Yaşadığımız, ürkütücü  kocaman dünyada,  yalnız umutsuzluklarla baş başa bırakılmış kaçışı olmayan var oluş mateminde  insan,  aynı yazgıyı paylaştığı   ama  tamamen kendinden farklı başka bir insanla ortak bir yaşamı paylaşmak ister. Evlilik  fikri böylelikle,  birbirini derinden tanımayan iki insanı aynı çatı altında bir araya getir. Sanıldığı gibi  yoğun duyguların coşkusu ile evlenmiyor insanlar. Varlıklarını, düşüncelerini onaylatacak  yalnızlığını paylaşacak birine ihtiyaç duyduklarından bu kararı alıyorlar. Zira her ikisi de diğerinin yokluğunda yaşamanın imkansız olduğu kanaatindeler.

İki kişi birlikte yaşamak için evlenirler... Evet... Bu  zaten başlı başına büyük bir olayken işin içine birde zorla mutluluk girer. Dünyaya ait bir anlaşmaya mutluluk gibi romantik fantezileri eklemek, gerçeklerle yüzleşmek yerine onu yaldızlı yalanlarla süslemek, ne kendilerinin ne dünyanın nede yazgılarının veremeyeceği bir şeye bağlanıp kalmak değil midir? 

Beni mutlu et...

Hayatının hangi evresinde  daimi olarak  mutluydun da evlilikte karşındakinden bunu sürdürmesini bekliyorsun? Neden karşındakinden veremeyeceği şeyleri istiyorsun?

Neden evlendin? 

Mutlu olmak için...

Mutlu olmak için evlenmekle  zaten o şansa sırtını başta dönüyorsun.

Mutlu olmayı amaçlamak, dağda bir çobanken evrenin efendisi olmayı amaçlamak gibi bir şey neredeyse...

Evlenmeden önce insanlar doğru düzgün düşünebilseler, ortak yaşamın tek yaşamaktan çok daha zor olduğunu fark edecekler. Evlilikte başına buyruk, aklına estiği gibi yaşayamaz insan,  artık sorumlulukları vardır, özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bağlandıktan sonra yapamadığın ama yapmak istediğin bir çok şeyden vazgeçmen gerekecek; 

Hazır mısın?

İşte tam bu noktada insanlar yetinmek zorunda kalacakları ile vazgeçmek zorunda oldukları arasında   bir seçim yapamadan  evlenirler.  Evliliklerin ilk çarpıp parçalandığı engelle böylelikle tanışır çiftler. 

Birde  evlilik kararı alan iki kişinin daha birbirileri hakkında ve her birinin kiminle evlendiği hakkında fikir sahibi olmamaları var. Belki inancını,  coşkusunu, fikirlerini, şüphelerini, olmazsa olmazlarını bilirisin peki ya iç dünyası hakkında ne kadar fikir sahibisin? Ne kadar örtüşüyor hayata bakış açılarınız? Yüzeysel olanı görmek kolaydır ama içte, özdeki dünyayı  görmek, anlamak karşındakinin müsaade ettiği oranla sınırlıdır. 

Tutulamayan sözler yumağıdır evlilik. "Ölene kadar seninim, sonsuza kadar seni seviyor olacağım" denir bir çırpıda. Ufacık bir mutluluk için yerine getirilmesi neredeyse olanaksız vaatleri söylemek, kabul etmekle aslında kolaya kaçarız. Zor gelir  gerçekleri söylemek.

Ya  giderse?

Oysa bunun yerine tutulabilecek vaatlerde bulunsa insanlar, mesela  evlendikten sonrada ilgi ve alakalarının devam edeceğine dair söz verseler birbirlerine, yada her gün  evde  doğru düzgün giyinip her akşam yemeğini yıldönümü havasında geçireceklerine dair söz verseler. Diğerine kendi ilgi alanına giren spor, arkadaş, toplantıları, av, alış veriş ve buna benzer tüm aktivitelerinden daha çok önem vereceği vaadinde bulunsa. Birbirilerinin susma özgürlüğüne, herkesin kendi başına kalma özgürlüğüne saygı göstermeleri gerektiği konusunda söz verseler  daha dürüst olmaz mı? İlerde rastlanacak ilk güçlük karşısında kırılıp dağılmazdı insanlar birbirilerine karşı dürüst olabilselerdi...

Kaybetmekte var, kazanmakta hayatta,  parçaları değil bütünü görmek ve olduğu gibi kabul etmek.

 

Bin bir beklenti  içine girmek   yerine hayatın gerçekleri ile yüzleşmek, nesnelerde kurumlarda değil, içinde aramak mutluluğu, yaşamın önemini kavramak. Hoşgörü ve sevgide sınır tanımamak, çözüm olur muydu bitmek bilmeyen hayal kırıklıklarına?