Yazar, Kültür İnsanı Salih Sedat Ersöz, Milli Görüş Lideri Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın 10. yıldönümü nedeniyle Merhum Erbakan’ı kaleme aldı. Merhum Erbakan’ın çocukluğunu, eğitim durumunu, gençlik yıllarını, ilmi donanımını, siyasete atılmasını, siyasi hayatında yaşadığı gelişmeleri ele alan yazı, Merhum Erbakan’ı anlamak ve öğrenmek için önemli bir pusula görevi görüyor. Yazının altıncı bölümü şöyle;
28 Şubat Darbesinin Bilançosu
28 Şubat döneminde 22 özel banka batırıldı, 4 kamu bankasının içi boşaltıldı. 28 Şubat ülkeye 387 milyar dolara mal oldu. 28 Şubat’ı destekleyen medyaya 3 milyar dolar kredi kullandırıldı.
Postmodern darbe sürecinde 33 bin 271 öğretmen kılık kıyafeti nedeniyle soruşturma geçirmiş, bunlardan 12 bin öğretmene ceza verilmiş, 11 bin öğretmen istifa etmek zorunda bırakılmış, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verilmiştir. 
Eğitim hayatında 600 bin başörtülü öğrencinin okullara ve üniversiteye gidememesi, katsayı engeli nedeniyle 12 milyon 80 bin meslek lisesi öğrencisinin de istediği üniversitede eğitim görememesi nedeniyle, milyonlarca genç insanın geleceğiyle oynanmıştır. 
Bin 635 askeri personel YAŞ kararlarıyla meslekten ihraç edilmiştir. 4 bin 625 kişi fişlenmiş, 2 bin 500 kişi ise emekliye sevk edilmiştir. Yüzde 22 oy alan Refah Partisi kapatılmış, Erbakan’a yeniden siyasi yasak getirilmişti. 
28 Şubat’ta Fetullah Gülen’in tavrını da unutmamak lâzım.  
Fetullah Gülen, 28 Şubat’ta tamamen darbecilerin yanında yer alarak Erbakan Hocamıza “beceremedin bırak git” diye seslenmiştir. Darbenin en önemli cuntacı paşası olan Çevik Bir’e mektup yazarak övgüler düzmüş, isterlerse okullarını hemen devredebileceğini belirtmiştir. Buna rağmen şuurlu Müslümanlara dünyayı dar eden darbeciler Fetullah Gülen’in bir tek okuluna dokunmamışlardır. Bununla da kalmamış, kendine bağlı başörtülü kızlara “başörtüsü teferruattır” mesajı vererek başlarını açmalarını istemiş böylece direnen öğrencilere büyük bir darbe vurmuştur. 
1998 yılı Şubat ayında Genel Başkanı olduğu Refah Partisi'nin kapanmasıyla 5 yıl siyasi yasaklı hale gelen Erbakan, önce Fazilet Partisini o da kapanınca Saadet Partisini kurdurmuş ve 11 Mayıs 2003'te Saadet Partisi'ne Genel Başkan seçilmiştir.
Vefatı: 
Sol ayak damarlarındaki iltihaplanma nedeniyle uzun zamandan beri özel Güven Hastanesi'nde tedavi gören Milli Görüş lideri 54. Hükümet Başbakanı ve Saadet Partisi Genel Başkanı Erbakan, kalp yetmezliği nedeniyle 27 Şubat 2011 günü öğle saatlerinde dünya hayatına veda etti. 
3 çocuk babası olan Erbakan'ın cenazesi, milyonların katılımıyla İstanbul Fatih Cami'nde öğle namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından İstanbul Merkez Efendi'deki aile kabristanlığına eşi Nermin hanımın yanına defnedildi. 
O, “ilerde nasıl anılmak istersiniz?” diye sorulan bir soruya şöyle cevap vermişti: "Canıyla malıyla Allah yolunda cihat eden bir Müslümandı deyin yeter.”
Davam adlı kitabında da “Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım” sözüyle tüm hayatını bir cümle ile özetlemektedir.
