Düşüncelerim yine haddinden fazla dipsiz bir kuyuya benziyor. İçine ne düşerse düşsün,bu koca karanlık boşluk onu yutacakmış gibi…

Gece denizin korkutucu, kapkara, içindekileri kendine hapseden bir su birikintisi olduğu gibi düşüncelerim de bir mapusdamı gibikıpırtısız sabahı beklemekte…

Gün ayar mı? İnsanlar mı güneşi daha çok sever yoksa günebakanlar mı? Peki diğer isminin çelişmesi nedendir. Gizliden oda mı geceye âşıktır? Neden bu kadar soru soruyorum bilmiyorum. Belki de kendi kendime konuşmayı adet edindim kim bilir... 

İçim diyorum içim; içim keşkelerden oluşan koca bir şehir. Dünya ne kirli ve kötü bir yer olmaya başladı. Eceliyle ölenlerden çok, pis ellerde ölenler çoğaldı. Acıdan yorulduk da, yoranlar utanmadı. Ne zor sende yaşamak ahir zaman… 

Bir âfitap daha doğar mı şu kirli yeryüzüne?..Güne layık bir zamanda yaşamazken… Aydınlığın ne önemi var. Çocukların bedeni zifiri karanlığa gömülürken… Kalem dahi, yazıp çizmekten yoruldu. Neden caydırıcı bir ceza hâlâ YOK!?

Gelecekteki çocuklarımızdan, dibimizde duran yavrularımızdan korkuyoruz. Annem hep: “Kızım, evlat beklemek hazine beklemeye benzer.” derdi. Şimdi şimdi anlıyorum bu cümlenin ne demek olduğunu acılar dört bir yanımı sararken… 

Ne oldu da büyüdükçe kayboldu masumiyetimiz?.. Biz büyüyünce mi kirlendi dünya?.. Tek yapmamız gereken insanca yaşayıp, bize emanet olan melekleri korumaktı oysa… 

Nazım Hikmet’in sözleri geliyor aklıma; “Dünyayı verelim çocuklara… Hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar. Oynasınlar türküler söyleyerek bulutların arasında… 

Dünyayı çocuklara verelim… Kocaman bir elma gibi verelim. Bir ekmek somunu gibi… Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar. Bir günlükte olsa öğrensin dünya arkadaşlığı… Çocuklar dünyayı alacak elimizden, ölümsüz ağaçlar dikecekler…” 

Nazım Hikmet’in dediği ölümsüz ağaçlar; hüzün veren, insanlığı sömüren, gönlü acıtan bir bitki değildi tabii ki… Ama ne yazık ki şimdilerde neslimizin tohumlarını toprağa veriyoruz. Bazı şeyler açığa çıktıkça meşrulaşıyor. Ne ar, ne namus, ne de utanma kalıyor. 

Bunların temeline inip düşünmek gerekiyor aslında… İnsanların bilinçaltına işlenmiş nasıl görüntüler ve imalar var ki kötü olarak algılamak yerine bu git gide çoğalıyor. Bunun altında da teknoloji yatıyor sanırım. 

Televizyonlarda yayınlanan; toplumumuza, kültürümüze aykırı her dizi, film ve program bu olayları haddinden fazla bizlere alıştırdı. Yıllarca tecavüzcü yetiştirdi televizyonlar… Kadın bedenleri bir ödeme aracı olarak gösterildi. Genç kızlar, erkekler yapmacık aşk hikâyelerine özendirildi. Bu sözler hiç hoş değil biliyorum ama söyleyecek kelimem, buna farkındalık yaratacak kelamım kalmadı lügatimde…

Korkuyorum, çocuk istismarına ve ölümlerine de alışacağız diye… 

Hiç ardı arkası kesilmeyen bir yağmur yağsa temizlenir mi dünya? Bizim çocukluğumuz gibi bir âfitap doğar mı yeryüzüne? Akşam ezanına kadar dışarıda, sokaklarda oyunlar oynayabilir mi çocuklar? Anneler gönlü rahat oturabilir mi evlerinde? Zihinler, düşünceler kirlerinden arınır mı? 

Sadece soru. Peki ya cevaplar!