Hz. Mevlânâ’da ölüm; sevgiliye kavuşmak, bir başka deyişle düğün günü anlamına gelmektedir. Mevlânâ, “herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Böylece herkesin ayrılık olarak anladığı ölümü, Hz. Mevlânâ sevgiliye kavuşmak olarak nitelendirmiş ve öyle kabullenmiştir.

Mevlana anlayışında; her şeyi yoktan var eden ve tek yaratıcı güç olan Allah (cc), en büyük sevgili olarak kabul edildiği için, ölüm O’na kavuşulan gün olarak algılanmış ve ölüme vuslat, ölüm gecesine de Şeb-i Arûs denmiştir.

Bu hangi aşk ve hangi sevdadır ki, ağızların tadını bozan ve nice ocaklar söndüren ölümü, sevgiliye kavuşma olarak adlandırsın ve düğün gecesi olarak kabullensin. Bu anlayış ancak, sonsuz ve derin bir ilâhi aşk anlayışı ile mümkün olabilir. İşte Hz. Mevlâna; yüz yıllardır bu derin aşkın ve sonsuz ilâhi sevdanın temsilcisi olmuş, bu aşkı Konya’dan tüm dünyaya duyurmuştur.

Adı Şemseddin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) olan bir gezgin, bir gün ders bitiminden sonra, atının üstünde gitmekte olan Mevlâna Celâleddin’in atının dizginlerinden aniden tutar ve sorar: “Ey bilginler bilgini, söyle bana Muhammed mi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"

Mevlâna, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan dolayı şaşırmıştı: “Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki Peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?" Bunun üzerine Tebrizli Şems şöyle dedi:

           - Neden Muhammed; "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim. Rabbim seni layık olduğun veçhile bilemedik" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cesedimin her zerresinde Allah'tan başka varlık yok' diyor. Buna ne dersin?"

Bu soruya Mevlânâ şöyle cevap verdi :

            - Hz. Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makamın yüceliğine vardığında önceki makam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyor ve daha çok yakınlık istiyordu. O’nun kalbi kolay kolay dolmaz. Doymak bilmez bir susuzluk hâsıl olmuş kalbinde. Oysa Beyâzîd ulaştığı ilk makamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve o makamın sarhoşluğu ile kendinden geçti, içtiği bir yudum suyla susuzluğu dindi. Onun için böyle konuştu."

Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Aradığı deryayı bulmuştu. Bu buluşmanın olduğu yer Merac-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu yer) diye adlandırıldı.

Hayatının dönüm noktası olan bu olaydan sonra, Mevlâna Celâleddin bütün dünyevi işlerden çekilmiş, kendisini tamamen ilâhi aşkın sonsuzluğuna kaptırmış ve aşk deryasında kaybolup gitmiştir.

Bu aşk deryasının temsilcisi; “Aşk geldi, damarımda, derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin her yanını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O...” diyerek gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı ve derin Hak sevdâsını dile getiren Hz. Mevlâna’dır.

Bu aşk denizine dalan; “Bu kapı umutsuzluk kapısı değil, aşk kapısıdır gel” diyerek tüm dünyaya kucak açan ve bütün insanlığı Hak’kın aydınlık ve nurlu kapısına çağıran, herkesi Hak yola davet eden Hz. Mevlâna’dır.

Bu ilâhi aşkı terennüm eden; “Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O’dur. Tek Mâbud ancak Allah’tır. Bağ, gül, sema, sevgili… Hepsi bahane, maksat daima O’dur” diyerek tek amacının Allah’a kavuşmak olduğunu dile getiren Hz. Mevlâna’dır.

Bu aşk bağının sembolü; “Aşka uçarsan kanadın yanar” diyen bir şaire cevap olarak, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar” diyerek gerçek aşkın Allah’a ulaşmak olması gerektiğini haykıran gönüller Sultanı Hz. Mevlâna’dır.

Bu sonsuz ve derin aşkın sahibi; “Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız, aşk bizim anamızdır. Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın” diyerek ilâhi aşka dalmanın sonsuz dirilik olduğunu, ölmemek için ilâhi sevdâ ateşine girmek gerektiğini vurgulayan Hz. Mevlâna’dır.

Mâşûkluk âlemine  dalan ve ilâhi aşkın sırlarına vâkıf olan; “Allah'dan başka bir temâşâsı bulunan aşk, aşk olamaz, saçma-sapan bir sevda olur" diyen ve Allah’ın nûrûnu görerek ilâhi aşkta kemâle eren, yalnız ve ancak tek olan Allah’a aşkla bağlanılacağını ve O’ndan gayrısına bağlılığın saçmalık olduğunu dile getiren aşk bağının bülbülü Hz. Mevlâna’dır.

İnsanların ruhunu ilâhi aşkla dirilten; “Allah için ağlayan göz ne mübarektir. O’nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir” diyerek yüreklerin ve gönüllerin bağlanması gereken gerçek aşk yolunu gösteren ve ilâhi aşk mesajını tüm dünyaya duyurarak herkesi ölçülemeyecek bir rahmete boğan Hz. Mevlâna’dır.

İşte bu derin ve sonsuz ilâhi aşktır ki; ölümü en büyük sevgili olan Allah’a kavuşmak anlamına gelen vuslat, ölüm gecesini de düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arûs olarak algılasın ve kabullensin.