İslâm’ın  tümüyle hayatımıza hâkim olması yolunda ömrünü harcayan Erbakan hocamız, Türkiye’de  sadece siyaset alanına değil sosyal, sanayi, ekonomik ve kültürel alanlara da damga vurmuş, ülkemizi her yandan saran bozuk sisteme karşı yıllarca mücadele etmiş ve İslami şuurda olan büyük ve kalıcı bir nesil yetiştirmede sağladığı kazanımını milletine emanet ederek 27 Şubat 2011 tarihinde Rabbine kavuşmuştur. Allah gani gani rahmet etsin. Mekânı cennet olsun ve Cenab-ı Hak cennetinde buluştursun İnşaallah…
Cevat Akşit hoca, Erbakan’ı şöyle anlatıyor:
Erbakan hoca maneviyatı güçlü, süper zeki, ileri görüşlü bir adamdı. O kadar zeki bir adam ki senin hareketinden, davranışından, kafandan geçeni okurdu. Son derece edepli biri idi. Çok efendi, çok kibar adamdı. Saatlerce oturur, sohbeti dinler, hiç konuşmaz, ayağını değiştirmez, hiç kıpırdamazdı. O kadar edepli bir adam. Abdülaziz efendi de onu takdir edermiş. Ona çok önem verirmiş. Ondaki zekayı keşfetmiş. Mehmed Zahid Hocaefendi de aynı şekilde… 
Kurduğu partilerden bir kişiyi bile ihraç etmedi. Şu kişiyi ihraç edelim şunu şunu yaptı diye teklif geldiğinde, “peki biz bunu ihraç ettik, ihraçtan sonra kırgınlık, küskünlük, sebebiyle bir muhalif iş işlerse, bir yanlış iş işlerse, bir günah işlerse veya gider batıl zihniyetlere hizmet ederse onun hesabının altından nasıl kalkacağız? Biz bu vebale giremeyiz, hiç kimseyi bu kapının dışına koyamayız, kimseyi kovamayız. Gitmemesi için de elimizden geleni yaparız” derdi.    
Rahmetli ERBAKAN hocamla biz ilk defa 1956 senesinde görüştük. İmam hatip lisesi talebesiyken müezzinlik sınavını kazanmıştım. Zeyrekte Mehmet ZAHİD Efendi'nin imamlık yaptığı camide müezzinlik yapıyordum.
ERBAKAN hocam, Osman ÇATAKLI, Mustafa KÖSE, Recai KUTAN her akşam Mehmet ZAHİD efendinin yanına gelirlerdi. Evde sofrayı ben kurar, Çay Kahve ikramıyla ben ilgilenirdim. ERBAKAN hocamla tanışıklığımız o günlere dayanır.
ERBAKAN Hocam, o zamanlar sohbete geldiğinde hiç konuşmazdı. İki dizi üzerinde oturur, huşu içinde Hocaefendiyi dinlerdi. Hatta bir seferinde geç kaldı, kapının dibinde bir yer buldu, oraya oturdu. Hatırladığım kadarıyla sohbet iki buçuk saat sürdü. Sohbet bittikten sonra kalktı, bir baktım, ev ahşap dibinde tahtalar var, giren çıkan çok olunca, tahtalar yerinden oynaya oynaya tahtanın çivisi yukarı doğru çıkmış. İşte ERBAKAN Hoca, iki buçuk saat hiç kıpırdamadan o çivinin üzerinde oturmuş. 
Bir Müslüman kardeşimizin evinde sohbet olacağı zaman, beni de yanında götürürdü. Rahmetli ERBAKAN Hoca'nın arabası vardı. O zamanlar araba, sayılı insanda var tabi. Hatırlıyorum, çok da hızlı araba kullanırdı.
ERBAKAN hoca sohbetlerde hiç araya girmez, pür dikkat dinlerdi. Mehmet ZAHİD efendinin sohbet halkasında, profesörler avukatlar doktorlar vs. toplumun ileri gelenleri bulunurdu sürekli... 
İsviçre’de Müslüman olan bir ATOM Profesörü sohbete gelmişti. Tabi yine sofrayı ben kuruyor, çay ikramını da ben yapıyordum. Bir sofraya 12-13 kişi oturuyor, yer sofrasında yemek yiyorduk. Profesör, yaşlı olduğu için yere oturamadı kanepeye oturdu. Biz oturduk tabi, çorba geldi kaşıklıyoruz. O sırada;
     - “Bu Müslümanlık ne güzel şey ya!” dedi..! 
