Merhaba kıymetli okuyucularım. Uzun zamandır sürdürdüğüm yazma serüvenime bundan böyle, haftada bir, bu köşeden sizlere seslenerek devam edeceğim. Yazılarımız toplumumuzda giderek ihtiyaç haline gelen etkili aile ve aile içi ilişkileri üzerine olacak.
Bu köşede ailelerde yaşanmış, yaşanılması muhtemel olan ve yardım alınmasını gerektiren konular üzerine fikir beyanında bulunacağım. Yeri gelecek dertleşeceğiz. Ailevi ilişkilerinizde başa çıkamadığınız, zorlandığınız her türlü durumlarda [email protected] adresimden bana ulaşabilirsiniz.
Toplumsal gelişimimizin en önemli temel taşlarından biri olan aile adına bana bu köşede yer verilmesini sağlayan, bir kurum olarak aile üzerindeki hassasiyetini bildiğim gazetemiz imtiyaz sahibi Mustafa ARSLAN Bey’e de bu vesile ile teşekkürlerimi sunuyorum.
Evet, gelelim bu haftaki konumuza… İlk yazım olacağı için daha sevimli bir yazıyla giriş yapmak isterdim ama… Son dönemde, hemen hemen her bulunduğum ortamda dile getirilen, eğitimci arkadaşlarımın temel sohbet konusunu, daha doğrusu tartışma maddesini oluşturan, çözüm yollarını aradığımız “pandemi sonrası okula adapte olma” problemine değinmek istedim.
16 Ekim 2020’de yayımlanan Şehrin Hafızası 2. Cilt, 22. Sayı, 16.sayfada şöyle demiştim:
“Okul sadece Türkçe, matematik, fizik, kimya v.s’nin öğretildiği yer değildir aslında. Okul, çok şeydir acısıyla tatlısıyla, binasıyla, idarecisiyle ve öğretmeniyle... Okul insan ilişkilerinin, toplumsal yaşantı gereklerinin öğrenildiği yerdir. Öğretildiği yerdir demiyor, öğrenildiği yerdir diyorum. Neden mi, çünkü okul öğretilenden çok daha fazlasının öğrenildiği yerdir de ondan. Ailesinden sonra kişiyi o kişi yapan yaşanmışlıkların ikinci adresidir de ondan. Hayatı hayat yapan şeylerin, insan-insan, insan-toplum ve insan-kâinat sisteminin başlıca döngü ayarlarının kazanıldığı mekândır. Şu pandemi sürecinde sosyal medya ile de iyiden iyiye asosyalleşen çocuklarımız okulsuz neler kaybediyorlar, onlar için ne kadar üzülüyorum bir bilseniz…”
İlkokul, ortaokul ve lise olmak üzere öğrenci, veli, öğretmen ve idareci dostlarımla danışanlarımla olan görüşmelerimde o zaman dile getirdiğim şeylerin çok daha fazlasının yaşandığını öğrenmiş oldum. Durum göründüğünden biraz daha sıkıntılı sanki…
1,5 yıllık salgın sürecinde okuldan uzak kalmakla, çocuklarda, hem akademik hem de sosyal yönden ciddi seviyede bir gerileme olduğu aşikâr. Konuyu önce akademik açıdan ele alacak olursak:
Pandeminin ilk dönemlerinde mart ayına kadar eğitim almış olan ve şu an 3. Sınıftaki çocuklarımız, 2. Sınıfta olanlara göre daha şanslılar, çünkü en azında mart ayına kadar okumayı sökmüşlerdi. Ama 2. Sınıflar tamamen uzaktan eğitimle okuma yazma öğrenmeye çalıştılar. Okullar, açıldı kapandı, açıldı ara tatile girdi derken onların durumu daha da zorlaştı. En iyi olanlar şu an 1. sınıfta olanlar.
2. Sınıf olarak başlayanlarda %10 civarında hiç okuma yazma öğrenememiş olanlar var. Yine 3. ve 4. Sınıf çocuklarında ise okuma-yazmayı ve basit matematiksel işlemleri unutanların sayısı %10 civarı deniliyor. Bu yöndeki yetileri epeyce gerilemiş. Bıraktığımız yerde bulamadık çocuklarımızı serzenişi epeyce görülüyor. Bedenen büyümüşler ama zihnen gerilemişler.
