Asıl adı Cündeb b. Cünâde olmakla birlikte, Ebû Zer künyesi ile meşhur olmuştur. Arap yarımadasında kervanlara baskın yapmakla meşhur olan Gıfâr kabilesine mensuptur.

 Bu kabilenin bir mensubu olarak Cündeb b. Cünâde de yol kesip yağma faaliyetlerine iştirak etmiş, hatta bu konuda kavmi içinde şöhret bulmuştur.

Ebû Zer (R.A.), Hz. Peygamber’in (S.A.V.) milâdî 610 yılında davete başladığı haberini alınca derhal Mekke’ye geldi ve onun huzurunda İslam’a girerek ilk Müslümanların arasına dâhil oldu

İslam dinini kabul etmesinden önceki gözü pekliğini Mekke’de de sergileyen Ebû Zer (R.A.), gizli davetin gerçekleştiği ve Müslüman olanların ancak Mekke’nin uzak vadilerinde toplanıp ibadet edebildikleri bir dönemde Kâbe’ye giderek İslâm’a girdiğini herkese açıklama cesaretini gösterdi.

Müslümanlar için en zorlu askerî harekâttan biri olan Tebük seferi esnasında zayıf devesi ile yolculuk yapmak zorunda kalan Ebû Zer (R.A.), ordunun konaklama yerine ancak sonradan ulaşabildi. O, gidiş yolunda bulduğu suyu kendisi içmemiş, Müslümanlara getirmişti. Bu davranışından son derece memnun ve müteessir olan Allah Rasûlü (S.A.V.) ona hayır duada bulunmuş ve ashâbına "O, yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız haşrolur" elemek suretiyle onun daha sonraki hayatı hakkında bilgi vermiştir.

Ebû Zer’in (R.A.) Hz. Ebû Bekir (R.A.) ve Hz. Ömer’in (R.A.) halifelikleri döneminde sakin bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. O bu süreçte Müslüman askerlerle birlikte Suriye fetihlerine iştirak etti ve halife Hz. Ömer’in (R.A.) kendisine bağladığı maaş ile hayatını mütevazı şartlarda devam ettirdi. Suriye ve Ürdün fetihlerinin ardından Mısır fethine iştirak etti, burada bir müddet kaldıktan sonra tekrar Medine’ye döndü.

Ebû Zer’in (R.A.) İslâm tarihi kaynaklarında adının sıkça zikre dildiği dönem Hz. Osman’ın (R.A.) halifeliği zamanıdır. Bu sürecin başlangıcında tertip edilen seferlere bir asker olarak iştirak eden Ebû Zer (R.A.), Şam eyalet valisi Muaviye’nin Anadolu seferleri ve Kıbrıs fethine de katıldı.

Gerek Suriye, gerek Mısır, gerekse İran fetihlerinde elde edilen muazzam ganimetler sonucunda toplumda görülen refah ve devlet adamlarının harcamalarındaki artış, Ebû Zer ile zamanın idarecileri arasında tartışmalara sebep oldu.

O, insanların dünya malına temayül göstermelerini, bilhassa Emevî idarecileri ile bazı zengin Müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini (kenz) şiddetli bir şekilde eleştirmeye başladı.

 Altın ve gümüşü Allah yolunda sarf etmeyip biriktirenleri elem verici bir azap ile korkutan ayetlere dayanarak (Tevbe, 34-35), ihtiyaç fazlası malın elde tutulmayarak derhal Allah yolunda harcanması gerektiğini savunan Ebû Zer (R.A.), bu  konuda halife Hz. Osman’ı (R.A.) göreve çağırarak, elinde ihtiyacından fazla mal bulunan Müslümanların sahip olduklarının devlet zoruyla müsadere edilmesini ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istedi.

Buna karşılık Hz. Osman (R.A.) da kendisinin devlet başkanı olarak ancak zekât konusunda insanları zorlayabileceğini, onları tasaddukta bulunmaya teşvik edebileceğini, ancak farz olan zekâtı verilmiş malın tasarrufunun sadece sahibine ait olduğunu, halifenin bu konuda bir yetki ve sorumluluğunun bulunmadığını söyledi.

Buna rağmen Ebû Zer (R.A.) insanları dünya malından uzak durmaya, züht ve takvaya yöneltmeye dair görüşlerini açıklamaya devam etti. Üstelik fikirlerini daha da sertleştirerek Müslümanların malını kendi malları gibi harcadıkları iddiasıyla devlet idarecilerini itham edici boyuta taşıdı. Bu sebeple, düşüncelerinden rahatsız olanların sözlü ve fiili müdahaleleriyle karşı karşıya kaldı.

Hz. Osman (R.A.) da bunun üzerine eleştirdiği insanlar tarafından kendisine daha büyük bir zarar gelebilir endişesiyle, belli bir süre ikamet etmek üzere onu Medine’den Şam valisi Muaviye’nin yanına gönderdi. Ebû Zer (R.A.) burada da aynı görüşleri toplum içinde seslendirmeye devam etti. Onun dünya malına düşkünlük konusundaki eleştirilerinden bölge valisi Muaviye de nasibini aldı.

Emesi Devletinin kurucusu ve ilk halifesi Muaviye ile görüşmelerinde, Şam’da yapılan sarayla ilgili olarak Hz. Ebu Zerri’-l Ğıfari: “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Kul hakkına girer.” der. Sözünü esirgemeden dost doğru söyle bilen güzide sahabedir.

