Bir sabah dünya boşken kalktım. Köşe başlarında acı ile bağdaş kurmuş hüzünlü, kederli insan manzaraları!Ve sordum kendime; Neyin var sahip olduğun, yanında sana eşlik edecek, gönül ateşine su serpip seni serinletecek?..

Tık! Kapandı yürek... Bu da geçer diye geçirdim içimden! Bir gün kim(sesi)zliğin çığlıklarını duyacaklar. Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak o kadar da zor olmasa gerek. İlle de içimdeki acıları haykırırcasına sözler mi sarf etmem lazım? Vicdan kim(sesi)sin cevabını biliyordur elbet.

Kötülüğün bir salgın gibi yayıldığı şu dünyada koskoca bir yıl daha geçmek üzere! Hayat bu su gibi akıp gidiyor diyemeyeceğim. Bu aralar sıvılaşmış lav gibi içimizdeki güzellikleri, umutları yakıp geçiyor... Yorgunluklar, keşkeler, bıkmışlıklar, yaşanmak isteyipte yaşanamayan düşler! 

Kimsesizliğin içindeki “kim?” sesi kemiriyor düşüncelerimi! Çaresiz miyiz? Hadi oradan, çaresiz falan değiliz. Bu egosu okşanmış şımarıkların zorluklardan kaçmak için uydurduğu bir bahane! Geçmişi Ergenekon ileÖtüken ile donatılmış Türk, çaresizlik kelimesini Alparslan gibi savaşarak alt eder. Şu aralar “Kim?” sorusunun cevabı Türk'ün lügatinde barınmıyor.

Kim bizi çaresizlik tuzağına düşürebilir. Biz bir ölür, bin diriliriz. Kork! Çünkü ölüsünün bile savaştığı, küllerinden yeniden doğan bir milletin karşısına dikilen her şey yerle yeksan olmaya mahkûmdur. 

İçimde çok büyük bir ağlamaklı hâl var. Bir ağacın altında oturarak; kan kokan toprağıma, umut ile uçan güvercinime, merkezinden yaralanan ülkeme! Her şeye inat gökte dalgalanan beyaz ve kızıl bayrağıma! Arif Nihat Asya'nın sözleri arasından süzülerek, birkaç satır gelir o anda yüreğime bir ferahlık ile! 

“!Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın, mezarını kazacağım.”

Günlerden sükût. Issız ve hecesiz kalmayı tercih ediyorum. Lâkin kim(sesi)z olmadığımı fısıldıyor yüreğim. Duygularımı kamçılıyor acım! Ölümü anmaktan korkuyor ruhum. Cemal Süreyya'nın söylediği gibi, “Hevesin, mutluluğun, boğazda en sert kaldığı coğrafyanın çocuklarıyız.” Ama her şeye rağmen davasında ısrarcı olan ve direten çocuklarız. 

Bazen olmak istediğimiz ile olduğumuz yer arasında farklar olsa da Müslüman Türk umudundan, inancından ve isteklerinden asla vazgeçmez.Allah isteklerinde, duasında ısrarcı olanı severmiş. Eğer II. Mehmet davasından dönmüş olsa idi, Konstantiniyye'yi fethedip Peygamberimizin müjdesine mazhar olamayacaktı.

Üç tarafı denizlerle çevrili kimsesiz gibi gözüken ülkem, sen Allah'ın izni ile kendi kendine yetersin.

Biz Yaratıcımızdan başka kimseden medet ummadık ki,ummayacağız da!  Cennet ülkemi cehenneme çevirmek isteyenlere fırsat vermeyeceğiz evvelAllah. Bir zamanlar bize “hasta adam” gözüyle bakanların planlarınınasıl suya düşürdüysek şimdi oynanan oyunları da tabu taşları gibi tek tek yıkacağız.

Kendimize yettiğimiz gibi diğer kardeşlerimize de kucak açmaktan geri kalmayacağız. Kavimler Göçünde olduğu gibi elimizi dokundurduğumuz, geçtiğimiz yerlerde birbirine bağlı olan yürekler meydana getireceğiz. 

Beni etkileyen, içimi parçalayan küçük bir yazı paylaşmak isterim sizlerle; “Suyu öpüp ardından öyle dökmüştüm oğul, tez dönersin diye yâd ellerden. Şeker sepelemiştim her gün karınca yuvalarına, kesilmesin diye nasibin arş-ı âlâdan. Rüzgâr çamdaki kumru yumurtalarını düşürdü o gün oğul; acıyı toprağa düşürdü, yüreğe düşürdü! Sonra kış oldu. Sonra,senden sonra kara kış oldu oğul. Taşı eritti yaşlarım!” (Çetin Akyıl)

Ülkemizin üzerinde oynanan oyunların bozulması duası ile! Bu olanlara sadece Allah için katlanıyoruz.ALLAH MÜSLÜMAN TÜRK'Ü KORUSUN.