Ne çok yol aldık faninin sokaklarında... Kırıldık, üzüldük, darıldık… Engellere takılıp tökezledik, düştük. Görünmeden kanayan yaralarımızı gizlice sardık. Yalnız kalmak acıyan yüreğimizden daha çok korkuttu bizi… Birbirimize batırdığımız iğnelerimizi görmezden gelip, üşüyen duygularımızı ısıtmak için yine birbirimize sokulduk.

Sonuç ise değişmedi.

İnsanlar git gide birbirlerine yabancılaşıyor. “Ah nerede o eskiler” demek istemiyorum ama yine de gönül bir ah’ın ardındaki geçmişe olan özlemini dile getirmeden edemiyor. Sobaların kalkıp, yerine samimiyetsiz kaloriferlerin gelmesinden anlamalıydık hayatlarımızın tek tip, hayallerimizin yok olacağını… Ve ekranların evlerimize girmesiyle birbirimizden uzaklaşacağımızı…

Anneannem bizler televizyonu açınca çok sinirlenir ve kızardı. “Bu yabancı herifleri neden eve aldınız?” diye… Haklıydı almamalıydık. Kapı komşumuzu tanımazken, biranda evlerimize girip ekranlarda beliriveren yabancıları akrabalarımızdan fazla tanır olduk. Onlarla hemhâl edip, kapımızı kapadık eşe dosta…

Aynı yastığa baş koyduğumuz eşimizin yüzüne bakmak yerine kafalarımızı gömdük deve kuşu gibi telefonlara… Sosyal medyadaki paylaşımların büyüsüne kapıldık. Oturup da sohbet edecek olsak birbirimizi incitir olduk. Bunun akabinde güvensizlik dikenlerimiz ortaya çıktı.

İnsan ilişkileri de hayatımızdaki çoğu şey gibi zamanla değişti işte...

Bir sayfada okumuştum; Alman filozof, insan ilişkileri hakkındaki görüşlerini çok güzel bir metaforla, kirpilerin hikâyesi ile anlatıyor. “Soğuk bir kış günü kirpiler ısınmak için bir araya toplanır. Ama kısa bir süre sonra okları ile birbirlerini yaraladıklarını görüp ayrılmak zorunda kalırlar. Isınma ihtiyaçları onları tekrar bir araya gelmeye zorlar fakat okları ile canları yanan kirpiler yan yana duramaz, yeniden ayrılırlar. Ta ki dondurucu soğuktan dirençleri kırılana kadar… Bu ayrılıp birleşme dansı, birbirlerine zarar vermeden yaklaşabilecekleri mesafeyi bulana kadar devam eder.

Biz insanlar da kirpilere benzeriz der filozof. Sevgi ve yakınlık için birbirimize sokuluruz fakat bu buluşma can yakar, hemen ardından mahremiyetimize döneriz. Ancak bu kez de soğuk gecede üşür, yalnız kalırız ve tekrar yakınlaşmak isteriz. Hayatın tek düzeyliğinden kaçıp insanların arasına sığınmak için birleşme ve insanların dayanılmaz hatalarının verdiği acıdan kendimizi korumak için uzaklaşma ihtiyacı birbirini takip eder.”

Kirpiler gibi, yara almadan BİR ARADA kalmak için uygun olan mesafeyi ayarlamamızı, birbirimizi tanımamızı, uygun olan yüreklerimize dokunmamızı önerir ünlü filozof.

Bizim en çok sevgi ve şefkate ihtiyacımız var. Fakat ahir zaman insanlarıyız, o kadar ön yargılı olmuşuz ki birbirimize her uğrayışımızın ardında bir art niyet arıyoruz. İllaki bu da iyi değil. İki iğne arasını bulabilmek marifet…

Ayrılıklar her zaman can yakar. Ardından gelen yakınlaşmalar ise tereddüde sebep olur. Üşürüz yalnızlıktan… Birbirimize sokulmak istesek de eskilerin bıraktığı acı izler buna izin vermez. Bunların en baş ve büyük nedeni ise şu zamanlarda yabancılaşmış olmamız olsa gerek.

Anne ve babalar dahi kendi büyüttükleri evlatlarını tanımıyorlar. Hayatlarımızda o kadar çok etken var ki yetişemiyoruz. Binaenaleyh kişiliklerimizin zedelendiğinin dahi farkına varamıyoruz.

Ve yukarıda alıntı olarak yazdığım yazının sonunda filozof bize şu soruyu yöneltir; “İki iğne arası mesafeyi KORUYABİLMEK için ne gerekiyor?”

Bizler de kendimize soralım. Düşünelim, farkına varalım. Selametle…