Sene 1996 mıydı 1997 mi tam hatırlamıyorum.
Matbuat erleri olarak Başvekaletin önünde eski Milli Eğitim Bakanı'mız büyük devlet adamı, dünya durdukça yaşayası Ömer Dinçer'in atama bekleyen öğretmenlere deyişiyle, 'Sultanahmet meydanında yem bekleyen güvercinler' gibi bekleşirken, Başvekille görüşmeden çıkan ABD Büyükelçisi Marc Grossman, Türkiye'de gündem pek bir hızlı değişiyor. Günde size üç beş manşet çıkıyor, bu kadar olay Amerika'da yaşansa Amerikalılar embesile döner demişti.
Eee biz şerbetliydik bunlara.
Arka arkaya gelen seçimler, kurulan-kurulamayan hükümetler, bakanların istifaları, koalisyon ortaklarının anlaşmazlıkları falan derken biz Türkler için rutin gündemdi yaşananlar.
AKP iktidarı ile birlikte bir müddet sakinleşti Allah için Türkiye.
Zira tek parti hükümeti vardı ve karizmatik bir liderle hükümet içinde de çatlak olmayınca askeri vesayet, AKP'ye yönelik kapatma davası, Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk davalarının gürültüsünü saymazsak epey bir müddet gündem sakindi.
Ne zamana kadar bu sakinlik sürdü, ta ki Oslo görüşmelerinin basına sızması ve ardından MİT Müsteşarı'nın savcılıkça ifadeye çağrılmasına kadar.
Sonra gündem bir patladı sormayın.
Dersanelerin kapatılması görüntüde krizin başlangıcıydı. Ardından 17 Aralık'la ortaya saçılan rüşvet pisliği, Başbakan'ın oğlunun da adının karıştığı havuz medyası oluşturma çabalarıyla kamu müteahhitlerinden para toplanması, kamu arazilerinin peşkeş çekilmesi, usulsüz imar işlemleri için alınan rüşvetler, evlerde ayakkabı kutularında, banyo liflerinde çıkan dolarlar, eski Ekonomi Bakanı'nın 102 milyon lira rüşvet aldığına ilişkin ortaya saçılan belgeler, aynı bakanın aldığı 700 bin liralık hediye (!) saat, bu rüşvetleri dağıtan ve nam-ı diğer seyrek bıyıklı asabi adam Başbakan'ın 'hayırsever bir işadamı' dediği Zerap'ın 'önünde yatan' eski İçişleri Bakanı'nın oğlunun ayda 20 bin Euro kirası olan evinde çıkan paralar ve bu paracıkları saymak için kullandığı para sayma makinelerine dair tüm bu iddialar çıktı çarşı karıştı.
Biz matbuat erleri için çarşının karışması iyidir. Malzeme bol olur ama gelin görün ki artık ne yazacağımızı, neresinden yazacağımızı şaşırdık.
Risalemize konu bulma zorluğu yaşamamızda bu yüzdendir yoksa kafamızın ardında bol miktarda fikir olmadığından değildir.
Bugün sizi biraz eğleştirecek risalemizi tarihin karanlık sayfalarına not etmek için oturduk adı bilgisayar olan ama niye böyle saçma bir isim konulduğu anlaşılmayan aletin başına (çünkü bilgiye ulaşılıyor bu teknoloji harikası aletlerle, hayatı kolaylaştırıyor amma velakin bilgi sayma gibi bir işlevi yok aletin) ama ne yazacağımıza bir türlü kanaat getiremedik.
Eşe dosta sorsak onlar da aynı fikirdendir deyip telefona da elleşmedik.
Rüşvetlere, çalınan paralara açıklık getirmek isteyen aklı evvel AKP milletvekilinin , insanların günah işleme özgürlüğü var demesiyle ilgili mi bir şeyler yazsam dedim, sinirlerim bozuldu, be birader o zaman habire niye insanlara ayar vermeye çalışırsınız? dedim yüzümü ekşittim.
Tayyip Erdoğan'a yönelik Harun gibi geldiler Karun gibi oldular! diye Başbakan'ı hırsızlıkla suçlarken gidip Erdoğan'ın partisine girip bir de üstüne Tayyip Bey'e yardımcılık koltuğuna oturan Numan Kurtulmuş efendinin Camii'nin içinde AKP propagandası yapmasına mı kalem oynatsam dedim içimden gelmedi bu kadarına da yuh olsun, hadi banyo liflerinde çıkan dolarlar imam-hatip parasıydı, Başbakan'ın evindeki milyon milyon dolarlar zekat parasıydı anladık da camiinin içinde parti propagandası mı yapılır? deyip bundan da vazgeçtim.
Derken ne fikrim geldi ne yerim kaldı.
Yazacak konu bulamadım bugün bir türlü ve yerimde bittiği için risalemi yazamıyorum.
Bu haftada bensiz idare edin.
Bence oturun bakın etrafa kendi kendinize düşünün , bu iktidar sakinleri daha başımıza neler getirecekler? diye.