Niçin bu konuyu yazma gereği duydum?

Sebep günümüz anne-babaları, hatta anneanne-babaanne-dede, teyze, amca, halaları… Kısacası çocuklarını, torunlarını ya da yeğenlerini başarılı, toplumun üst düzey statüsünde görmek istemeleri… Belki de… Başarılı olmayı sadece ve sadece statüye bağlamaları…

Önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, hiçbir anne baba çocuğunun hayatını zehir etmek için -bilinçli olarak- yanlış herhangi bir davranışta bulunmaz. Bu şekilde bir ilişki istenmemesine rağmen, anne babanın tüm iyi niyetlerine rağmen, yersiz kaygılarının da etkisiyle çocuklarıyla ilişkileri olumsuz yöne doğru evrilmekte. Böylelikle, kaygıları, çatışma ve ve müdahaleleri ile anne baba çocuğun kişiliği ve özgüvenine olumlu ya da olumsuz katkılar sağlamaktalar.

Her daim ölçülü olmanın gerekliliğinden bahseden biz ebeveynler konu çocuklarımıza geldiğinde genellikle ölçüyü kaçırdığımızın pek de farkına varamıyoruz. Sevgimizi de, korkularımızı ve kaygılarımızı da üst noktada yaşayabiliyoruz. Ve çocuklarımızı da korkutup endişelendirebiliyoruz. Bu abartılı kaygılarımızla, yanlışlarımızla birlikte onların gerçek hayat performanslarını sergilemelerinin de önüne geçtiğimizi fark edemiyoruz.

Kaygı düzeyi ve verimlilik arasındaki ilişkinin farkında mısınız?

Performansa etki eden 3 farklı tipte stres kaynağından bahsedebiliriz. Bunlar, pozitif, negatif ve nötr. Bu üç tip stres kaynağı ile başarı sağlama arasında çok ince bir çizgi vardır. Doğru zamanda, doğru miktarda baskı altında çocuklarımız üstün performans gösterebilirken; bu doz iyi ayarlanamazsa tam tersi etkilere neden olabilir.

İdeal bir stres seviyesi ile çocuğumuz derslerine ve testlere odaklanabilir gerekli bilgileri hatırlayabilir; lakin fazla kaygı, konsantre olma yeteneğini bozar ve bildiklerini hatırlamayı zorlaştırabilir.

Peki, bu dozu nasıl ayarlayacağız?

Bu noktada stres ve görev performansı arasındaki ilişkinin tanımlandığı Yerkes-Dodson Yasası’ndan bahsedebiliriz. Bir sınavdan önce yaşanılan kaygı, bu yasasının nasıl işlediğine bir örnektir.

Yerkes-Dodson Yasası, performans ve uyarılma arasında doğrudan bir ilişki olduğunu ileri sürmekte. Bu yasaya göre, yüksek düzeyde uyarılma belirli bir noktaya kadar bir bireyin performansını artırabilir.

En yüksek performans düzeyine orta düzeyde bir stres veya uyarılma ile ulaşmanızı önerir. Çok az veya çok fazla uyarılma, performansın düşmesine neden olur. Yani performansın fizyolojik ya da zihinsel uyarılmayla arttığını, ancak bu artışın yalnızca belirli bir noktaya kadar devam ettiğini ortaya koymaktadır. Uyarılma seviyeleri çok yüksek olduğunda, performans azalır.

Mesela bir atlet önemli bir müsabakada, ideal bir heyecan/adrenalin seviyesi ile performansını arttırabilir ve başarılı olmasına yardımcı olabilir. Bununla birlikte, eğer atlet çok stresliyse, bu durum performansının büyük ölçüde düşmesine neden olabilir.

Peki, ideal heyecan seviyesini belirleyen şey nedir?

Farklı heyecan seviyeleri bir görevden diğerine değişiklik gösterdiği için bu sorunun tek bir cevabı yoktur.

Bu konuyu yine Ters U-Teorisi olarak da bilinen bu psikolojik ilke ile açıklayabiliriz. Yerkes ve Dodson yaptıkları deneyler ile en iyi performansın hangi miktardaki kaygı, baskı ve stres altında gerçekleşeceğini ispatlamışlardır.

Stres-performans arasındaki bu ilişki, genellikle yüksek uyarılma seviyeleriyle artan ve daha sonra azalan çan şeklindeki bir eğri yardımıyla grafiksel olarak gösterilmektedir. Farklı iş ve görevlerde eğrinin şekli değişebilir. Basit ya da iyi öğrenilmiş görevler için, aradaki ilişki tekdüzedir ve heyecan arttıkça performans da artar. Bunun yanı sıra, güç, karmaşık ya da daha önceden denenmemiş zor görevler için, uyarılma ve performans arasındaki ilişkinin tersine döndüğü, yani heyecan arttıkça performansın azaldığı bir nokta da vardır.