1956 yılı Ağustos’un da Akviran’da dünyaya geldim. Akviran’da evimiz okulun hemen karşısında idi. Arada sadece bir yol vardı. Yolun bir yanında okul, diğer yanında ise bizim ev… Okul ve ev hâlâ mevcut.

İlkokulun ilk 3 yılını Akviran’da, diğer 2 yılını da Konya Alparslan İlkokulu’nda okudum. Akviran’da ilkokula başlamam biraz problemli oldu. Okullar açılmadan önce benim için her türlü hazırlıklar yapılmış, öğretmen çocuğu olmam sebebiyle kıyafetlerin en güzelleri alınmıştı. Okulların açıldığı gün annem önlüğümü giydirdi ve babam elimden tutarak evimizin karşısındaki okula beraberce gittik. Okulun bahçesinde sıra olunmuş, tüm öğrenciler sıra ile sınıflarına alınıyorlardı. Bizim sınıfın öğrencileri benden önce sınıfa girmişler. Ben her nedense en sona kalmıştım. Sınıfın kapısına kadar geldim. Kapıdan içeriye baktım ve sınıfın dolu olduğunu gördüm.

Bana sınıfta yer kalmadı diye mi yoksa ön sıralar doldu diye mi şu anda bilemediğim ama o andaki çocuk ruhumla sınıfın dolu olduğunu görür görmez sınıfa girmek istemedim. Öğretmenim Ali Osman Ataç elimden tutarak sınıfa girmemi istiyor ben de direniyor ve “ben girmem” diyordum.  Babam bir yandan, öğretmenim bir yandan beni ilk derste adeta sürükleyerek zorla sınıfa aldılar ama sıramda ders boyunca hiç başımı kaldırmadan oturdum.

Teneffüs zili çalar çalmaz okuldan çıktım ve doğruca Zübeyde halamların evine gittim. Yani okuldan kaçtım. İkinci derse girilince okuldan kaçtığım belli olur olmaz, babam halamların evine gittiğimi tam bir isabetle tahmin ederek arkamdan beşinci sınıflardan birkaç tane öğrenci göndermiş. Ben de aranacağımı tahmin ederek halamların evinde yüklüğe saklandım. Halama da gelen olursa benim burada olduğumu söyleme diye tembih ettim. Halam da “tamam halam söylemem” dedi.

Bir süre sonra dışarıdan sesler gelmeye başladı. Halam gelenlere benim de duyacağım şekilde yüksek sesle “Salih burada yok” diyordu ama eminim eliyle yüklüğü gösteriyordu. Zira hemen elleriyle koymuş gibi beni buldular. Birkaç kişinin arasında kollarımdan sıkı sıkıya tutulmuş vaziyette okula doğru yol almaya başladık. Gerilerden okulun girişinde birisinin beklediği belli oluyordu ama kim olduğu seçilmiyordu. Yaklaşınca bekleyenin babam olduğunu gördüm.

Okula 5-6 basamaklı bir merdiven çıkışından sonra giriliyordu. Babam merdivenlerin en üst basamağında elleri arkasında benim yaklaşmamı bekliyordu. Basamakları yavaş yavaş zorla ve korkuyla çıktım. Tam önüne geldiğim anda babam derhal harekete geçti ve arkasında sakladığı, elindeki bağ çubuğu ile bana bütün haşmetiyle vurmaya başladı.  Bir yandan vuruyor, bir yandan da “okuldan kaçarsın ha” diyordu. İşte her yanımı kızartan ve son derece acı veren bu bağ çubuğu dayağı beni kendime getirdi. Artık o andan itibaren sınıfın en çalışkanları arasında idim.

Konya’da 4 ve 5. Sınıfları okuduğum Alparslan İlkokulu’nda arkadaşlarla kendi aramızda hem ders başarısı yönünden, hem de kitap okuma yönünden büyük bir yarış içine girerdik. Gerek bu yarışın etkisi ile gerekse babamın teşviki ile derslerimin yanında kitap okuma hastalığına tutulmuştum. Hikâye kitapları ile başladığım kitap okuma hevesi sonra roman okumaya dönüştü. Neredeyse her gün bir kitap okuyup bitiriyordum. Babamla her hafta sonu çarşıya gidiyor ve en az 5-6 kitap alarak eve dönüyorduk. Ben bu kitapları hafta içinde okuyup bitiriyor, yeniden kitap almaya gidiyorduk. Öyle ki her gece başladığım bir kitabı bitirmeden uyumazdım.

Bu arada daha sonra yaşadığımız bir olayı da anlatıvereyim.

