıklıydı sanki.

O anda bana bir şeyler fısıldadığını hissettim. Müşfik halleriyle oradan oraya süzülen martı halinden gayet memnundu. Bu şehri sevmemek elde değildi. Bir şehre gönülden bağlanacağımı düşünmezdim. Kadife Kalesi gibi yüreğim de yumuşacık hisler bırakacağını, Saat Kulesinin ihtişamını, yanında bulunan İzmir Belediye Binasındaki ay yıldız ve Atatürk'ün siması hem tarihi buram buram yaşamama hem de bir parçamı burada bırakmama neden oldu.

Martının aşkı, insana taştı diyebilirim. Gündüzü bir ayrı, gecesi bir ayrı güzelliğe bürünen bu şehir insanı adeta büyülüyor. Gece yağan yağmurunun sesi ve yıldırım düşmeleri ise korkutucu! Her güzel şeyin bir çirkin tarafı oluyor haliyle...

Herkesin yaşayamadığı ama gönlünde yer etmiş bir şehri vardır mutlaka. Benim gönlümdeki şehirde İzmir oldu. Ağabeyim ve iki tane çok sevdiğim ablamın eşliğiyle de çok güzel günler geçirdim. Gerçekten böyle bir zaman geçirdiğim ve sizlerle paylaşma imkânım olduğu için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

“Hayat bir virane,

Sizsiz olmuyor ne çare,

Siz olmazsanız bu hayatta,

Atarım kendimi çekyattan!”

Yazılarımı okuyan gözleriniz dert görmesin. Umarım beğenirsiniz. Selam ve dua ile!