ABD yangını yazımın başlığında kullandığım deyimleri hatırlattı. Hayat, etme bulma dünyasından ibarettir. Ne edersen onu bulursun. Ne ekersen onu biçersin. Kötülük eden kötülük bulur. Kötülük tohumu ekenin iyilik meyvesi topladığı, nefret ekenin sevgi biçtiği görülmemiştir. Başkasının kapısını nasıl çalarsan bir gün senin de kapını öyle çalarlar. Çalma kapımı, çalarlar kapını… Bugün bana ise yarın sana… Bugünün bir de yarını olduğunu unutma… Siz hayata ne verirseniz hayatta size onu verir. Kim olursan ol yaptıklarını bir gün ödersin.

Halife Harun Reşit’in bir bahçesi varmış. O bahçesinde de çok sevdiği bir de gül fidanı… Bir gün bahçıvanına şöyle demiş: “Bu fidana gözün gibi bak! Güzel bir gül tomurcuklanıp da açıldığında bana haber ver.”

Bahçıvan geceleri bile gider, kontrol edermiş fidanı. Bakışlarından bile sakınır, üzerinde titrermiş. Geceleri rüyalarına girdiği bile olurmuş. O da sevmeye başlamış fidanı. Tomurcuklar çıkmaya başlamış. Hele bir tanesi varmış ki, diğerlerinden çok daha güzelmiş. O güzelim tomurcuk açmış ve insanın bakmaya kıyamayacağı kadar güzel bir gül oluvermiş.

Bahçıvanın kalbi pır pır atmaya başlamış, içi içine sığmaz olmuş. “Hemen gidip halifeye haber vermeliyim” diye düşünürken, kuşun birisi o gülün üzerine konup başlamaz mı yapraklarını gagalamaya! Bahçıvan bağırmış kuş kaçsın diye. Yerinden ok gibi de fırlamış. Ama nafile! Mahvolmuş o nadide çiçek. Nasıl haber versin halifeye? Nasıl izah etsin? “Yalan söylemiyorum ya” demiş bahçıvan. “Gider anlatırım durumu olduğu gibi.”

Varmış Harun Reşit’in huzuruna. Anlatmış durumu gözyaşları içinde! Halife büyük bir olgunluk içinde dinlemiş ve tek bir cümle sarf etmiş: “Men dakka dukka!" 

 Ayrılmış huzurdan bahçıvan. Aradan zaman geçmiş. Bir gün görmüş ki, o kuş bir yılanın ağzında can vermiş aynı bahçenin içinde. “Allah’ım sen ne büyüksün” demiş ve soluğu halifenin yanında almış. Durumu anlatmış. Halifenin dudaklarında yine aynı cümle: “Men dakka dukka!”

Aradan bir süre daha geçmiş. Bahçıvan bahçede yürürken o yılan ayağına dolanmaz mı? Kendisini sokacağından korkan bahçıvan, kafasını bedeninden ayırıvermiş yılanın elindeki kürekle. Gene halifenin yanına koşmuş. Anlatmış durumu ve gene aynı cevabı almış: “Men dakka dukka!”

“Eyvah” demiş bahçıvan! Edip de bulma sırası bana geldi! Gerçekten de öyle olmuş. Bir zaman sonra, bahçıvan hiç istemeden kendisinden beklenmeyecek kötü bir iş yapmış. Halife de onu cezaya çarptırmış. Çarptırılmış çarptırılmasına ama gel gelelim bizim bahçıvan yerinde duramaz, zıplar durur, bas bas da bağırırmış. Bir tek şey istermiş ısrarla: Halifeyle acilen görüşmek! Ne dedilerse olmamış ve sonunda çıkarmışlar halifenin huzuruna: “Sana haksız bir ceza verildiğini mi düşünüyorsun?” demiş halife, “Hayır” demiş bahçıvan. “Benim derdim o değil. Ancak bana bunu reva gördüğünüz için, ettiğini bulma sırası size de gelecek. Onu hatırlatayım dedim. Men dakka dukka..."

Bu güzel hikâyeyi yazarken aklıma birdenbire aynı konu ile alâkalı bir başka hikâye daha geldi. Etme bulma dünyasına örnek teşkil edecek yaşanmış hikâyeyi yıllar önce Yazarlar Birliğinde Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hocası Bedia Koçakoğlu’ndan dinlemiştim.

Bedia Koçakoğlu hanımefendinin öğrenciliği sırasında kaldığı yurdun hemen yanında bir kundura tamircisi bulunmaktadır ve yurt öğrencileri çanta ve ayakkabı tamirlerini buraya yaptırmaktadırlar. Koçakoğlu bir gün, ayakkabısını tamir için girdiği bu yerde dükkân sahibinin bir yandan ayakkabıyı tamir ederken bir yandan da hüngür hüngür ağladığına şahit olur. Bir başka gün çantasını tamire götüren Bedia Koçakoğlu, yine aynı sahneyle karşılaşır. Tamircinin sürekli ağlamasının sebebini sorar ama bir cevap alamaz.

