İliklerimize kadar işlemiş bir hastalığımız var: Torpil hastalığı.
Üstelik yeni bir hastalık da değil! Ama giderek ilerleyen bir hastalık! Çare bulmak gibi bir niyetimiz de yok. Hastalıkla yaşamayı öğrendik. Hatta bu hastalığın aslında faydalı bir hastalık olduğuna bile kendimizi inandırdık ve torpili meşrulaştırdık.
Vatandaşın ne zaman Devlet kapısında işi olsa torpil aramaya başlar. Çocuğunu bir kamu görevine yerleştirmek isteyenlerin ilk düşüncesi birilerine ulaşmaktır. Pek de haksız sayılmazlar. Çünkü adamı yoksa işinin yapılması zordur.
Önce işi yapmaya muktedir olan üst düzey Devlet görevlisinin kim olduğu tespit edilir. Sonra onun fikri zikri araştırılır. Daha sonra ona nasıl ulaşılabileceği, onun üzerinde kimin etkili olacağı tespit edilir. Örneğin işi yapacak kişi cemaatçi ise sıkı bir cemaatçi bulmak gerekir. AKP'li ise koyu bir AKP'li milliyetçi ise milliyetçi, solcu ise solcu!
Sonra işe girecek (ya da işi görülecek) kişiyi aynı kılığa sokmaya gelir sıra. Torpile aracılık eden kişi üst düzey görevliye ulaştığında, işe alınacak kişinin nasıl hızlı bir cemaatçi, AKP'li ya da solcu, milliyetçi vs. olduğunu anlatır. Aslında belki de o kişinin bu ideolojik görüşlerle hiç ilgisi yoktur. Ama birden bire o görüşün en hızlı elemanı haline geliverir.
Eğer eş dost, ahbap çavuş ataması yapılacaksa bu kadarına gerek yoktur. Birinin çocuğu veya yeğeni olmak yeterlidir. Ankara'da dayısı olanlar zaten torpillidir.
Torpil isteyenler aslında kimsenin hakkını yemek istememektedirler! Onların tek amacı haklarının yenilmesine engel olmaktır. Daha yüksek torpili olanların kendi çocuğunun önüne geçerek hakkını yemesine engel olmak için bu yola gitmişlerdir! Onların verdiği mücadele hak mücadelesidir! Zira o göreve en çok lâyık olan kendi çocuklarıdır!
Sınavda başarısız olan üniversite öğrencisi de aslında çok çalışmıştır ama nedense o dersi bir türlü başaramamaktadır! O zaman hocaya ulaşıp durumu anlatmak gerekir.
Bazen de torpilin kılıfı tamamen ideolojiktir. Göreve getirilen eleman belki o iş için yeterince ehil değildir. Ama bir fikrin mücadelesini yapacaktır.
Böylece kamu kurumları, yeteneksiz, beceriksiz, ehliyetsiz torpillilerle doldurulmaya başlanır.
Torpil arayışına giren insanlar bazen haksız da değildir. Eğer ilgili kişiye ulaşamazmarsa gerçekten de hakları yenecektir. Çünkü ilgili kişinin liyakat gibi bir derdi yoktur. Onun tek derdi amirleri ile iyi geçinip onların emirlerini yerine getirmek ve koltuğunu korumaktır. Bu yüzden kimin daha çok ehliyetli olduğu umurunda değildir.
Ve çark böyle döner gider!
Sonuçta milletvekillerinin, bakanların, il başkanlarının, belediye başkanlarının uğraştığı en önemli iş torpil haline gelir.
Seçmeninin işini halledebilen, çocuğunu işe yerleştirebilenler başarılı sayılırlar.
Siyasilerin taleplerini emir telakki eden bürokrat iyi bürokrattır ve önü açıktır. Hayır diyen o koltukta uzun süre oturamaz.
Doğrucu Davutların arkasında halk desteği de yoktur. Çünkü kimsenin işini yapmamıştır.
Eşi dostu işe yerleştirmek toplum gözünde meşrudur. Ne de olsa bal tutan parmağını yalar.
Bunun bir kul hakkı ihlâli olduğu, emanetin ehliyetsiz kişilere teslim edilmesi halinde sadece diğer adayların değil tüm toplumun hakkının ihlâl edileceği zira yeteneksiz memur, bürokrat ve yöneticilerin toplumu geri bırakacağı asla düşünülmez.
Adaletin zıttının zulüm olduğu hatıra gelmez.
Bu yüzden bakan yakınlarının KPSS'ye girmeden kamu görevlerine atanmalarına karşı toplum tepkisizdir. Hatta hak verenler bile vardır. Çünkü o görevler kritik görevlerdir. Güvenilir insanların olması gerekir. Objektif davranılırsa belki paralelciler gelir! Ne de olsa hükümet istiklâl mücadelesi vermektedir.
28 Şubat sürecinde de aynı mantık vardı: Devlet irtica ile mücadele ediyordu ve kritik görevler mürtecilere teslim edilemezdi. Bu yüzden pek çok haksızlık yapıldı, kul hakkı ihlâl edildi. Suçsuz günahsız insanlar işlerinden uzaklaştırıldı ya da hak ettikleri görevlere getirilmedi.
Zulümle payidar olunmuyor. Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat süreci yirmi yıl bile sürmedi.
Keşke bu süreçten ders çıkarabilsek de iflah olmaz hastalıklarımıza doğru teşhisler koyabilsek.
Din iman, vatan millet kisvesi altında gayrimeşru emellerimizi meşrulaştırmaya kalkmasak.
Adaletten ve doğruluktan ayrılmasak, zulmü sevmesek, zalimi alkışlamasak.
Belki o zaman yeniden Asım'ın nesli oluruz. Belki o zaman Allah'ın hoşuna giden bir topluluk oluruz da bizim yüzü suyumuz hürmetine tüm İslâm Âleminin üzerinden kâfirin zulmü kaldırılır.
Belki bu zulmün kaldırılmasında Yüce Allah bizi yeniden aracı kılar.
Ama önce kendi kendimize zulmetmemeyi öğrenmemiz gerekir.