Yazar, Kültür İnsanı Salih Sedat Ersöz, Milli Görüş Lideri Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın 10. yıldönümü nedeniyle Merhum Erbakan’ı kaleme aldı. Merhum Erbakan’ın çocukluğunu, eğitim durumunu, gençlik yıllarını, ilmi donanımını, siyasete atılmasını, siyasi hayatında yaşadığı gelişmeleri ele alan yazı, Merhum Erbakan’ı anlamak ve öğrenmek için önemli bir pusula görevi görüyor. Yazının beşinci bölümü şöyle;

9- Refah Partisi kuruluşu ve Meclise girişi

1982 yılı yaz aylarında Erbakan hoca hapisten çıkar çıkmaz hemen eski ekibini toplar. Geniş çaplı bir toplantı düzenlenir. Konu şudur: “MNP döneminde ne hata ettik? MSP döneminde ne hata ettik? Bundan sonra nasıl bir yol izleyelim? Yeni Parti kuralım mı?”

Ali Nabi Koçak anlatıyor: Erbakan Hocamız hapisten çıkar çıkmaz çalışmalara başladı. Hiç hapiste yatmamış gibi. Geniş çaplı bir toplantı düzenledi. Toplantıya benden başka Hasan Aksay, Nevzat Kor, Ekrem Doğanay, Şevket Kazan, Mustafa Yazgan, Recep Tayyip Erdoğan, Timurtaş Uçar, Sadık Albayrak, Abdurrahman Dilipak, Halil Ürün, Bülent Arınç, Raşit Küçük, Kamil Yaylalı gibi birçok kişi katılmıştı. Bu tür toplantılarda Erbakan hocam, önce herkese ayrı ayrı söz verir fikrini sorar, dinler, en sonunda da kendisi konuşur ve bitirir. Bu toplantıda böyle oldu ve parti kurulmasına karar verildi.

Erbakan Hocanın siyaset yasağı vardı ama buna rağmen büyük bir gayretle parti kurma faaliyetlerini sürdürdü. Parti kuruluş çalışmalarını bizzat Ayrancı’daki evinden yönetti. Parti için ilk düşünülen isim Doğru Yol Partisi idi. Ancak bu isim bir şekilde dışarıya sızdı ve Demirel’in kurdurduğu partinin ismi oldu. Erbakan Hoca bu defa Refah Partisi ismini benimsedi ve 19 Temmuz 1983 tarihinde resmen kuruldu. Kurucu Genel Başkan Ahmet Tekdal oldu. Parti 6 Kasım 1983 seçimlerine katılabilmek için bütün şartları yerine getirmesine rağmen MGK kararı ile seçimlere sokulmadı ama seçimlere girecekmiş gibi çalışmalar yapıldı. 25 Mart 1984 yerel seçimlerine katıldı ve %3,8 oy alarak sadece Şanlıurfa ve Van Belediye Başkanlıklarını kazanabildi.

23 Mayıs 1987 de yapılan halk oylaması ile siyasi yasaklar kalktı ve 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan RP kongresinde Erbakan Genel Başkan seçildi.

27 Kasım 1987 genel seçimlerinde oylarını ikiye katlayarak %7 oy almış ancak %10 barajını geçemediği için hiç milletvekili çıkaramamıştı.

26 Mart 1989 tarihinde yerel seçimler yapıldı. Bu seçimlerde iktidardaki ANAP çöktü, RP ise %9,8 oy almış ve oylarını arttırmayı sürdürmüştü. RP 5 ilde Konya, Kahramanmaraş, Van, Urfa ve Sivas illerinde Belediye Başkanlıklarını kazanmıştı.

Bu yıllarda Erbakan Hoca Süleyman Karagülle ve ekibi ile uzun çalışmalar yapar ve Adil Düzen programı ortaya çıkar. Bu program 7 Ekim 1990 tarihli RP’nin 3. Büyük kongresinde kamuoyuna açıklanır. Adil Düzen programı ülke çapında büyük ses getirir. Erbakan hocanın Adil Düzen ile Köle düzenini karşılaştırarak anlatması dalga dalga yayılır. Bundan sonra Parti tırmanışa geçer.

Bu arada beklenmeyen bir gelişme olur. Mehmed Zahid Efendinin yerine geçen damadı Esat Coşan hocanın, Erbakan için söylediği çok ağır sözler kayda alınıp basına ve kamuoyuna açıklanır. Bu durum Erbakan ve çevresinde şok etkisi yapmıştır. Yapılacak olan 1991 seçimlerinde çok güçlü bir şekilde Meclise girmek düşünülürken ortaya çıkan bu durum tabanda da ayrışmaya sebep olur. Bundan dolayı partide büyük bir oy kaybının olabileceği düşünülür. Bu gelişme RP’nin 91 seçimlerinde baraj endişesi ile MHP ve IDP ile ittifak yapmasının en büyük amili olur.

