O bir Çaybaşılı… Halis muhlis Konyalı… 1980’li yıllarda Meram Yeniyol’a nazır Erol Güngör konferans salonuna, Erzurum’dan davetli olarak gelip bildiriler sunan genç akademisyen Saim Sakaoğlu’nu o zamanlar tanımış, dinlemiştik. Sonra Selçuk Üniversitesinde görev aldı, dekan oldu, emekli oldu ama Konya’nın kültür çevrelerinden hiç kopmadı. Bazen TYB’de, bazen Aydınlar Ocağında bazen Selçukya’da sohbetinden istifade ettik. Bu röportaj için randevulaştığımızda, “Bugün benim 85. Yaş günüm” diyerek, sohbetimizin derinliğini de peşinen ifade etti.

 8 6-2

FOTO ALTI: Sakaoğlu ailesinin evlerinin arkasındaki bağları. Çay suları kesildiği için bağ kuruyup otlu tarla olmuş. Fotoğraftakiler: Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, kızları Seren ve Selcen, ağabeyi Hasan Sakaoğlu, ağabeyinin küçük kızı Hayriye Sakaoğlu. Evin olduğu yerde şimdi buralarda sekiz on katlı apartmanlar yükseliyor: Mesnevi Konutları.

Hocam sizi, sizin lisanınızla, çocukluk yıllarından itibaren tanımak istiyoruz. Nerede ve hangi tarihte dünyaya geldiniz. Aklınızda, çocukluk yıllarınıza dair nasıl bir Konya ve mahalle kaldı?

Hattat Mehmet Sakaoğlu (1903-1975) ile ev hanımı Zeliha (Köseoğlu) Sakaoğlu’nun (1903-1999) üç çocuğunun sonuncusu olarak 1939 yılında, adı yakın zamanlara kadar Fahrünnisa olan, günümüzde ise Çaybaşı olarak değiştirilen tarihî bir mahallede dünyaya gelmişim. Merhum ağabeyim Hasan Sakaoğlu (1923-2019) ile merhume ablam Hayriye Karpuzoğlu’nun (1927-1959) kardeşleriyim. Resmî kayıtlarda doğum tarihim 20 Mart 1939 olarak görülür. Ancak bu tarih özel belirlememize göre 28 Şubat 1939’dur. Beşimizin de doğum yeri Konya’dır. Bugünkü ölçülere göre güzel bir çocukluk dönemini geçirdiğimi söyleyebilirim. Mahallemizde elektriğin olmadığı günlerde akümülatörlü radyomuz vardı. Evimize gazete ve dergi girerdi. Ağabeyimin küçük de olsa bir kitaplığı vardı. O yıllarda erkek çocukları sokaklarda büyürdü. Bir bölümü amca ve hala çocuğu olan on kadar öğürümle sokak oyunları, günümüzün teknolojik oyunlarından daha zevkli ve daha geliştirici idi. Hiçbirinin planı birbirine benzemeyen, tamamına yakını tek katlı evlerde yaşayan bütün komşularımızı tanır, bilirdik. Hem de adlarıyla ve özel kimlikleriyle. Ya günümüzde? Üst katlardaki komşularımızın kaçıyla böyle bir bağ kurabiliyoruz ki? O zamanlar mutluluklar sosyal mevkilerle değil sosyal yakınlaşmalarla gündemde idi.

 İlk ve orta öğretim, hangi okullarda tamamladınız? Unutamadığınız öğretmenleriniz ve okul arkadaşlarınız var mı?

İlkokulu öğrenimimin tamamını (beş yıl), günümüzde İl Millî Eğitim Müdürlüğü olarak değerlendirilen, 1928 yılında Gazi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü İlkokullarıyla birlikte eğitime açılan Hâkimiyeti Milliye İlkokulu’nda okudum: Eylül 1946-Haziran 1951). Beş yıl boyunca, mübadil öğretmenlerden olan Merhume Zekiye İzgi’nin (1909-1989) öğrencisi idim. Ancak üst sınıflarda bazı derslerimize başka öğretmenlerimiz de gelirdi: Ali Rıza Nalçacı (Din bilgisi), Muzaffer Erkoçak (Yazı). Başöğretmenimiz ise beş yıl süresince aynı kişi idi: Baha Gönenç. Ruhları şâd olsun. Unutamadığım arkadaşlarımdan bazılarıyla hâlen görüşürüz. Önceki il dağcılık ajanı Recai Gıcıkoğlu, Önceki yıllarda Konya’da DSİ’de inşaat yüksek mühendisi olarak çalışan Mühendislik ve - Mimarlık Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak hizmet veren Mehmet Bildirici, İstanbul Üniversitesi’nden emekli olan jeofizik profesörü Ömer Alptekin ilk üçlüde yer almaktadır.