     - "Hamal, profesör, hakim, doktor bir arada oturuyor, aynı çorbadan içiyor, mikrop bulaşır falan diye de düşünmüyorsunuz. Bizde ufacık odalar vardır, tek başımıza yeriz” dedi... 
 Tabi o Almanca konuşuyor, ERBAKAN hoca tercüme ediyor. Profesör ERBAKAN hocanın Türk olduğunu duyunca şaşırdı ve şaşkınlığının bir tezahürü olarak,
     - "Ben sizi Alman zannetmiştim!" dedi. 
Hocayla biz 9-10 sene bu meclislerde beraber bulunduk. Ben bu insanları gördüm. Hem Kuran-ı Kerimi biliyorlar, hem ilmi meselelere vâkıflar, hem de her biri, Profesör, Doçent unvanına sahipler. 
 Onları örnek alarak, iki liseden mezun oldum. İlim adamı olmaya karar verdim. Bir taraftan da Fransız konsolosluğuna müracaat edip Fransızca öğrenmeye başladım. İmam Hatip diplomasıyla İslam Enstitüsüne girdim. Lise diplomamla da, önce Tıp fakültesine girdim, sonradan devamsızlıktan dolayı Hukuk fakültesine geçiş yaptım. İki fakülteyi birden bitirdim. ERBAKAN Hocamla birlikte olmamın en büyük kazanımlarımdan biridir bu... 
Mehmet ZAHİD EFENDİ, İskender paşaya tayin edilmesine rağmen, bir süre eski evinde kalmaya devam etti. Oraya; Ömer Nasuhi BİLMEN, Bekir Haki EFENDİ, Yekta EFENDİ, Hasan Basri ÇANTAY, Nurettin TOPÇU ve sayılı hocalar gelirlerdi. 
 Daha sonra askere gittim ve ardından Denizli İmam Hatipte hoca oldum, fakat bu cemaatle ilişkimi hiç kesmedim. Ben Denizli’deyken ERBAKAN Hoca parti kurdu. Mehmet ZAHİD Efendi'ye bu durumu sorduğumuzda;
     - ”Biz Necmi’yi feda ettik!” dedi, aynen bu ifadeyi kullandı. ERBAKAN Hocanın siyasete atılmasını Hocaefendi emretmiştir.
Ben, Almanya’da doktora yapmış bir profesörden duydum;
     - ”Çok şey kaybettik!” dedi.
     - “Ne kaybettiniz?” dedim.
      - “Eğer siyasete atılmasaydı, ilim dünyası daha çok şey kazanacaktı” dedi.
Ben de, siyasetle iştigal olmuş bir sülaleden geliyorum. Amcam Hüsnü AKŞİT, amcam Baha AKŞİT, siyasette söz sahibi olmuşlardır. Buna rağmen Hocaefendi, bana siyasetin tehlikeli olduğunu söyledi, ama ERBAKAN Hocayı siyasete yönlendirdi.
Hocaefendiyle birlikteyken, Denizli'den birileri geldi ve dediler ki;
     - “Cevat Hocam Denizli’de tanınıyor seviliyor. Aday olsa seçilir!”
O güne kadar hocam, sen ilim irfan adamısın siyasete girme diyordu. İşte orada Mehmed ZAHİD Hocam;
     - "Dini ihya edeceğim diyen bir adama yardım etmezsen, ahirette ne cevap vereceksin? Bir de sen hocasın!” dedi. Yani açık açık, 
     - “Partiye gir!” dedi. 
Hayır demek ne mümkün? Ben de," tamam efendim!" dedim. Halbuki DEMİREL, bana Bakanlık teklif etmişti de Hocaefendi;
     - “Hayır! Senin siyasetle işin yok! Sen, ilim-irfan adamısın!” demişti. 
 Fakat bu sefer, hocaefendinin emriyle, MİLLİ SELAMET PARTİSİ’ne girip, aday oldum. 
 Amcam bana çok kızdı. Ben, amcama bunun siyaset olmadığını, bir dava olduğunu anlattım.