Genel olarak ne kadar başarılı oldukları hususunda ise görüştüğüm eğitimci, idareci arkadaşlarım % 40 gibi bir sayı telaffuz ettiler.
Buna sebep olarak da uzaktan eğitimde öğretmenler okuldakinden daha fazla efor sarf ettikleri halde örgün eğitimde aldıkları verimin yarısını dahi alamamış olmaları gösteriliyor.
Şu anki durumda ise ödev yapmak istemiyorlar, sorumluluk almaya yanaşmıyorlar ve sürekli bahaneler öne sürüyorlar.
Liselerde de durum farklı değil. Pandemi sürecinde liseye yeni başlaması gerekirken şu an 10. sınıf olan çocuklar bir taraftan, yine o dönem 11. ve 12. Sınıf olup üniversite sınavına uzaktan eğitim sonrası giren çocukların da durumu bir hayli zor.
Şu an ise eğitimcilerin en çok korktukları şeylerin başında sınıflarında vaka çıkması. İdareci bir arkadaşım şunları söyledi geçen hafta;
Vaka 1 yazılınca, 2. Vaka olmasın diye dua ediliyor. Niye mi? Çünkü uzaktan eğitimde katılım çok daha düştü son zamanlarda. Sınıf kapatılınca çocukların bir kısmı uzaktan eğitime katılırken büyük bir kısmı katıl(a)mıyor ve okula dönüşte kopuşlar yaşanıyor. Öğretmen arkadaşlarımız tüm çocuklara eşit öğretime devam etmekte çok zorlanılıyorlar.
Diğer taraftan açığı kapatmak için ödevler yoğunlaşıyor, ama bu ödevlerin geri dönüşünde de büyük sıkıntılar yaşanıyor çünkü düzeltilmesi vs çok daha fazla zaman alıyor.
Uzaktan eğitime devamsızlık noktasında direk öğrenciyi suçlamak yanlış olur. Çünkü internet imkânı olmayan ailelerimiz hala var. Misal bizim evde internet var hem de sınırsız, en yüksek hızda olanından. Lakin eşim derse giriyor, ben derse giriyorum, evde iki çocuk derse giriyordu. Düşünün buna hangi internet dayanır. Biz iki bilgisayar, bir tablet ve birimiz de telefondan halledebildik bu süreci ama evinde bu imkânları olmayan çok velimiz var hâlâ.
Veli diyor ki, benim akıllı telefonum var sadece, bilgisayar ya da tabletimiz yok evde. 3 çocuğum var, biri lise, biri ortaokul biri sizin okulda. Uzaktan eğitime ben hangisine öncelik vereyim hocam, diyor. Lisede olan ben üniversiteye hazırlanacağım en çok bana lazım diye diretiyor, diyor.
Ayrıca bizim okulun olduğu semtte altyapı yetersizliği de var. Veliler internete aboneliğine başvurduk, iki aydır bekliyoruz ama yok, diyor. İnternetleri bağlanmayınca uydu net almak zorunda kalan velilerimiz bile oldu.
Öğretim noktasında bu şekildeyiz, gelelim olayın bir de sosyal yönüne:
Eğitim camiasındaki bu konuda en yaygın şikâyetler; çocukların derslere dikkatlerini verememeleri. Odaklanma noktasında ciddi problem yaşanıyor. Sebebi ise uzaktan eğitimde kamera açmamakta ısrar ediyorlardı ve bu süreçte belki başka şeylerle ilgileniyor, yiyip içebiliyorlardı. Şu anda okulda da bu rahatlığı istiyorlar. Ders esnasında ikide bir çantalarını açıp kapatma, başka bir şeylerle ilgilenmeye başlama, bir şeyler yemeye, içmeye ihtiyaç hissediyorlar. Abur-cubur yeme alışkanlıklarında artış var. Çocuklar her an ellerinde cips, kraker, bisküvi vs. ile geziyorlar, derslerde bile bu alışkanlığı devam ettirmek istiyorlar.
Diğer mühim konu ise şiddet olaylarının da çok artması! Eskiden de şiddet vardı ama bu kadar kasıtlı ve yaralayıcı değildi. Şu anda direk saldırma şeklinde, vurulmaması gereken yerlerine kasıtlı olarak vurma, karşılıklı küfürleşme şeklinde kavgalar oldukça arttı.