 8 1-8

Konya öğrenci şehri Konya öğrenci şehri

FOTO ALTI: Saim Sakaoğlu'nun doğdu ev.

Eğitim şartlarını günümüzle mukayese edebilir misiniz?

İlkokul şehadetnamemi alalı 73 yıl olmuş (1951-2024). Bu arada; yeğenlerim, kızlarım ve torunum ilkokulu öğrencisi oldu. Onun için bir karşılaştırma yapmak çok zor. Şekil olarak bizler siyah önlük ve beyaz yaka sevgisiyle gelip giderdik. Günümüzde ise kılık kıyafet bir yerden sonra ailelerin gösterişine döndü. Okula, küçük boy hostes valizini sürükleyip getiren öğrencileri hatırlatmak isterim. Derslere gelince… Şairin dediği gibi her şey birdenbire olmasa bile yavaş yavaş değişti. Isınma kaynakları konusunu işlerken, dergimizdeki kaloriferi yerinde görebilmek için, o yıllarda ilimizdeki tek kaloriferin bulunduğu Millet (galiba sonradan Memleket) Hastanesi’ne kadar topluca yürümüştük. Ben, birinci sınıfın ilk iki gününün dışında okuluma kendim gidip gelirdim. Günümüzde ise yaşasın servis arabaları…

Üniversite hayatınız nasıl başladı, tercihinizde etkili olan neydi?

O yıllarda ne dershaneler vardı ne de test kitapları… Hele hele özel öğretenler hiç yoktu. Üniversiteye başvuru hakkımı elde ettiği zaman, ülkemizdeki yedi (bir daha yazıyla, yedi) üniversitenin ikisinden (Trabzon ve Erzurum) haberimiz yoktu. Belki bilenler vardı da benim gözümde tek üniversite vardı: İstanbul Üniversitesi. 1959 yılında imtihansız olarak Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdım. Şubat veya mart aylarında fark ettim ki bu alan bana göre değil. Eskilerin söyleyişiyle terk-i tahsil eyleyip ertesi yılı beklemeye başladım. Meğer, benim ideallerimin alanı olan bir fakülte daha varmış: Edebiyat Fakültesi… Ertesi yıl oranın Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne, yine imtihansız giriverdim. İyi ki de girmişim. Üzüldüğüm şey, tamamına yakını üniversite mezunu olan öğretmenlerimizin bizleri bilgilendirme konusunda hiç bilgi verememeleri oldu.

8 4-7

FOTO ALTI: Saim Sakaoğlu’nun babası Mehmet Sakaoğlu.

Üniversite hayatınızda hangi hocalardan tahsil gördünüz, kimlerden etkilendiniz?

Hukukta da çok güzel hocalarımız vardı. Ama ben Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’mün öğretmenlerini saymak istiyor ve onlarla öğünüyorum: Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Prof. Dr. Sadettin Buluç, Doç. Dr. (sonradan Prof. Faruk Kadri Timurtaş, Dr. (sonradan Prof.)  Muharrem Ergin (Türk dili); Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Fahir İz, Doç. Dr. (sonrada Prof.) Abdülkadir Karahan, Doç. Dr. (sonradan Prof.) Ömer Faruk Akün. Farklı alanlardan olmak üzere; Arat, Kaplan ve Ergin hocalarımdan etkilendiğimi söylemeliyim. Bu hocalardan Prof. Arat-Dr. Ergin ikilisinden bitirme, Prof. Kaplan’dan da doktora tezlerimi almıştım.

Öğretmen olarak Millî Eğitim camiasına ne zaman katıldınız, hangi şehirlerde, kimlerle görev yaptınız?

Ben, aynı zamanda Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nun da öğrencisi idim. Orada dört yıl yatılı olarak kaldım. Öğretmenlik bilgisi derslerimizi orada alıyorduk. Zorunlu hizmetim için çektiğim kurada Tokat Gaziosmapaşa Lisesi’ne atamam yapıldı. Orada, Nisan 1965-Eylül 1967 yılları arasında edebiyat öğretmeni olarak görev yaptım. Konya’da ise hiç öğretmenlik yapmadım. Buraya doğrudan profesör olarak geldim ve Selçuk Üniversitesi’nde 16 yıl (Eylül 1988-Mrt 2006) görev yaptım. Şunu da hatırlatmak isterim. Üniversite son sınıfta iken (1964) -, uygulama okulu olarak, mezun olduğum Konya Lisesi’ni seçmiş ve burada bir hafta boyunca üç edebiyat öğretmeninin derslerini dinledikten sonra ikinci haftada her birinin sınıfında birer ders anlatmıştım.