20 Ekim 91 seçimlerinde RP ittifak halinde girdi ve %16,9 oyla 62 milletvekili çıkardı. MHP ve IDP kendi partilerine dönünce RP’de 40 milletvekili kaldı.

Bu arada dünyada Müslümanların birlik ve uyum içerisinde olması için gereken altyapı çalışmalarını yapmak üzere 31 Mayıs – 1 Haziran 1992 tarihlerinde Müslüman Topluluklar 1. İşbirliği Toplantısı yapıldı. Erbakan, çift kutuplu dünyanın bittiğine işaret ederek İslâm Birliği’nin doğumunun müjdesini veriyordu. İşbirliği çalışmaları İslâm Birliği’nin alt yapısını oluşturacaktı. O toplantıya dünyadaki önemli Müslüman örgütlerin temsilcileri davet edildi. Milli Görüş’ün beş temel hedefi bu toplantılar sayesinde dünyadaki bütün Müslüman Teşkilatlara taşınıyordu. İslâm Birliğini gerçekleştirecek olan bu beş temel hedef şunlardı: İslâm Birleşmiş Milletleri, İslâm Ortak Pazarı, İslâm Ortak Savunma Paktı, İslâm Kültür Birliği, İslâm Ortak Para Birimi. 

10- Refah İktidarı

1991 seçimlerinden sonra kurulan DYP – SHP hükümeti ülkenin hiçbir problemini çözemediği gibi Özal’ın ölümünden sonra Demirel’in Cumhurbaşkanı olması ve partinin başına Tansu Çiller’in gelmesinden sonra her alanda sıkıntılar oldu. Ekonomik darboğaza girildi. Erbakan Hoca da Adil Düzen programına ağırlık veriyor her yerde onu anlatıyordu. Başta Konya olmak üzere kazanılan 5 belediye de önemli hizmetler yapılıyor ve ülke genelinde yankı uyandırıyordu. Bu şartlarda 27 Mart 1994’de yerel seçimler yapıldı. Seçimlerde RP patlama yaparak %19 oyla başta Ankara, İstanbul, Konya, Kayseri, Erzurum, Diyarbakır gibi Büyükşehirler olmak üzere 22 il Belediyesi kazanıyor ve yerel yönetimlerde iktidar oluyordu. (İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan – Ankara’da Melih Gökçek)

Çiller hükümetince yerel seçimlerden hemen sonra 5 Nisan 1994 tarihinde ekonomik tedbirler paketi açıklandı. (5 Nisan kararları) Daha önce yapılan devalüasyondan sonra alınan bu kararlar ile ekonomi iyice çıkmaz girdi. Bu kararlardan sonra hükümet %400’lere varan faizlerle borçlanmaya başladı. Ücretler düşürüldü. İşsizlik fırladı. Yeniden devalüasyon yapıldı. TL’nin değeri 5 kat düştü. Üç basamaklı enflasyon dönemi başladı.

Bunun yanında RP li belediyeler canla başla çalışıyor, büyük başarılar elde ediyor ve halkın takdirini kazanıyordu. Borçlu belediyeler borçlarını ödüyor, çöp, çamur, çukur olarak özetlenen belediyelerin hali hizmetler yapan belediyelere dönüşüyordu. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere belediye hizmetleri bir efsane gibi dilden dile anlatılıyordu. Bu gelişmelerle birlikte haliyle RP büyüdükçe büyüyordu. Yapılan anketlerde RP birinci parti çıkıyordu.

Böyle bir ortamda 24 Aralık 1995’de Genel Seçimlere gidildi. RP %21,4 oyla 158 milletvekili çıkardı ve seçimden birinci parti olarak çıktı. Erbakan bu sonucu milletin şahlanışı olarak nitelendirdi. Seçimlerden sonra hükümeti kurma çalışmaları başladı. Önce Erbakan, sonra Çiller hükümeti kuramadılar. Bu defa görev Mesut Yılmaz’da idi. Mesut Yılmaz, ANAYOL hükümetini kurdu. Ancak hükümet yürümedi. Hükümet ortaklarının muhalefetle değil de birbirleri ile uğraştıkları bir anda son darbe Erbakan’dan geldi. Erbakan, hükümetin güvenoyunu Anayasa Mahkemesine taşıdı ve mahkeme Erbakan’ı haklı bularak güven oylamasını iptal etti. Böylece hükümet 3 ay içinde düştü.

