Çocukluğumda kart postal merakım vardı. 

Hiç birini atmaya kıyamadığım yüzlerce kartpostal. 

En eskisinin nerdeyse kırk yıl öncesine ait olduğu  bayram,  yeni yıl  tebrikleri ile dolu yüzlercesinin bir arada olduğu tebrik kartları ve mektuplar. 

Her birinde ayrı özlem ayrı duygu yüklü,   kimi çiçeklerle bezemiş duygularını, kimi hayvanlarla, kimi ülkemin farklı farklı şehirlerinin görüntülerini ulaştırmış kimi mevsimleri. Sevgisini kısa şiirlerle  anlatanlardan tutunda  ünlü ressamların tablolarına kadar geniş bir yelpazeye sahip.

Hatta dönemin ünlü sanatçılarının olduğu kartpostallar bile var. Eskiden ev telefonlarının  herkeste olmadığı zamanlarda iletişim için mektuplar ve tebrik kartları kullanılırdı. Şimdi ki kuşak pek bilmez,  iletişim için postayı kullanan en son kuşak biziz zannediyorum. Zira doksanlardan sonra teknolojinin hızla ilerlemesi ile posta ile haberleşme, neredeyse  tarih oldu.

O günlerde  tek bildiğimiz iletişim aracı için saatlerce kitapçıların kartpostal standları önünde  sevdiklerimize en güzel kartları bulmak  için oyalanırdık yada  süslü kendinden zarflı, yazana kolaylık olması açısından çizgileri de olan renkli hazır mektuplara bakardık. 

Benim favorim tebrik kartlarıydı, bazen  seçim yapmakta zorlandığımda beğendiğim tüm kartları  dayanamayıp aldığımı hatırlıyorum.

En çok yılbaşında çıkan kartları severdim; onların simi, yaldızı daha bir sevimli gelirdi bana. O kartlara bakıp ne hayaller kurardım çocukken.  Bazen ren geyiklerinin sürdüğü  kızakta dünyayı dolaşırdım bazen o hiç bilmediğim ülkelerin karla kaplı köylerinde  yaşadığımı düşlerdim. Bazen  çam ağaçlarının dalında, soğuktan üşümüş  serçeydim bazen kartopu oynayan köylü çocuk... 

Elbette çocukluğumun , gençlik  yıllarımın geçtiği Ankara'da da eskiden kar yağardı ama büyük şehirde kar eğlenceden ziyade işkenceye dönüştüğü için bir türlü keyif alamazdık. Kaç kere okul yollarında düştüm hatırlamıyorum. Bir de yağışın hemen arkasından sulandı mı kar, ayaklarımızın her tarafı ıslanır, uyuşurdu. Okullarımız sobalıydı. Bazı okullarda öğrenci yoğunluğundan ve okul eksikliğinden 3 kademeli eğitim uygulanırdı. Bir sırada 3 çocuk hatta bazen 4 çocuk oturduğunu  hatırlıyorum. O yıllarda ilerde bu zorlukları özleyeceğimi söyleseler  inanmazdım büyük ihtimalle, ama özlüyorum. Teknolojiden önceki zamanı ve sonrasını gören  tüm herkes bu özlemi içinde duyuyordur. Bizim çocuk olduğumuz yıllarda  belki her şey bu kadar bol değildi, yaşam şartları daha zordu ama insanlar mutluydu.   Özellikle kış aylarında sobanın etrafında  toplanırdı tüm aile, tek  kanallı televizyon karşısında.  Sohbetler edilirdi, hal hatır sorulurdu, akşam oturmaları yapılırdı konu komşuyla. Paylaşım vardı, sevgi vardı, şimdiki gibi herkes bir odada birbirinden kopuk yaşamazdı.

Nasıl özlenmez o yıllar....

Bayramlarda  ya da yeni yılda postacının yolu gözlenirdi.  Bazen aylarca haber alamadığımız olurdu sevdiklerimizden ama meraktan da ölmezdik.

Uzun  bir aradan  sonra birinden haber aldığımız da ki heyecanı da  bilemez şimdiki nesil. Koşa koşa eve çıkılır, alelacele açılır,  merakla okunurdu mektuplar. Bazen sıcağı sıcağına hemen cevap verilir, bazen unutulur giderdi. Şimdi elinden cep telefonu düşürmeyenler imkanını bulsa eminim rüyalarına kadar anlatırlardı. Neredeyse yedi yirmi dört  ya sosyal medya ile ya da telefonla iletişim halindeyiz sevdiklerimizle ve meraktan da  ölmekteyiz .

Bunları düşünürken  şimdi aramızda olmayan anneannem geldi  aklıma.  Evlatlarının her biri ayrı yerde  yaşam mücadelesi veriyordu. Anneannem Konya'nın bir köyünde  kendi başına yaşayan dul bir kadıncağızdı, okuması yazması yoktu.  Senede bir kaç defa bir komşunun çocuğuna mektup yazdırıp durumunu bildirirdi evlatlarına.   Biz biraz daha çok arar sorardık rahmetliyi. Bir onu değil, ailemizin geri kalan uzakta olan tüm fertlerine özel günlerde kartpostallarla, arada bir de mektuplarla unutulmadıklarını hatırlatırdık. Ne bu kadar gergindik haber alamıyoruz diye nede huzursuzduk.   Belki sık sık haberleşemediğimiz için   aldığımız mektuplar  yada kartlar değerliydi ,atılmaz saklanır, özlendiğinde o kişi, tekrar tekrar okunurdu.  Her seferinde yüzünü ve ruh halini hayal ederek defalarca  hem de, içinde ki özlemi bu şekilde gidermeye çalışırdı insanlar. Anneannem öldükten sonra  evini toplarken   torunlarından ve evlatlarından aldığı mektupları , tebrik kartlarını buldum. Hiç birini atmamış saklamıştı onca yıl.  O duygunun ne olduğunu bilmeyen şimdi ki nesle komik gelebilir yazılanlar ama beni ağlattı. Çocuk yüreğimle  anneanneme olan özlemimi anlattığım özenle seçilmiş tebrik kartlarını görünce, hele duygularım sel oldu çağladı.  Simleri bile dökülmeden kalmış onca yıl...!

Hiç birini atmadım topladım getirdim evime.  Arada bir çıkarıp  bakarım tek tek. Şimdi aramızda olmayan  sevdiklerimi  ve o yılları özlemle anarım.

Artık kartpostallara da ihtiyacımız yok mektuplara da. Teknoloji harikası telefonlarımızla görüntülü bile görüşebiliyoruz sevdiklerimizle; lakin  mutlu değiliz.

 Özlemeyi unuttuk  çünkü, beklemeyi, sabretmeyi, hayal etmeyi.  Ve sevmeyi unuttuk yaşam kolaylaştıkça.  Şimdiki neslin çok yabancı olduğu duyguları yitirdik.  Bedelin ne kadar ağır olduğunu bizler, o hüznü yüreğimizde hissederek  yaşıyoruz.  Bazen bir kartpostalla, bazen bir fotoğrafla yada şarkıyla dalıp gidiyoruz  o günlere;  İçimizde sonsuz bir özlemle...