 8 3-7

FOTO ALTI: Saim Sakaoğlu’nun annesi Zeliha Sakaoğlu.

Erzurum ile yüksek bir gönül bağı kurduğunuzu biliyoruz. Akademisyenlik hayatınız nasıl başladı ve Erzurum size ne gibi hatıralar kazandırdı?

Üniversitede öğrenci iken, sınıf arkadaşım Konyalı Harun Tolasa ile karar almıştık: Üniversite hocası olacak ve bir gün açıldığı zaman Konya’mızın üniversitesinde hoca olacaktık. Ancak Konya’mız 35 yıldan beri üniversite aşkıyla yanıp tutuştuğu hâlde bu muradına erememişti. Biz de hocalığa başka yerlerde başlamak ve zamanı gelince ilimizde görev yapmaya karar verdik.  Harun kardeşim 1966’da Atatürk Üniversitesi’nde asistan olarak göreve başladı. O, bir yandan da benim için uygun olacak ilanı bekliyordu. Nitekim 10 Temmuz 1967 tarihinden başlayarak bir dizi sınava girip başarılı bulundum. Galiba orada göreve başlama tarihim 28 Eylül 1967…

Tam 21 yıl sonra, Selçuk Üniversitesi’nde göreve başlamak amacıyla Dadaşlar Diyarı’ndan ayrıldım. Bu 21 yılın acı ve tatlı pek çok hatırası vardır. Tatlılarından bazıları sayalım, yeter: Orada doktor ve doçent oldum, iki kızımız da orada dünyaya geldi. Oranın imkânlarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde bulundum, bir dönem Konyalılar Derneği’nin başkanlığını yürüttüm, 14 kitabımız orada görevli iken yayımlandı. Daha da önemlisi, orada öğrencim olan gençlerden en az otuzu profesör oldular. Bunlar arasında bulunan, Konyalı Âşık Mehmet Yakıcı’nın torununun oğlu Prof. Dr. Ali Yakıcı emekli bile oldu.

Erzurum yıllarım üzerine yayımladığım bir de kitabımız var: Erzurum ve Erzurumlular Üzerine Yazılar, İstanbul 2023, 400 s.

Atatürk Üniversitesinde görev yaptığınız yıllarda Selçuk Üniversitesi’nin davetlisi olarak katıldığınız panelleri hatırlıyorum. Zaman içerisinde de Selçuk Üniversitesi’ne profesör olarak geldiniz ve iki dönem de dekanlık yaptınız. Bir Konyalı olarak, bir başka şehirden Konya’ya davetli olmak sizde nasıl bir duygu uyandırıyordu?

Evet, Erzurum’da iken Konya’dan gelen toplantı davetlerinin tamamına yakınına birer bildiri ile katılmıştım. O dönemde rektörümüz olan kültür insanı Prof. Dr. Halil Cin Beyefendi bu alanda büyük atılımları gerçekleştirmişti. Ben; Mevlâna, Gençlik, Halk edebiyatı ve Folklor alanlarındaki toplantılara katılmıştım. Daha sonraki yıllarda, Konya’ma döndükten sonra, ise Sayın Prof. Dr. Cin Beyefendi’nin destekleriyle pek çok ulusal ve uluslararası toplantıyı düzenledik. Elbette başka bir ilimizde görevli iken Konya’mızdan davet almak son derece sevindirici oluyordu. Onun için bizi hatırlayan ve davet edenlere her zaman saygı duyuyorum.

Selçuk Üniversitesine gelişiniz nasıl gerçekleşti ve görev sürenizde, unutamadığınız anılarınızdan uygun olanları bizimle paylaşır mısınız?