Bundan sonra görev yeniden Erbakan’a verilmişti. Erbakan bu defa Çiller ile hükümeti kurmayı başardı ve 28 Haziran 1996 tarihinde REFAHYOL adı verilen hükümet kuruldu. Erbakan Başbakan, Çiller Başbakan Yardımcısı olmuştu. 

28 Haziran 1996 ile 18 Haziran 1997 tarihleri arasında 1 yıl devam eden REFAHYOL hükümeti başarılı hizmetlere imza attı. Bu dönemde hükümet, D-8 adlı uluslararası organizasyonun kuruluşunu gerçekleştirdi. D-8, gelişmekte olan sekiz ülke olarak tanımlanmaktadır. D-8 ülkeleri, Erbakan tarafından “İslam Birliği” hedefi gözetilerek kurulmuştur. D-8 ülkeleri; Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya idi.

Ekonomik alanda, hazinenin iç piyasaya borçlanma ihtiyacını ortadan kaldıran "Havuz Sistemi" uygulamasını başlattı. Bir devlet kurumu sahip olduğu parayı %30 u geçmeyecek bir faizle bankaya yatırıyor, paraya sahip olmayan bir başka devlet kurumu da %150 faizle aynı bankadan borç alıyordu. Havuz Sistemi ile buna son verildi.

TC tarihinde ilk defa “Denk Bütçe” gerçekleştirildi. Memura, işçiye her ay, enflasyon + büyüme oranında zammı otomatik olarak verme anlamına gelen “eşel-mobil sistemi” uygulandı. Memur, emekli, işçi ve Bağkurluya %110 ile % 300 oranları arasında maaş artışları gerçekleştirildi. Esnafa yüklü miktarlarda faizsiz kredi imkânı sağlandı. Türkiye’nin yıllardır bozulan ekonomisi kısa sürede düzlüğe çıktı. Türkiye bu dönemde altın devrini yaşadı. Ancak ne yazık ki bu dönem uzun sürmedi. Olumlu gelişmelerden ve Türkiye’nin güçlenmesinden korkan dış güçler hemen devreye girdiler. Seçimlerle RP’yi alt edemeyeceğini anlayan dış güçler ve onların uzantıları demokrasiyi tekrar kesintiye uğratacak adımları atmaya başladılar.

11- 28 Şubat Postmodern darbesi

Bütün bunlardan dış güçler ve içerideki uzantıları elbette rahatsız olur.

Zaten bu güçler Erbakan’ı yakından tanıyorlardı. Gümüş Motor’dan tanıyorlar, Devrim Otomobilinden tanıyorlar, Odalar Birliği Başkanlığında Anadolu sermayesini güçlendirme çalışmalarından tanıyorlar. Erbakan Başbakanlığındaki hükümet kurulduktan sonra sadece birkaç ay tahammül edebiliyorlar. Daha sonra hükümeti yıkma planları yapmaya başlıyorlar. İlk önce medyayı harekete geçiriyorlar. Nasıl mı?

2 Ekim - 7 Ekim 1996 tarihleri arasında Başbakan Necmettin Erbakan’ın Libya ziyaretinde bir çadırda görüştüğü Kaddafi’nin sarf ettiği sözler, 6 Ekim 1996'da Ankara Kocatepe Camii'nde, o zamana kadar adı bile duyulmayan sakallı, cübbeli ve asalı Aczmendilerin "şeriat isteriz" diye bağıran gösterileri, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkilerinin açığa çıkması, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşması ki -Karatepe o konuşmasında; "Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, insanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur" demişti- Başbakan Necmettin Erbakan’ın 11 Ocak 1997 günü Başbakanlık Konutunda bazı cemaat liderlerine iftar yemeği vermesi, 30 Ocak 1997'de Sincan Belediyesinin düzenlediği Kudüs gecesindeki cihad konulu tiyatro gösterisi ve Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın konuşması ki -konuşmasından sonra Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi- Ve Müslim Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı tiyatrolarının sahnelenmesi gibi olaylar, TV’lerde ve gazetelerde her Allah’ın günü pişirilip pişirilip kamuoyu önüne tekrar tekrar getiriliyordu.

Geriye dönerek bu olayları bir kere daha hatırlayalım, hafızalarımızı yoklayalım. Bu olanlar demokratik bir ülkede darbeye neden olabilir, darbeye gerekçe gösterilebilir mi? Ama oldu maalesef. Halbuki demokratik bir ülkede yapılması gereken varsa suç işleyen kişilerin cezalandırılmasıdır. Birkaç kişi suç işledi diye darbe yapmak ve parti kapatmak ancak geri kalmış ülkelere has bir durumdur.