Daha çocuk yaşta iken Mevlâna’daki kemâlâtı gören şeyh Feridüddin-i Atar; Sultânül-Ulemâ Bahâeddin Veled’e hitaben şöyle der: “Çok geçmeyecek, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır.” Gerçekten de öyle olmuş, Hz. Mevlânâ’daki aşk ateşi, dünyanın her tarafındaki yüreği yanıkları Konya’ya koşturmaya yetmiştir.

Şeyhi Ekber Muhyiddin Arabi hazretlerinin de yine çocuk yaştaki Mevlâna Celaleddin için yaptığı, “okyanus” benzetmesi, yıllar sonra aşk okyanusuna dalan ve kendi düşüncesiyle “düğün gecesi” ne kadar da, bu aşk deryasında kalan Mevlâna’da kendini göstermiştir.

Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını, ancak onun aşk anlayışı ile anlatmak mümkündür. Zira Mevlânâ anlayışında âşık, mâşûkuna ancak ölüm sayesinde kavuşabilir. Doğumla birlikte ayrılık yaşayamaya başlayan insan, ölümle en büyük sevgiliye kavuşmuş olmaktadır.

Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını anlatan şu gazeli ne kadar mânidârdır:

“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma.

Benim için ağlama, yazık vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte o zaman eyvah demenin sırasıdır.

Cenazemi gördüğün zaman ayrılık ayrılık deme. Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.

Beni kabre indirip toprağa verdikleri zaman sakın elvedâ elvedâ deme. Zira mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki?

Sana batmak görünür, ama o doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o cânın kurtuluşudur.

Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? İnsan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun?”

Hz. Mevlânâ, âlemlerin Rabbi olan Allah’a şöyle seslenir:

          “Ölmek şeker gibi tatlı bir şey. Cânı sen aldıktan sonra, seninle olunca candan da tatlıdır ölüm.”

Hz. Mevlânâ, ziyaretçilerine de şöyle seslenir.

          “Ölümümden sonra mezarımı yerde aramayınız. Bizim mezarımız, âriflerin gönüllerindedir. Hak Teâlâ beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem bile, ben yine o aşkım.”

Hz. Mevlâna, vefaya da çok önem verir.  Bu sebeple geçen yıl ki törenlerin ana teması vefa idi. Bu sebeple Hz. Mevlâna’nın vefa ile ilgili şu sözlerini de hatırlayalım:

             “Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen, Tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen. Kula vefası olmayanın Hakk’a vefası olmaz!”

              “Dostlar, birbirinizden ayrılmaya kalkmayın. Heves peşinde öyle kaçışıp durmayın. Birsiniz hepiniz çünkü… İkilik etmeyin. Vefa Sultanı emrediyor: “Vefasızlık etmeyin.”

Bu yıl ki törenler oldukça sınırlı ve seyircisiz gerçekleşse de gönüllerimiz hep orada, onun izinde ve hep Hz. Pir’in “kölesiyim” dediği Kur’an’ın yolunda olmuştur, olmaktadır.

747. Vuslat ve Şeb-i Arûs yıldönümü vesilesiyle, Hz. Mevlâna’nın; “Ben seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım” dediği, Efendimizin sancağı altında buluşmayı Yüce Allah’tan diliyorum.

Yeri gelmişken bir konuya daha değinelim. Sema’nın Mevlevilikte çok büyük önemi vardır. Sema belli bir düzen dâhilinde yapılan prensipleri ve kuralları olan ritüeldir. Mevlevilikte sema, bir zikir olarak kabul edilir. En küçük varlıktan en büyüğüne kadar yani proton ve elektronlardan, aya, dünyaya, güneşe kadar tüm varlıkların dönerek zikir ettikleri Mevleviliğin temel görüşüdür. Buradan yola çıkılarak Hz. Mevlâna başta olmak üzere bu ekole mensup olanlar semaya yer vermişlerdir.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul’da düzenlenen bir etkinlikte Sema’nın bütün prensipleri, bütün kuralları yerle bir edilmiştir. Kadın erkek karışık bir halde yapılan ve Türkçe Kur’an okutulan bu etkinlik Sema programı falan değil, tam manasıyla soytarılıktır. Semanın bu şekilde yanlış ellerde, yanlış şekilde icra edilmesinin önü mutlaka kesilmelidir. Yazımı Mevlâna şiirimle tamamlıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

MEVLÂNA

Sen Kur'an'ın kölesiydin,

Peygamberin velisiydin,

Tasavvufun âlisiydin,

Piştin, yandın can Mevlâna.

Her zaman ve her bir ilde,

Türlü ırk ve türlü dilde,

Anılırsın her gönülde,

Canıma canan Mevlâna.

Dağlar, denizler aşarak,

Bizler de geldik koşarak,

Huzurundayız coşarak,

İç dünyama kan Mevlâna.

Her zaman seni anarız,

Aşkınla daim yanarız,

Senin yolunda kanarız,

Sen de bizi an Mevlâna.

Dergâhından yükselir nur,

Eserlerin hep okunur,

Mesnevin gönüller dokur,

Gel tahtına kon Mevlâna.

Sende ölüm vuslat oldu,

Kalp, Aşkullah ile doldu,

Gönül, maşukunu buldu,

Tahtın gönül, han Mevlâna.

Vuslat şerbetin içeli,

Sen bu dünyadan göçeli,

Asırlar oldu geçeli,

Adın yaşar, şan Mevlâna.

Şeb-i Arus ölüm gecen,

Sevdadır tüm hayat hecen,

Aşka düşer, candan geçen,

Aşkın ile yan Mevlâna,

Cennette de dön Mevlâna.

Salih Sedat Ersöz