Dervişin fikri ve zikri meselesinde olduğu gibi bizim de aklımız Konya’da idi. Profesörlüğe başvurma şartlarını tamamlayınca iş geldi bizi kabul edecek veya bize bir profesörlük kadrosu ayıracak üniversiteyi bulmaya geldi. Bazı Arkadaşlarımız farklı şehirlerdeki üniversitelerin de bizim alanımızda profesöre ihtiyaçlarının olduğunu söyledilerse de biz şansımızı Konya’dan yana kullanarak otobüsle şehrimizin yolunu tutuverdik. Sayın rektörümüz Prof. Dr. Halil Cin Beyefendi hemen bizim için YÖK’e kadro açılması için bir yazısı göndererek yolumuzun önünü açıverdi. Çıkan ilana için YÖK’e 06.06.1988 tarihide başvurumuzu yaptım. Gelişmeler, gelişmeler ve Eylül sonunda Fen-Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün ilk kadrolu profesörü olarak göreve başladım. Ancak bir doçent tarafından vekaleten yönetilen Eğitim Fakültesi’ne 10 gün sonra vekil dekan, bir on gün sonra da asil dekan olarak atandığım için ilk altı yılımda fakültemizle olan bağımız sınırlı ölçüde kaldı. 1994’ten sonra bölümümüze dönmüştüm. Her iki fakültedeki görevlerimizin sırasında içlerinde çok sevimsiz olayların da yer aldığı hatıralar yumağını sarmak zorunda kaldık. Doğrusu bunları anlatmak istemem. Hazırladığımız ve neredeyse basım aşamasına gelen Selçuk Üniversitesi Hatıraları kitabım bu konunun örnekleriyle doludur. Ayrıca burada ad vermek de istemiyorum. Bana göre güzel hatıraların ilki, daha ilk günlerimizde, vaktiyle başlatılan ve yarım kalan, Selçuk Üniversitesi Türk Halk Kültürü Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni kurup 19 Ocak 1989 tarihinde ilgili yayın organında yayımlatarak hayata geçirmem oldu. Oraya aldığımız gençler doktor oldular, günümüzde profesör olarak yurdumuzun seçkin üniversitelerinde görev yamaktadırlar. Ayrıca bilim toplantılarını alanını da genişleterek sürdürüp gitmiştik.

Türk Dil Kurumu bilim ve yürütme kurullarında görev aldınız, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Folklor Araştırmaları Kurumu, UNİMA gibi kurumlarda üye idiniz. Buralarda ne gibi çalışmalara imza attınız?

1982 Anayasası ile oluşturulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun dört bağlı kuruluşundan biri olan Türk Dil Kurumu’na 1983 yılında Bilim Kurulu Üyesi olarak seçildim. Orda çok güzel hizmetler verdim. Üç kitabımız yayımlandı. Önerimle kurulu Ad Bili Çalışma Grubu’nun başkanlığı da üstlendim. Kurumca düzenlenen kurultaylara sürekli olarak Konya konulu bildiriler sundum. Bu görevim üç dönem sürdü: 1983-2001. Son dönemde ayrıca yürütme kurulu üyesi olarak da seçildim. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nde ise daha çok konferanslar verdim, bildiriler sundum. Bir de ilim Kurullarında görev almışlığımız var. Günümüzdeki adı Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu olan o dönemin Folklor Araştırmaları Kurumu toplantılarına katıldım, Eskişehir’de 1983’ten sonra ortaklaşa düzenledikleri 10 toplantının tamamına katılan tek üye ben oldum. UNİMA, geniş anlamıyla uluslararası bir halk tiyatrosu derneğidir. Derneğimizin layık bulduğu 2008 yılı ödülü bana verilmiştir.

 8 2-6

FOTO ALTI: Saim Sakaoğlu evinin oturma odasında.

Yurt dışında da pek çok toplantıda bildiriler sundunuz. Ayrıca başka dillere çevrilen makale ve bildirileriniz de var.  Bu seyahatlerinizden ve yabancı dillere çevrilen eserlerinizden bahseder misiniz?

İlk yurt dışı bilim yolculuğumuzun tarihi 1988’dir. Sovyetler Birliği henüz dağılmamıştır. Moskova üzerinden Bakü’ye geçerek Dede Korkut Kolokyumu’nda bildiri sunmuştum. Bu toplantıların devamı olmak üzere 1998 ve 2019 yıllarında tekrar Bakü’ye uçtuk, ama doğrudan uçarak gittik. Artık Moskova’ya filan uğranılmıyordu.  Bildiri sunmak için gittiğim öbür ülkeleri de şöyle sayabiliriz: Kırgızistan, Kazakistan, Kırım, Norveç, Polonya, Macaristan, Romanya, Yugoslavya (sonradan Kuzey Makedonya ve Kosova), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri. Ayrıca, Üsküp’te bir haftalık bir bilim gezisi sırasında birkaç konferans vermiştim. Bilim toplantılarında sunduğum bildiriler bazen iki ayrı ülkede iki ayrı dilde yayımlanmıştır. Bunlar; İngilizce, Makedonca, Almanca, vb. olarak yayımlanmıştı. Hemşerimiz merhum Halit Güler’in sahibi olduğu İstanbul’da Damla Yayınevi’nce 1986 yılında yayımlanan 101 Anadolu Efsanesi’ndeki ilk 71 efsane, 1984 yılında Japonca olarak yayımlamıştır.

DEVAM EDECEK

MUSTAFA GÜDEN 

Editör: Birkan Bakay