Mizah eşittir gülmece… Hayatta üzülecek o kadar çok şey var ki insanlar gülmek ve güldürmek için çeşitli yollar dener oldu. Hatta “komedi” adı altında bir meslek dahi ortaya çıkıp, komedyenler türemeye başladı. 

Şimdilerde bir kişi sahnede, yaşadığı komik olayları salon dolusu insan ile paylaşıp onları da mutluluğuna ortak ederek keyifli zaman geçirmeyi ve biraz da olsun hayatın gerçeklerinden uzaklaşmayı yeğliyor. Gülünüp, eğleniliyor. 

“Peki, bizler neye gülüyoruz?” 

Dünya mizah anlayışı her toplumda farklılık göstermekte… Birkaç örnek vermek gerekirse: 

İskoçlar cimrilikleri ile tanınmışlar. İngilizleri güldüren şeylerin başında da İskoçların cimrilikleri gelirmiş. Bu konuda çeşitli fıkralar anlatırlarmış. İşte bunlardan biri:

“Mac Farlane’in oğlu okuldan dönmüştü. Heyecan içinde bahasına yaklaşıp: “Baba, benimle ne kadar iftihar etsen azdır” dedi. “Öğütlerini tuttum, bugün tam altı kuruş tasarruf ettim. Giderken de, dönerken de otobüse bineceğim yerde, binmedim, otobüsün peşinden koştum.”

Babası kızdı: “Sersem” diye çıkıştı, “otobüs yerine bir taksinin peşinden koşsaydın, daha fazla para tasarruf etmiş olurdun.”

Almanları siyasi ve deli fıkraları güldürürmüş. Bundan dolayı bu konularda çeşitli gülmeceleri varmış. Ve şu hikâye Alman mizahını temsil eden güzel bir örnektir:

“Bir bakan, akıl hastalıkları kliniğini gezmektedir. Hastanenin başhekimi bakana az ileride bir yüzme havuzunu göstererek, hastalara tramplenden havuza atlamasını öğrettiklerini söyler. Gerçekten, tramplenin üzerinde, havuza atlamaya hazırlanan bir deli vardır. Bakan dehşetle havuzda su bulunmadığının farkına varır. Heyecanla tramplendeki deliye, aşağıya atlamaması için seslenir.

Deli kayıtsız, omuzlarını silker: “Ne zararı var» der, «ben de zaten yüzme bilmiyorum ki!”

Amerika’da ise son zamanlarda feza mizahı gittikçe yayılmakta imiş… Buna bir örnek ise:

“İki yaşlı kadın Ay’a gitmek üzere bir füzeye binerler. Yalnız, füze o kadar gürültülü, o kadar hızlı bir şekilde ilerlemektedir ki, istedikleri gibi konuşamazlar. En sonunda biri, füzenin pilotuna döner:

“Sesten hızlı uçmamız şart mı? Biraz daha yavaş gidin de arkadaşımın anlattıklarını duyabileyim…”

Gibi örneklerle Dünya mizah anlayışından kısaca bahsedebiliriz. 

Türklerin mizah anlayışına gelirsek; ilk akla Recep İvedik ve buna benzer tiplemeler geliyor sanırım! Cahil ve kro bir karakterin her konuya ve mesleğe el atıp, türlü türlü yaptığı hoş olmayan davranışlar?!

Ama ne yazık ki öyle değil. Tarihe baktığımız da Türk mizahı Antik dönemde ;“Ezop Masalları”, Selçuklu Döneminde ise; “Keloğlan masalları, Dede Korkut hikâyeleri ve Nasreddin Hoca fıkraları” ile devam ediyor. Osmanlı Döneminde Türk mizahı durağan olsa da İslami tavır esas alınarak “Pişekâr ve Kavuklu” gibi karakterler orta oyunda yerini almışlar.

Mesela Yıldırım Beyazıt’la Osmanlı sarayına giren soytarılar, Padişahlara halkın sesini hicivle iletirlermiş. Keşke bizimde siyasetçilerimiz biraz gülse de bizlerin de yüzlerini güldürse değil mi?

Matbaanın icadı ile ise ilk mizahi dergi; “Diyojen” daha sonra da “Akbaba, Gırgır, Leman, Penguen, Uykusuz” dergileri doğmuş.

Bu kadar geçmişe sahip olan bir konu şimdilerde, sokaklara taştığında; el şakalarına ve birbirimizle dalga geçmeye dönüştü. Babalarımız; “Köpek alamayız, zaten seni besliyoruz.” Annelerimiz; “Sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz.” gibi şakalar yapar oldu. 

Bunu takriben; boş çaydanlıkları dolu gibi getirerek şakacıktan(!) üzerimize düşüren ve yanma korkusunu şakaya çeviren bir nesil türedi. Youtuber şakaları ise içler acısı… “Anneme evlendim şakası yaptım, dayakla bitti.” (!!!)

Aslında kendi halimizdeyken daha güzel bir milletiz. “Her şeyin fazlası zarardır” diye boşuna dememiş atalarımız... Gülelim, güldürelim fakat kültürümüzden ve ahlakımızdan uzaklaşmayalım. Mutlulukla kalın yazı dostlarım. Tebessüm yakanızı hiç bırakmasın.