 Hocaefendi aslında beni imtihan etmiş. Bizim seçim çalışmaları içinde olduğumuz bir zamanda, hem de seçime 3 gün kala, Hocaefendi Denizli'deki evime gelip;
    - “Sözümü tuttun, beni memnun ettin ama kazanamayacaksın, üzülme!” dedi ve gitti.
 ERBAKAN hocayla muhabbetimiz, daim olmuştur. Benim sürekli siyasette olmamı istemiştir. Hatta siyaseti öğrenmem için, beni murakıp yapmıştır. Hatta ilk defa bu vesileyle, yönetim kuruluna katılmak üzere İtalya'ya gitmiştim.
Recai KUTAN Bakanken, beni Arsa Ofisi Genel Müdürü yapmak istedi. Rüşvetin, en çok döndüğü yer olduğu için Hocaefendi izin vermedi. 
ERBAKAN hocamla Muhabbetimiz, uzun yıllar sürmüştür. Çok zeki, duyduğunu unutmayan bir adamdı.
Mesela, ben Erzurum İslam Enstitüsü'ndeyken, Doktora çalışmamda, "İslam Ceza Hukuku’nun, insani olduğunu ispatlamaya muktedir oldum. Bu çalışmam, Dünya çapında muktedir oldu. Hatta 1996-1997 yıllarında Amerika’ya çağırıldım. 
Benim doktora hocam, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı idi, hiç Camiye gitmezdi. Her akşam kafayı çekerdi. Bana şunu itiraf etti:
     - ”Bir şey bulamayacağını ve kendi kendine bu çalışmayı bırakacağını düşünerek bu konuyu seçtim, İslam hukukuna inanmıyordum! Ama şimdi gördüm ki, İslam hukuku muhteşem bir hukukmuş.!”
Ankara'dayken, ERBAKAN Hocamın yanına uğruyordum. Bir ziyaretimde bu doktora tezimi kendisine sundum. Bir süre sonra ziyaret ettiğimde, bir mecliste doktora tezimi anlattığına şahit oldum. Tezimi, virgül atlamadan anlattı. Elinde kitap olmadığı halde, hafızasından anlattı. Bana deseler ki;
     - "Şu tezi anlat!", tezi hazırlayan ben olmama rağmen, bu kadar güzel anlatamam. Böyle muhteşem bir hafızası, keskin bir zekası vardı. 
Milli sanayiye önem verirdi. Müslümanları bir araya getirerek, GÜMÜŞ motor fabrikasını kurdu. Bende, babamdan miras kalan tarlaları sattım ve gümüş motor fabrikasına ortak oldum. Küresel güçler bu duruma sessiz kalmadılar ve biz motoru hangi fiyata mal ediyorsak, bunun çok daha altında motor satarak, fabrikanın iflasına neden oldular. Bu fabrika kurulduğunda amacı yerli motor üretmekti...
     - Uçak motoru,
     - Araba motoru vs. hepsini üretecekti... 
 Zaten ERBAKAN hocam, motor profesörü idi. Gelin görün ki, küresel güçler müsaade etmediler. Fabrikanın iflasıyla, kuruluş aşamasında bir araya gelen Müslümanlar, ERBAKAN Hocama ne ağır laflar söylediler. Oysa bu fabrikayı, gözyaşlarıyla kurmuşlardı. Bu olayla, Müslümanların para delisi olduğunu gördüm. 
İstanbul’da insanlar sokaklara sığmıyorlar. ERBAKAN Hocam, daha o yıllarda Anadolu’nun her köşesine fabrika açmayı ve insanımızın, iş için İstanbul’a gelmesindense, işin onların ayağına gitmesini murad etmişti... 
Bugün İngiltere bile, Londra’ya gelmek isteyenler için büyük paralar alıyor. Çünkü yetmiyor imkânlar... 
O zamanlar ERBAKAN Hocaya güldüler geçtiler. Mesela, Erzurum’da Hasankale'ye şeker fabrikası kurma meselesi gündemdeydi. Güldüler, buraya fabrika mı kurulur, kurulursa İstanbul’a kurulur dediler. 
