Önemli olan en mükemmeli bulmak değil; elimdekinin kıymetini bilip onuelinde tutabilmektir. Sahip olduğun en önemsiz şey bile sana ait olmayan en kusursuz şeyden daha değerlidir. Çünkü sana aittir o, senindir!

Otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime; sorguluyorum kendimi! Hayat bir okulsa, o zaman peşinden senelerce koştuğumuz diploma denilen kâğıt parçalarına ne gerek var?Okulu bitirmemizin nedeni, bilgili ve toplumumuza yararlı bir birey olmak değil mi? Görünen neden bu ama ne kadar da sınıf ayrımı yok dense bile aramıza sinsice sokulan bir sınıflandırılma mevcut.

Çoğu insan sadece toplumun gözünde iyi bir tahsile sahip olarak gözükmek için bir üniversite bitiriyor. Diğer bir nedeni ise para kazanmak için! Hayatımızı devam ettirmek ve daha iyi bir yaşam koşulu için son sürat beyinlere sokulmaya çalışılan bilgiler, kısa bir süre sonra öksüz, kimsesiz kalıyor. Sonu gelmeyen güdük bilgiler peşinde koşuyoruz. Çünkü bunların tek amacı sınavı geçmek ve diploma denilen zirve noktaya ulaşmak!

Bir kâğıt parçası için onca bilgiyi öldürüp cinayet işlemek ne kadar doğru bilemeyeceğim. Bilgiyi kendi gönül rızamızla kovalamak ve yakaladığımızda onu güzel bahçelerimize bir tohum gibi gömüp; verim alabileceğimiz, benliğimizde kendimize yolculuk yaptığımızda güzel çiçekler açmış, meyve vermeye hazır, geleceğimize tat katacak güzelliklerle karşılaşmayı yeğlerim.

Neşet Ertaş'ın bir diploması yoktu ama biz onu üstat olarak biliriz. Mevlana'nın da belgeye dayalı bir tahsili yoktu ama Mesneviyi yazmıştır ve milyonlarca gönülde huzur filizlerinin yeşermesine sebep olmuştur. Fatih Sultan Mehmet'in de elinde bir kâğıt parçası yoktu ama kırk sekiz defa kuşatılan fakat alınamayan İstanbul'u üstün bilgi ve becerisiyle on dokuz yaşında fethetmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in hadisine mazhar olmuştur.

Önemli olan geleceği garanti altına almak için menfaatler uğruna bilgiyi öldürüp cinayet işlemek değil. O bilgi için nasıl yandığın ve içinde demlenmesini nasıl sabırsızca beklediğindir. Kısa ama anlamlı bir yazı okumuştum orada şöyle anlatılır; “Franklin çocuğa birine bir elma vermiş. Çocuk çok sevinmiş. Bir elma daha vermiş. Çocuk daha çok sevinmiş. Bir elma daha verince çocuk sevinçten deliye dönmüş. Ve bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde zapt edememiş, sonuncusunu düşürmüş yere! Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk. Hayatta böyledir işte!” 

Çabasız, hazıra konularak elde edilen bilgiler; yaşamımıza yön vermesi gerekirken bizim yarı yolda engellere takılarak düşmemize neden oluyor. Çünkü onun ne olduğunu bilmeden sahiplenmemiz, yabancı olduğumuz şeyin bir süre sonra üstesinden gelemeyerek anlamsız bir çelişkiye kapılmamıza neden olacak. Sonrasında hayıflanmak ise hiçbir şeyi geri getirmeyecek.

Herkes gibi diploma denilen bir çobanın peşinde oradan oraya dolandırılan koyunlar gibi güdülmek yerine, korkusuzca dağlarda bilgiye aç, ava çıkan bir kurt olmak daha mantıklı geliyor. Bilgisiz değiliz ama bilgiyi menfaatlerimize kestirme bir yol ve mecburiyet olarak gördüğümüz için bocalıyoruz.

Binaenaleyh hayat okulunda çoktan büte kaldı yüreğimiz! Ezberimiz kuvvetliydi aslında ama aldığımız dersleri tutamadık aklımızda! Hayatımızın en ön sırasına oturttuğumuz benliğimizin önüne sıraladık hayat eğitiminde basılmış kitapları! En güzel tarafı buram buram yaşanmışlık kokmasıydı! Ama şiirden anlamayanlara şiir okuduk. Küçük şeylerin hesabını yapanlara, büyük rakamlar bağışladık. Her şey apaçık ortadaydı ama sözlü olarak ne duyduysak ona inandık. 

Kırıklarla doldu hayatımız. Kimi zaman kanayan yaralarımızı mürekkep yaptık kaderin kalemine, kimi zaman öğretmen yaptık acıları, söz dinlemeyen yüreğimize! Aslında hepimizi sıra dayağından geçirdi hayat, üstelik tırnak uçlarına vura vura...Bunuancak benliğimizden mezun olduğumuzda anladık. Allah'ın “Oku!” emrini bir kâğıt parçasına sığdırmaya çalıştık. Vesselam.