Her yıl 18 Mart’ta Çanakkale zaferinin yıldönümü kutlanır. Aslında 18 Mart, Çanakkale savaşlarının tamamen bittiği ve nihai zaferin elde edildiği tarih değildir. 18 Mart, Çanakkale deniz savaşlarının sona erdiği ve düşman gemilerinin büyük zayiat vererek geri çekilmek zorunda kaldığı gündür. Asıl büyük, kanlı ve uzun savaşlar bundan sonra başlayacaktır. 

Çanakkale’yi geçip İstanbul’a ulaşmak isteyen itilaf devletleri 19 Şubat 1915’de çok büyük bir savaş donanması ile Çanakkale’yi denizden dövmeye başlarlar. 1 ay süren bu saldırı Mehmetçiğin iman gücü ile 18 Mart 1915’de zaferle sonuçlanır ve düşman gemileri boğazı geçemeyerek geri dönerler.

En modern gemileri denizin dibini boylamıştır ama bu defa deniz ve hava destekli kara saldırısı başlar. On ay süren bu kanlı savaşta 253 bin kayıp vermemize rağmen büyük bir zafer kazanılır. Çanakkale’yi geçemeyen itilaf devletleri ise her türlü teknolojik üstünlüklerine rağmen 9 Ocak 1916’da tamamen çekilmek zorunda kalırlar ve Çanakkale’nin geçilemeyeceği tarihe altın harflerle yazılır.  

Büyük bir destanın yazıldığı Çanakkale zaferinin 109. yıldönümünü kutluyoruz. Bir destan yazıldı Çanakkale’de… Bir İman gürledi coştu, bir inanç patlaması yaşandı Çanakkale’de… Kuru kuruya kazanılan bir zafer değildi bu… Bitti denilen bir ruhun yeniden coşması, yeniden ayağa kalkması,  yeniden dirilişiydi.  Kurtuluşun müjdesi, bitmek üzere olan ümitlerin yeniden yeşermesiydi Çanakkale destanı…

Çanakkale ruhunu ve Çanakkale şuurunu yaşatmamız lâzım. Yeni nesillerimizi bu iman ve bu inanç şuuru ile yetiştirmemiz lâzım. Çanakkale ruhunun bize bıraktığı emaneti yaşatmamız lâzım. O kutsal emaneti evlatlarımıza aktarmamız lâzım. Çanakkale destanını diri tutmamız, o inanca sıkı sıkıya bağlanmamız lâzım. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, o şuuru ve o ruhu canlı tutmak adına şöyle sesleniyor.  

  Şu Boğaz harbi nedir? Varmı ki dünyada eşi?

  En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi.

  Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

  Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

  Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

  Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"

  Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

  Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

  Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

  Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

                        …

  Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

  Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

  Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

  Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

  Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,

  Atılan her lâğamın yaktığı, yüzlerce adam.

  Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

  O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer…

  Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

  Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.

  Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

  Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

                                …

  Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek

  İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

  Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

  O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

   Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor;

   Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

İşte Çanakkale’de bu manzara yaşanmıştır 109 yıl önce… Böyle bir manzaranın ardından toprağa düşen her yaştan tam 253 bin şehit… Fotoğraflarda görülüyor. Topluca dua ediyor Mehmetçik… Biraz sonra öleceğini, vatan için şehit olacağını düşünerek… En ufak bir tereddüt duymuyorlar, koşarak, sevinerek gidiyorlar ölüme… Aynen Bedrin aslanları gibi… Önde gidenler şehit olup düşüyorlar toprağa… Hemen arkalarından gelenler en ufak bir tereddüt duymadan koşuyorlar ölüme…

Unutmak mümkün mü Çanakkale’yi? Aradan yüzlerce yıl geçse de...Bir değil, bin değil binlerce destan yazıldı Çanakkale’de… Bir avuç iman âbidesi kahraman insanın, “kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” olan ,“eski dünya, yeni dünya bütün akvâm-ı beşer” e karşı 12 ay boyunca denizde ve karada verdiği amansız mücadelenin ve insanı nice ibretlere, nice hayretlere, nice dehşetlere düşüren, unutulmaz savaş sahnelerinin yaşandığı yerdir Çanakkale… Tabii ki, “bu topraklar için toprağa düşmüş” olan 253 bin vatan evladını unutmak mümkün değildir.