ERBAKAN Hoca milli değerlere bağlı müftülerden daha bilgili, 3 tane şeyhin dizinin dibinde gençliğini geçirmiş bir insandı. Ben, İslam Enstitüsünde müdürken, öğle namazlarını kapıyı kilitleyip kılıyordum. Yasaktı, müfettişler sürekli teftişe geliyordu.71 yılında yolun karşı tarafındaki Camiye gitmek için bir kardeşimiz, yolunu uzatarak gidiyordu. 
ERBAKAN Hocam hükümetlere girince, bakanlıklarda cami açtırdı. Bakanlıklarda namaz kılmayı, suç olmaktan çıkarttı. ERBAKAN Hoca, Müslümanların idareye geçmesi gerektiğini bildirdi.
Önceleri, Müslümanlar Camiye gitsin, diğerleri Müslümanları yönetsin, zihniyeti vardı. ERBAKAN hocamız bunu yıktı. Denizli İmam Hatip Lisesinde Öğretmenken, ERBAKAN Hocam Denizli’ye gelmişti, beni ön tarafa oturttu. Tabi ben memurum o zamanlar… Konuşmasında, baş parmaklar havada, milli görüş yemini ettiriyordu. Parmağımı kaldırsam, memur olduğum için tehlikeli, kaldırmasam, hocanın hemen yanındayız, olmayacak. O sırada terledim, arkamdaki adam zeki biriydi, hemen önüme geldi, böylece kameralar beni görmedi.
Konuşma bitince, ERBAKAN Hocamı köyüme davet ettim. 40 km. ötedeki evime gitti. Kendisine özel bir oda tahsis ettim. Ertesi sabah geldiğimde, çarşafının bile bozulmadığını ve sabaha kadar ibadet ettiğini anladım. 
Devamlı ibadet etmiş. Bunu da söylemem lazım. İbadetine düşkün, çok da bilgili, hem ilmi tarafı üstün, hem dini tarafı üstün bir insandı. Allah(cc) ERBAKAN HOCAMIZA RAHMET EYLESİN...

BAZI ÖZELLİKLERİ:
*Dini doğru ve eksiksiz yaşamaya çok önem verir, sadece farzlara değil sünnetlere de bağlıydı.
*Edebe çok dikkat ederdi. Bacak bacak üstüne atarak oturduğunu, yayılıp sere serpe oturduğunu, başkası ile konuşurken ceketinin düğmesini açtığını gören yoktur.
*Esnediğine, sol eliyle bir şey yiyip içtiğine hiç kimse şahit olmamıştır.
*Yanında yıllarca bulunanlar bile, dizlerini birbirinden ayırarak oturduğunu görmemişler.
*Kahkaha ile güldüğünü gören yoktur.
*Gençlere sürekli tavsiyesi şu üç konuda olmuştur: 1-İslâmı en iyi şekilde öğreneceksiniz. 2-Bir mürşidi kâmilin eteğine yapışacaksınız. 3-Cihad ordusuna asker olacaksınız.
*Yılmak, yorulmak, usanmak bilmezdi. 
*Bütün toplantılara Başbakan iken Bakanlar Kurulu toplantıları da dâhil El Fatiha diyerek Fatiha okutarak başlardı.
*Çok yüksek derecede ikna kabiliyeti vardı.
*Yemek tabağında hiçbir artık bırakmaz, ekmekle sıyırıp yerdi. “Bulaşıkçılara hiçbir şey bırakmadınız” diyenlere, “biz Rasulüllah efendimizin bulaşıkçısıyız, bu O’nun sünnetidir” derdi.
*Geceleri kılınan teheccüd namazları da dâhil, sünnet olan namazları hiç terk etmemiştir.
*Bazen geç vakit olduğunda Yatsı namazının sünnetini kılacak mıyız? Diye soranlara “namazdan daha önemli bir işimiz mi var?” derdi.
*Sürekli abdestli olurdu.
*”Biz parti kılıfı altında İslâmi cihad yapıyoruz” derdi.
*Sağlam ve kuvvetli bir bünye, donanımlı kişilik, kavi bir iman, azimli bir irade, zeki bir beyin, Allah rızasını hedeflemiş bir yapı, sünnetleri bile yaşamayı kendisine hedef seçmiş bir insan. İşte Erbakan buydu.