Cenabı Allah, kâinatı yaratmış, kâinata isimleriyle tecelli etmiş, bin bir isminin nakışlarıyla kâinat sarayını işlemiş ve bu sarayın bütün nakışlarını, bu sarayın merkezinde olan, sarayın ve sakinlerinin kendisine hizmetkâr olduğu insana da nakşetmiştir.

İnsan yaratıldığı gibi, kâinatta yaratılmıştır.

 İnsan küçük bir âlemdir. Âlemin küçültülmüş bir misalidir.

Kâinatta ne varsa, Allah insanın hakikatine onu öz olarak yerleştirmiştir.

Şu kâinattaki muazzam faaliyetin bir misali de insanda cereyan eder.

Kâinat insana hizmetkâr: İnsan, kâinatın merkezinde yaratılmış ve kâinat, insana hizmetkâr edilmiş...

Cenabı-ı Mevlâ, kâinatta ne varsa, tüm nimetlerin uçlarını insanla bağlamıştır. Yani, insan kâinatın her tarafıyla alâkadar bir vaziyette yaratılmıştır.

Dağıyla, taşıyla, toprağıyla, yıldızıyla, çiçeğiyle, mercanlarıyla, Her şeyiyle, kâinat bizim için yaratılmıştır.

Bütün kapılar, yollar insana hizmet içindir.

Mükemmel bir ahenk içinde “cüzi iradesini” kullanıp “külli iradeye” teslim olması gereken insanoğlunun en büyük sıkıntısı “ben”, “benlik sıkıntısı” tır. Bunu bir türlü aşamaz veya aşmak istemez. Her iyi olan şeyi kendinden, kötü olan şeyi başkalarından zanneder. Böyle olunca hep zikzak eder, yalpalar.

Yaradan’a teslim olsa hem dünyası kurtulacak hem de ahireti.

 İbrahim Sayar Bey  “Ne Sandın” şiirinde bizim ders almamız gereken güzel tespitler yapmış. 

“Dil ne bilir şekeri şerbeti
Aldığın lezzeti baldan mı sandın?
Ne arı, ne ağaç verir nimeti,
Elmayı, narı daldan mı sandın?

Baharı gönderir al gelin gibi,
Bir hazinedir ki, görünmez dibi,
O Cemil'dir, Cemal Onun tecellisi,
Güzeli yeşilden, aldan mı sandın?

Çok istesen de inadın olmaz,
Takdirden öte muradın olmaz,
O uçurursa senin kanadın olmaz,
Uçmayı kuştan, kartaldan mı sandın?

Gördüğün göremediğin göz Onun,
Bildiğin, bilemediğin öz Onun,
Dediğin, diyemediğin söz Onun,
Kelamı dudaktan, dilden mi sandın?

O dilerse azlar çok olur,
O dilerse varlar yok olur,
Allah dilerse açlar tok olur,
Tokluğu paradan, puldan mı sandın?

İbrahim duada, Nemrut’un ateşinde,
Ateşler gül zar olur, türlü esrar içinde,
Oğul razı kurbandır babasının peşinde,
Kesmeyen bıçağı İsmail'den mi sandın?

O'nun sanatı, varlığın nakışında,
O'nun şevkati ananın bakışında,
O'nun rahmeti, suyun akışında,
Suyu pınardan, gölden mi sandın?

Ellerin titrer fer kesilir gözlerden,
Kapılırsın pek amansız bir derde,
Maraz, musibet ancak bir perde,
Ey Kul eceli, Azrail'den mi sandın?

Ameline bakarsın ateşi tartar,
Rahmete bakarsın ümidin artar,
Kurtar bizi Ya Rabbim kurtar,
Gönül necatı, kurtuluşu amelden mi sandın.”

Eskiler ait bir söz vardır. “İslam’ın farzı beş ama altıncısı haddini bilmek ” diye. Bazen haddimizi aşan işlere karışırız onun altında ezilir gideriz.

Aslında bütün mesele benlikten arınıp, kalbi selim bir şekilde Allaha teslim olmak olsa gerek. Bunu başarabilirsek bütün kapılar açılacak, “ O senden razı senden ondan razı olarak” gerçek hayata dönüş yolculuğu başlayacaktır.

Hepimiz bu dünyada misafir olduğumuzu biliriz ama misafir gibi davranmayız. Bu misafirliğin ne zaman, nerede sona ereceği belli değildir. Bunun için temkinli ve tedbirli olmamız lazım gelir.

 İdrak etmek gerekir ki, dünyada var olma amacımız tektir ve Allah’a itaattir. Allaha itaatin uygulanacağı yer de bu dünyadır.

Kusursuz insan yoktur. Mutlaka herkesin kusurları vardır ve birbirimizi böyle kabul etmek en güzel bir eylem olsa gerek.

Cenabı Allah’a olan sadakatimizi unutmadan, haddimizi aşmadan bir ömür lütfetsin.

Baki selamlar.