Unutmadık onları… Her yıl andık vermiş oldukları şanlı destanı… Toplantılar düzenledik, konuştuk… Onların şehit olduğu aynı amaçlar için çalışmaya söz verdik… Ama ne yazık ki tutamadık sözümüzü… Onların canlarını seve seve verdikleri ruhu yaşatamadık benliğimizde… Onların uğrunda şehit düştükleri kutsal emaneti taşıyamadık yeterince… O emanetin kıymetini bilemedik.

Onlar Allah’ın dinini yaşatmak için canlarını verdiler, biz o dinin gereklerini yaşayamadık nefsimizde… Onlar kenetlendiler birbirleri ile biz parçalandık, dağıldık. Onlar son nefeslerini bile verirlerken yanlarındaki yere düşen kardeşlerini düşündüler, uzattılar ellerini kardeşlerine, kaldırmak için son bir gayretle… İman birliği, yürek birliği, gönül birliği içinde olduklarını son nefeste dahi gösterdiler kardeşlerine…Biz ise yerlerde sürüklemek için ayaklarını kaydırdık kardeşlerimizin… Kendimizin yükselişini başkalarının düşüşünde aradık hep… Düşene bir tekme de biz vurduk. Kardeşlik nedir bilmedik…

Onlar ahde vefaya sıkı sıkıya bağlıydı, verdikleri sözü namusları bilirlerdi. Biz ise ağzımızdan çıkan sözlere kıl kadar kıymet vermedik, vefasızlık karakterimiz oldu bizim… Onlar atalarından aldıkları kutsal emaneti, îmânı, azmi ve cesareti bir sonraki nesle aktarmak için olağanüstü gayret gösterdiler, kanlarını döktüler, canlarını verdiler bu uğurda… Biz ise ufacık bir kıpırdama dahi göstermeden ve keyfimizden, rahatımızdan, konforumuzdan, makamımızdan, maddiyatımızdan zerre kadar fedakârlıkta bulunmadan göz göre göre kaybettik bütün manevi değerlerimizi…

Onlar güvendiler önce Allah’a, sonra beraber yola çıktıkları ve omuz omuza çarpıştıkları kardeş bildikleri insanlara… Ve asla ihanet etmediler kardeşlerine… Beraber yola çıktılar ve beraber şehit oldular kardeşleri ile… Kanlarının son damlasına kadar bırakmadılar kardeşlerinin ellerini… Biz ise beraber yola çıktığımız insanları kullandık ve fırlatıp attık ilk fırsatta…Yanı başımızdaki insanlara, kardeş gözü ile değil, ihtiyacımız varken yararlanılan sonra da atılan bir meta gözü ile baktık hep…

Sonuç olarak; Çanakkale muharebesini kazandıran yüksek ruh kudretini terk ettik ve canlarını vererek bize bu vatanı, bu dini ve dinin bütün temel vasıflarını emanet eden o 253 bin şehidimize lâyık olamadık. Onların yaşadığı gibi yaşayamadık ve onların dâhil olduğu sonsuzluk kervanına katılamadık.

Selam size, hürmet size, rahmet size ey şehitler ordusu… Sizden, sizin ruhâniyetinizden binlerce kez özür diliyoruz. Sizin yaşadığınız gibi yaşayamadığımız, sizlere lâyık olamadığımız ve sizin imanınızı, sizin inancınızı, sizin emanetinizi, sizin samimiyetinizi, sizin vefa duygunuzu ve sizin uğruna canlarınızı verdiğiniz o yüce ruhu yeni nesillerimize yeterince aktaramadığımız için…

 Siz şu övgüye fazlası ile lâyıksınız:

 “Bu , taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;

   Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

   Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle,

   Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;

   Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

  Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

   Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,

   Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

   Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem,

   Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

   Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…

   Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

                                …

    Sen ki, a’sâra  gömülsen taşacaksın… heyhât,

    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…                   

    Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

    Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.”

 Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.