Bütün bu gelişmeler TV haberlerinden ve gazete manşetlerinden düşmüyor, günler boyunca defalarca verilerek halkın galeyana gelmesi sağlanıyor ve hükümete karşı kışkırtılıyordu. Basın ve beşli çete denen sendika ağaları amacına ulaştı. Türk Silahlı Kuvvetleri' de harekete geçti. Komutanlar açıkça Başbakan Erbakan ve Yardımcısı Tansu Çiller'i eleştirmeye başladılar. Yüksek rütbeli subaylar 22 Ocak 1997 tarihinde Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda olduğunu ve önlem alınması gerektiğini konuştular.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, “İrtica, PKK'dan daha tehlikeli” dedi. 11 Şubat'ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da yapıldı.

Bu sancılı süreçte 1997 yılının Şubat ayına gelindi. 4 Şubat sabahı Ankara Sincan’da sokaklarda 20 tank ve 15 zırhlı araç geçiş yaptı ve demokrasiye balans ayarı yaptık dendi. Bu da yetmedi gazetecilerin görüntü alması için tanklar bir kere daha yürütüldü. Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanı Demirel, Necmettin Erbakan’a bir mektup gönderdi.

Demirel mektupta, laik düzenin korunması için mevcut kanunların harfiyen uygulanmasını istiyor ve "Cumhuriyetin niteliklerine ve devletin temel çatısına yönelmiş tehdit ve tehlikeler, hem toplumda hem de devletin kurumlarında büyük rahatsızlıklar yaratmaktadır" ifadelerini kullanıyor ve ardından;

Laik düzeni korumak için mevcut kanunlar harfiyen uygulanmalıdır.

Anayasa'nın 174. maddesinin koruduğu 'devrim kanunları' uygulanmalıdır.

 3- Devletin kurumlarına 'köktendinci' cereyanların sızması kesinlikle önlenmelidir” diyordu.

Şubat ayının son günü ise tarihe geçecek o Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapıldı.

28 Şubat 1997 günü yapılan tarihi MGK toplantısı 9 saat sürdü. Bu 9 saat süre içinde askerlerin dillendirdiği laikliğe karşı faaliyetlerin tek belgesi gazete manşetleri idi. Cuntacılar burada da alt yapıyı hazırlamışlar daha önce gazetelere kendilerinin attırdıkları manşetleri şimdi delil diye, belge diye öne sürüyorlardı.

Cuntacı askerlerin önceden hazırladığı ve MGK toplantısında hükümete verdiği bildiri 18 maddeden oluşuyordu. Türkiye yepyeni bir sürece girmişti. Bu süreç, dönemin komutanlarına göre bin yıl sürecekti.

MGK, laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu vurguladı. 28 Şubat 1997'deki MGK' nın tavsiye kararları hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi. Cemaatlere bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kur’an Kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı deniyordu.

Günlerce imza sıkıntısı yaşandı. Başbakan Erbakan kararları imzalamayınca büyük bir baskı altında kaldı. Parti liderlerini dolaşarak demokrasiye beraber sahip çıkalım dedi. Ama hiç destek bulamadı. Muhalefet partilerin liderleri, demokrasinin ve halk iradesinin gereği olarak seçilmiş sivil hükümete destek olacakları yerde cuntacı askerlerin yanında yer aldılar. Mesut Yılmaz, cuntacılara açıktan destek verdi ve Başbakan’a “bunu kendin temizle bizden sana destek yok” dedi. Erbakan 5 gün direndikten sonra, MGK kararlarının, Bakanlar Kuruluna sevk eden üst yazısını imzaladı. Konu Bakanlar Kurulunda görüşüldü ve bu kararların uygulanamayacağı kararı alındı.

Bu arada cuntacı askerler basına, yargıya ve diğer kurumlara brifingler veriyor, hükümete karşı kışkırtıyordu. Cuntacı askerlerden ayrı olarak, hem beşli çete denilen sözüm ona Sivil Toplum Kuruluşları, hem yargı, hem de basın tam manasıyla hükümete yükleniyordu.

Aynı günlerde askerlerden yönetime el konulacağına dair bir yazı geldi. Yazıyı Tansu Çiller’e vermişlerdi. Tansu Çiller Başbakan’a, Başbakan Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı da yazının çıktığı yere yani Genelkurmay Başkanına iletti. Güya sivil ve demokrat bir Cumhurbaşkanı vardı ama tam manasıyla cuntacılara teslim olmuş, cuntacı askerlerin emri doğrultusunda hareket ediyor, onlara destek veriyordu. Cuntacılarla birlikte hükümeti yıkmanın planlarını uyguluyordu.