Kaynaklarda Muaviye’nin onun görüşlerinin samimiyetini test etmek üzere kendisine bir kese altın gönderdiği, ertesi günü de aynı şahsı yollayarak altının yanlışlıkla gönderildiğini ve geri alınması gerektiğini bildirdi. Ancak Ebû Zer (R.A.), gelen altını geri vermeyeceğini, zira alır almaz altınları ihtiyaç sahibi insanlara dağıttığını söyledi. Bu hadise üzerine muhatabının görüşlerindeki samimiyetine inanan, ancak bu düşüncelerin seslendirilmesinin idare ettiği şehirlerde problem çıkaracağından endişelenen Muaviye, halifeden onu yeniden başkente almasını istedi.

Medine’ye dönüşünün ardından dünyevileşme karşıtı fikirlerini daha şiddetli bir şekilde seslendirmeye başlayan Ebû Zer (R.A.) bu konuda kendisini destekleyen insanlar da bulmaya başladı. Diğer taraftan bu fikirler fetihler sonucunda refah toplumu içinde yaşamaya başlayan varlıklı insanları hissedilir bir şekilde rahatsız etmeye başladı. Toplumda bir iç çatışmanın belirtileri görülüyordu. Üstelik halife ailesinin bazı gençleri kendilerine sataştığı gerekçesiyle Ebû Zer (R.A.) dövdüler.

Ebu Zer’in (R.A.) Medine’den gönderilmesi ashab arasında rahatsızlık meydana getirdi. Halifeyi bu konuda eleştiren Hz. Ali (R.A.), onu Rebeze’ye hareketi esnasında uğurlamış ve oğullarını yanına refakatçi olarak göndermiştir. Vefatına kadar insanlardan uzak bir vaziyette bu konaklama yerinde hayatını devam ettiren Ebû Zer (R.A.), hicretin 32. yılının Zilhicce ayında (Temmuz 653) burada vefat etti.

Cesareti, samimiyeti, açık sözlülüğü ve doğruluğu ile ashab arasında şöhret bulan Ebû Zer (R.A.) hakkında Allah Resulünün (S.A.V.), "Gökkubbenin altında Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur" buyurduğu rivayet edilir. Zahidliği ile ünlenen ve dünya malına karşı en küçük bir meyli bulunmayan Ebû Zer’in (R.A.) bu haline Hz. Peygamber (S.A.V.), "Ebû Zer yeryüzünde İsâ b. Meryem’in zühdüyle yürür" sözüyle şahitlik eder.

Ashab-ı Suffe arasında olması sebebiyle Allah Rasulü’nün (R.A.) en yakınında bulunma imkânından sonuna kadar istifade eden Ebû Zer (R.A.), ilmi bizzat kaynağından almış, ondan duyduğu hadisleri ezberlemiş ve bunları diğer Müslümanlara aktarma gayreti içinde olmuştur.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ebu Zer hakkında, “Lehçe sahibi olarak, Meryem oğlu İsa’nın benzeri, Ebû Zerr’den daha doğru ve daha vefalı birini ne gök kubbesi altında barındırmış ne de yeryüzü sırtında taşımıştır.”

Ömer b. Hattâb, imrenen bir kişi edasıyla: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onu bu şekilde tanıyor musun?” deyince, Rasûlullah (S.A.V.):

“Evet” dedi ve: “Siz de onu öylece tanıyın.” buyurdu. (Tirmizî, Menakıb, 35)

Ebu Zer, daima apaçık, kesin ve dosdoğru konuşur. Yuvarlak laf, lastikli söz, tevriye, vaziyeti idare etmek ve benzeri tarzlarda konuşmazdı. Hakkı, gerçeği ve doğruyu kesin ve açıkça söylerdi.

***

Geçmişte, kısa ömrüne sığan mücadele hayatında,  Şehit Muhsin Yazıcıoğlu hayatının her döneminde doğruluk, dürüstlük ve mertlikten şaşmayan sözlerinde de bu düşüncelerini daima dile getiren önemli bir isim olarak Türk siyasi hayatında önemli bir figür olmuştur.

Vefatının 13. Yıl dönümüne yaklaştığımız Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu da bu vesileyle şu sözleri ile anmak istiyorum. “…Ben bütün iktidarlar döneminde yanlış şey olduysa bunu çıktım söyledim. Ama doğru yapıldıysa, ben Ecevit de doğru yapsa söyledim. Baykal da doğru yapsa söylerim, Bahçeli de doğru yapsa söylerim, Erdoğan da doğru yapsa söylerim. Ben bunları söylerken hiçbir komplekse kapılmam. Doğruya doğru derim, yanlışa yanlış derim…”

Günümüz siyasetinde, lafı eğip bükmeden, hiçbir yoruma açık bırakmadan “eğriye eğri doğruya doğru” diyebilen siyaset adamlarına çok ihtiyacımız var.

Cenabı Allah yüce kitabımız Kuranı Kerimde şöyle buyuruyor: “Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.” (Rad süresi, 11.ayet)

Son söz aslında millete. Millet düzelecek ki, milletin özünden çıkan siyasiler, liderlerde, yöneticilerde düzgün olacak. Bunu oluşturamazsak daha çok “havanda su döveriz”.

Cenabı Allah Ebuzer Gıffariden razı olsun. Günümüzde onun meşrebinde, ahlakındaki müminlerin sayısını artırtsın. Amin

 Baki selamlar.

Kaynak: https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=1221, Yalnız Sahabi Ebû Zer El-Gıfârî (r.a.), Doç. Dr. Adem Apak, Uludağ Üniv. İlahiyat Fak.