Merakını gidermeye azmeden Bedia Koçakoğlu, kasıtlı olarak ayakkabısını ve çantasını yırtmakta veya arkadaşlarının eşyalarını alarak tamirciye götürmekte ve adamın bu kadar ağlamasının sebebini öğrenmeye çalışmaktadır. Bu durum birkaç yıl boyunca devam eder ama Bedia Koçakoğlu, adamın ağlamasının sebebini bir türlü öğrenemez. 

Bedia Koçakoğlu okulundan mezun olmuştur ve artık yurttan ayrılma vakti de gelmiştir. Vedalaşmak için son defa gittiğinde tamirci, Koçakoğlu’na uzun süredir öğrenmek istediği ağlamasının sebebini açıklar. Tamirciyi sürekli ağlatan hikâyesi kendi ağzından şöyledir:

“On yaşlarındaydım. Evimizin bahçesindeki ağaçta bir kuş yuva yapmıştı. Kuş yavruları gece gündüz cik cik diye durmadan ötüyorlardı. Hiç durmadan öten kuş yavrularının seslerinden oldukça rahatsız olmuştum. Bir ara kendimi tutamadım ve yuvaya doğru bir taş attım. Yuva kuş yavruları ile beraber aşağıya düştü. Ana kuş uçarak kendini kurtarmış ama yavrular henüz uçamadıkları için yere düşen yuvanın içinde cik cik diye bağrışmaya devam ediyorlardı. Kuş yavrularının sesleri gittikçe artıyordu ve ben iyice kendimi kaybetmiştim. Yuvaya bir tekme attım. Yavrular sağa sola savrulmuşlar ama hâlâ cik cik sesleri kesilmiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir halde idim ve bu sesten kurtulmam gerektiğine inanıyordum. Evden bir bıçak getirerek, 7 adet kuş yavrusunun hepsinin dillerini bir bir kestim.”

Tamirci bir yandan yaşadığı bu olayı anlatıyor bir yandan da olanca şiddeti ile ağlamasını sürdürüyordu. Sözünün burasında Bedia Koçakoğlu araya girerek teselli bakımından şunları söylüyor:

 “Amca tamam yaptığın hoş değil ama sen o zaman daha 10 yaşında bir çocukmuşsun ve aradan 40 yıl geçmiş. Hiç insan 40 yıl boyunca kuş yavruları için ağlar mı?”

Tamircinin son cümlesi yürekleri yakan cinstendir. O anda Bedia Koçakoğlu’nun, şu anda da bizim tüylerimizi diken diken eden ve insanın kanını donduran cümleler şunlar: “Kızım, benim şu anda 7 çocuğum var, 7 si de dilsiz.”

Bu konuda son örneği ABD yangınında görüyoruz. Bir yılı aşkın süredir siyonist katil İsrail’e her türlü desteği veren, İsrail’in Gazze’yi kan gölüne çevirdiği silah ve bombaları gönderen ABD şu anda yaptığını ödüyor. Gazze’deki çocukların, kadınların, yaşlıların feryatlarını duymayan ve vahşi İsrail’in her ihtiyacını karşılayan ABD yangınla baş edemiyor. Küçücük çocukların “dünya bizi neden görmüyor? Bizim suçumuz ne? Sesimizi duymayanları Allah’a şikâyet ediyoruz” çığlıklarını duymayan ABD, şimdi aldığı ahların karşılığını ödüyor. Mazlumun ahı yerde kalmaz. 

Tüm dünyayı emri altına almayı hedefleyen ABD ülkesindeki yangın karşısında çaresiz kaldı. Demek ki ABD bütün yatırımını sadece silahlanmaya yapmış. Ülkesinin hiçbir problemine karşı çözüm üretmemiş. Dünyaya sadece kan ve gözyaşı getirecek bir yarışa girmiş. Bu yangın sadece bir başlangıç… Sıra yaptıklarını ödemeye geldi. Daha neler olacağını hep beraber göreceğiz.

Suriye’deki katillerin, zalimlerin sonu geldi. ABD zalimi de yaptığını çekiyor, çekecek. Sıra İsrail’e de gelecek. O da yaptığını çok feci ödeyecek. Allah zalime mühlet verir ama asla ihmal etmez. Şimdi mühlet doldu. Herkes yaptığını bir bir ödeyecek. Burunlarından fitil fitil gelecek.

Asıl hesap ahirette sorulacak. Zalimler cehenneme atılacaklar. Ateş her yanlarını saracak. Yaktıkça yakacak. Dayanılmaz bir acı. Sonra Zemherir denilen soğuk cehenneme atılacaklar. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an bile dayanılmaz. Donma seviyesinde tekrar ateşe atılacaklar. Bir soğuk bir sıcak cehenneme atılarak bitmez tükenmez azap yapılacak. Gayya kuyusu. Beyinleri patlatan topuz azabı. Dev yılan ve akrep sokmaları. Ölüp kurtulmak da yok. Ebedi bir azap… İşte zalimleri bekleyen son… 

Herkes yaptığının karşılığını bir gün mutlaka görecektir. İlâhi adalet er geç tecelli eder. “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.” Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.