Özellikle liseli kız çocuklarının evde kalma süreçlerinde anne-kız arasındaki sürtüşmelerin fazlalığı... Bir de gündüz kuşağı programları izleyen annelerin çocukları da bu programlara dadanmış ve hayat algıları değişmiş durumda. Ve bu şekilde okula gelen bu dönem kız çocuklarında derslerde huzursuzluk, depresif durumların gözlemlenmesi.
Eskiye nazaran daha kolay internete girmeleri sağlanan bu dönem çocuklarda Kore dizileri ve müzik grupları sebebiyle zihinsel ve ahlaki alt yapılarında bozulmalar fark ediliyor. Şimdi okulda da boş ders ya da öğle aralarında akıllı tahtalardan buralara bağlanmaya çalışıyorlar. Dijital yoğunlaşma sebebiyle odaklanma süreleri iyice azalmış durumda. Wattsap durum paylaşımı 30 sn., twitter 2 dk. 20 sn video uygulaması var. Sürekli bunlarla meşgul olan gençlerde de odaklanma süreleri azaldıkça azalmış, ne yazık ki lise çağında olmalarına rağmen dikkati kaybetmemede 20 dk’yı bile bulamıyoruz. Odaklanamama problemi de mukayese etme kabiliyetlerinin körelmesine neden oluyor.
Okul müdürü değerli bir ağabeyim şöyle demişti: No frosta konulan gıdalar nasıl dondurucudan çıkarıldıkları zaman çözündükçe kendilerini salıp, pörsümüş hale gelirlerse biz de çocuklarımızda bunu fark ettik. Değer yargılarının bırakın kazanılması epeyce bir kısmını kaybetme ve unutulması ile karşı karşıyayız.
Veli-öğretmen cephesinde ise durum şu şekilde ilerlemekte; öğrenci okul kurallarını unutmuş. Dolayısıyla disiplinsiz durumlarda olay velilere yansıyor. Nadir de olsa eğitimcilerimiz ve velilerimiz hassas kuralları unutmuş, veli-öğretmen, veli-idare, öğretmen-idare iletişimi unutulmuş.-veli-öğretmen arasında söylenilen ile söylenilmek istenilen ve de sonuçta algılananın farklılaştığını gördük. İnsanlarda bariz bir algı değişmesi olduğunu anladık. Pandemiden dolayı agresiflik artmış. Kapalı ortamlarda uzun süre kalınması, sosyalleşmenin eksik olması buna sebep.
Peki, bundan sonra neler yapılmalı;
Sosyal arkadaş ve akran gruplarından uzak kalmanın kaybettirdikleri ile baş etme metotları üretmeliyiz.
Çocuklarımızın fıtratında olan bolca konuşmak ve oyun oynamak dürtüsü salgın sürecinde evden çıkmama hali ile onları adeta patlamaya hazır hale getirmiş. Öyleyse sabırlı davranıp yeniden, doğru metotlarla akranlarıyla iletişim kurmaları, onlarla düzgün konuşup, oyun oynamaları ve gelişmeleri açısından için uygun zeminler oluşturmalıyız. Nasıl arkadaşlık kurulur, sohbet edilir, oyun açlığı nasıl giderilir yeni zaman sürecinde öğrenmelerine yardımcı olacağız. Gülmeyi, konuşmayı, hareketliliği doğru olan şekilde yeniden keşfetmeleri için fedakârlık yapmaktan çekinmeyeceğiz. Öğretmenlerin ve arkadaşlarının gözünde ilk anda disiplinsiz damgasını yemelerine izin vermeyeceğiz.
Öğretmenlerimize büyük görev düşüyor burada. Eskisinden daha çok sevgi ve şefkatle, doğru iletişim, doğru arkadaşlık, kurallara uyma, sorumluluk alma ve sosyal ortamlarda sağlıklı bir şekilde bulunmalarını sağlayacak uğraşıyı daha büyük bir özveri ve yaklaşım ile gerekirse velilerinden destek alarak, göstermeleri gerekiyor öğrencilerine.
Biz, hepimiz çocuklarımızın “ kayıp nesil” olarak adlandırılmalarına izin vermeden bu süreci veli-öğretmen-idareci işbirliği ile kotarmanın yollarına kafa yormalıyız.
Bir toplumun oluşumu ve gelişimi açısından eğitimin ne denli önemli, değerli ve gerekli olduğunu tüm milletçe yaşayarak teyit etmiş olduk. Pandeminin sona erdiği, tekrar eski günlerimize dönebilmek ümidi ile hoşça kalınız.