Başbakan Erbakan’a askerler tarafından ağza alınmayacak küfürler ediliyor, hatta emirle omuz atılıyordu. Omuz vurmanın birkaç kez tekrarlandığı bir defasında da Başbakan’ın yere düştüğü söylentisi dolaştı. Cuntacı paşalar küfürlerini açıktan yapıyor, İçişleri Bakanının kazığa oturtulacağı söyleniyor, TV’ ler bunları yayınlıyordu. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Demirel tarafından destek görüyorlardı. Türkiye’de taşlar yerinden oynamış, kimin ne yaptığı belli değildi ve ülkede tam bir kaos yaşanıyordu.

Bu şartlar altında Başbakanlık devam ettirilemezdi. Erbakan, Başbakanlığı hükümet kurulma esnasındaki anlaşmayı bir yıl öne çekerek Tansu Çiller’e devretmek üzere istifa etti. Daha doğrusu istifa etmeye mecbur kaldı. Bu defa da Hükümet ortağı DYP’den kopmalar başladı. 50 DYP milletvekili tehdit, şantaj ve büyük paralarla partilerinden istifa ettirildi. Hükümetin meclis çoğunluğunu ortadan kaldırmak için türlü planlar yapılmasına rağmen çoğunluk hâlâ Refahyol’da idi. Bunu da imza toplayarak kanıtladılar. Buna rağmen Demirel görevi Çiller’e değil Mesut Yılmaz’a verdi ve ANASOL-D kurduruldu.

Uydu ANASOL-D Hükümeti MGK kararlarının hepsini eksiksiz uyguladı. 8 yıllık kesintisiz eğitime geçildi ve İHL’lerinin orta kısımları kapatıldı. Mesut Yılmaz “siyasi hayatıma da mal olsa bu kararları uygulayacağım” dedi ve uyguladı. Hafızlık eğitimi sona erdi. Kur’an Kursları üzerinde büyük baskılar yapıldı. Başörtülüler okullardan atıldı. Sokaklarda bile başörtüsü ve dindar avı yapılıyordu. Başörtülüler hastanelere bile alınmadı. Üniversitelerde ikna odaları kuruldu, 14 yaşındaki çocuklar bile tutuklandı. Tek Parti döneminden sonra Türkiye’de dine ve dindarlara yapılan en büyük baskı bu dönemde gerçekleşti.

Genelkurmay, irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo koydu. Yeşil sermaye adını verdiği firmalar üzerinde büyük baskılar uygulandı. Netice olarak Refahyol hükümetine karşı oluşturulan “medya-sermaye-bürokrasi ve cunta” şeytan dörtgeni çok çalıştı. Ödüllerini bankaların içini boşaltarak aldılar. Tabi ki bu Siyonizm’in planı idi ama şeytan dörtgeni tarafından iyi uygulanmıştı. 

Siyasi hayatında kurduğu 4 partisi kapatıldığı, hapishanelere atıldığı, çeşitli darbelere maruz kaldığı, ülkeye İslami bir düzen getirme suçlaması ile hakkında davalar açılarak yargılandığı, siyasi yasaklı hale getirildiği ve nice çileler çektiği halde bir türlü bitirilemeyen, yıldırılamayan, çökertilemeyen Erbakan’a son ve en büyük darbe 28 Şubat 1997 tarihinde vuruldu.

Başbakanlığı döneminde kısa sürede yaptığı efsane hizmetler ile menfaat hortumlarını yatırıma ve millete aktarması, havuz sistemini oluşturması, Dünya Müslümanlarının birliği için D-8’leri kurması, ülkemizin büyümesini ve gelişmesini istemeyen dış güçler ile onların içerideki uzantıları olan sömürücü güçleri harekete geçirmiş ve tarihe post modern darbe olarak geçen 28 Şubat tezgâhlanmıştır.

28 Şubat’ı tezgâhlayanlar kesinlikle Amerika ve İsrail’in öncülüğündeki Siyonist güçler ile onların içerideki temsilcileridir. Bunlar her zaman milliliğe, Anadolu ruhuna ve maneviyatımıza karşı çıkan odaklardır.

Bu darbe sadece Erbakan’ın şahsına değil, Erbakan’ın yetiştirdiği bütün kadrolara, onun zihniyetine, milli ve manevi değerlerimize ve Erbakan’ın yerleştirmeye çalıştığı Anadolu ruhuna karşı yapılan bir darbe olmuştu.