18’ine yeni girmiş oğlu için müracaat etmişti Selma Hanım. Sürekli geçimsiz, agresif, ters cevaplar veriyordu oğlu.  Mesele daha uzun olmakla birlikte bu yazının konusu olmadığı için geçiyorum. Birkaç görüşmemiz sonrasında laf Selma Hanım’ın eşine geldiğinde “Eve alınacak bulaşık deterjanı markasından, tencerenin cinsine kadar, nasıl diyeyim size hocam; perdelerin kaç ayda bir yıkanacağına, koltuk-kanepenin yerinin nerede olması gerektiğine kadar her şeye o karar verir. Çocuklar ne giyecek, ben ne kıyafet alacağım… Her şey onun istediği şekilde gerçekleşir. Ola ki sehpayı başka bir köşeye koyayım ya da onun dediği pembe tişört yerine kızıma sarı tişörtü almaya kalkayım… Ne mümkün… Zindan eder o birkaç günü hepimize. Bizim söz hakkımız yoktur işte bu yüzden evde. Her şeyin en iyisini, en doğrusunu o bilir, onun kazancı sayesinde biz bu günlere gelmişiz, onun sayesinde ev böyle düzenli tertipliymiş, onun sayesinde çocuklar düzgün beslenebiliyorlarmış. Çocukların gideceği okul, yaz kursuna, spora yazdırılacaklarsa hangi branş olmalı, tamamı onun kararıdır. Ne benim ne de çocukların… Benim bir değerim yok sanki onun yanında. Küçük dağları ben yarattım misali hocam, evin padişahı, şahıdır kendisi…”

Bireysel psikoloji okulu kurucusu Alfred Adler’in bu kuramının yapıtaşını oluşturan en önemli iki kavramı aşağılık ve üstünlük hisleridir. Adler, kuramının en önemli kavramlarından biri olan üstünlük kompleksini, aşağılık olma duygusunun aşırı telafisi olarak tanımlamıştır. Bu komplekse sahip olan kimseler kendilerini herkesten çok daha farklı bir konumda görürler, zekâ, yetenek ve becerilerinin diğer insanlardan çok daha üstün olduğu düşüncesine sahiptirler.

Kimi insanlar neden bu üstünlük kompleksine düşerler:

Kendine olan saygısı (özsaygı) düşük, aslında bayağı olduğu hissini taşıyan insanların arkasına saklandığı bir durumdur der, Adler. Böyle kimseler; övünme, başkalarına karşı hoşgörüsüz davranma, şüphecilik özellikleriyle öne çıkarlar. Hoşlarına gitmeyen bir şeyle karşılaştıklarında karşısındaki kişilere düşmanlık besleyerek, kaba, saldırganca(sözlü ya da fiziksel) davranışlarda bulunabilirler. Adalet ve hoşgörü yerine “önce bana, hep bana” şeklinde davranırlar.

Çünkü bu insanlar daha güzel(!), daha zeki(!),daha güçlü(!), daha çalışkan(!) v.s. oldukları için sahip oldukları açgözlülüğü -hak ettikleri- bir normallik olarak algılama eğilimindedirler. Bunun genel kabulü için çaba gösterir,  eğer kendilerine muhalif bir tutum ya da davranış görürlerse de bunu yapan kimseleri küçük düşürmek için ellerinden geleni yaparlar. Üstünlük her daim onların ellerinde olmalıdır, son sözü söyleyecek olan da kendileridir. Her tümcenin öznesi ve fiili onlardır.

-Benim fikrim,

- Benim sayemde kazanıldı,

-Ben yaptım, gibi.

Bu kimseler çoğu zaman kendine güvenmekle, kendini övmek/üstün görmek arasındaki farkı fark edemezler. O yüzden kendilerine yapılan en ufak eleştirilerde bile kıyameti kopartabilirler. Kendilerinde -aynı anda karşılarındakini aşağılamayı sağlayacak- savunma mekanizmaları geliştirirler. Hâlbuki biz böyle kimselerin diğerlerinden daha çok özgüven yoksunu olduğunu düşünmekteyiz. Üstünlük kompleksine sahip kişide aşağılık ve yetersizlik duygularının yanı sıra düşük benlik saygısı da mevcuttur. Yaşadıkları şey altta yatan aşağılık kompleksini maskeleyerek üstünlük sergileme durumudur…

Haftaya devam edelim.