Ortaokul sıralarında iken Edebi kitaplara o kadar merak sarmıştım ki, bir hafta sonunda babama “baba bugün Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı kitabını almaya gidelim” dedim. Babam “sen ne biliyorsun o kitabı?” sorusuna “Türkçe öğretmenimiz bahsetti, mutlaka almalıyız” diye cevap verdim. “oğlum bugün hava iyi görünmüyor, daha sonra alırız” dediği halde ısrar ettim. Israrlarıma dayanamayan babamla çarşıya gittik.

Kitabı aldık ve çarşıda kar fırtınasına yakalandık. Göz gözü görmüyor, adım atmakta zorlanıyorduk. Zorlukla Kayalıpark’tan öğretmenevleri otobüsüne bindik. Şoför de önünü tam göremediği için otobüs ilerlemekte güçlük çekiyordu. Uzun süren otobüs yolculuğundan sonra öğretmenevlerinde otobüsten indik ama oradan eve kadar en az 500 metre yürümemiz gerekiyordu.

O yolu yürüyüşümüzü hiç unutamam. Babamla birbirimize destek olarak, birbirimizin ellerinden kollarından tutunarak yan yan ancak yürüyebiliyorduk. Kar fırtınası o kadar şiddetliydi ki ne normal şartlarda yürümemiz ne önümüzü görmemiz mümkün değildi. Çok zor uğraşlardan sonra kendimizi eve atabildik.

Babamdan “ben sana bugün hava bozuk, gitmeyelim demedim mi?” şeklinde bir azar bekliyordum. Ama babamın bu konu ile ilgili değerlendirmesi ailemize hitaben şöyle oldu: “Bizi sizlere kavuşturan Allah’a şükürler olsun. Zor bir gündü, Allah’ın yardımı ile evimize ulaştık.” O günü unutmak mümkün değil. Tarihler 14 Mart 1971 i gösteriyordu ve günlerden Cumartesi idi. İşte o gün kitap almak için gittiğimiz çarşıda babamla yakalandığımız ve eve güçlükle gelebildiğimiz kar fırtınasında Konya genelinde 43 kişi hayatını kaybetmişti. Ölümden döndüğümüzü ertesi gün anlayabildik.

İşte böylesine zor şartlarda bile kitap okuma hevesim kırılmıyordu. Bugüne kadar kaç kitap okudum? Bu soruyu zaman zaman kendi kendime soruyorum. Ama cevabını net olarak veremiyorum. Belki bin, belki 2 bin, belki de daha fazla…

Bu sorunun cevabını net olarak vermek çok zor ama şunu söyleyebilirim. Babam vefat ettiğinde babamın evinde 2 bin civarında kitap vardı. Bu kitapların bir çoğunu Büyükşehir Belediyesine bağlı Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesine bağışladık. Bir miktarını da İlim Yayma Cemiyeti Konya Şubesi’nin yurtlarında bulunan kütüphanelere verdik. Böylece yurtlarda kalan öğrencilerin istifadesine sunmuş olduk.

Geçen yıla kadar benim evimde de 2 bin civarında kitap vardı. Bu kitapların yarısını şimdi ilçe olsa da  köyümüz olarak gönlümüzde yer edinen Akören’e Belediye Başkanımız İsmail Arslan’ın kazandırdığı kütüphaneye bağışladım. Kalan yarısı olan bin civarında kitap hâlâ evimde ve büromdadır. İstifadeye devam ediyorum.

Bütün bunları niye yazdım? Gençliğimizin kitaba ilgisini çekmek için…  

Gençliğimizin kitaba olan ilgisini çekmek için Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından geleneksel olarak düzenlenen Konya Kitap Günleri, 15 Ekim Cuma günü başlayacak.

Selçuklu Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek olan Konya Kitap Günlerine milyonlarca kitap, 250 seçkin yayınevi ve 450 yazarın katılacağı bilgisi mevcut.

Konya Kitap Günleri; çok sayıda imza günü, konferans, söyleşi, şiir dinletisi, gösteri ve tiyatro gibi yüzlerce etkinlikle Konya’nın kültür ve sosyal hayatına renk katacak.

Bu önemli faaliyete Konya dışından çok önemli ve tanınan isimlerin katılacak olması Konya’ya artı değer kazandıracaktır.

Konya dışından;  İlber Ortaylı, Ahmet Şimşirgil, Mustafa Karataş, Pelin Çift, Tufan Gündüz, Nihat Hatiboğlu, Ömer Tuğrul İnançer, Hayati İnanç, Mehmet Fatih Çıtlak, Nurullah Genç, Bekir Develi, Hilal Kaplan, Bestami Yazgan, Serdar Tuncer, Mehmet Doğan, Dursun Ali Erzincanlı, Bahadır Yenişehirlioğlu ve ismini yazamadığım çok sayıda tanınmış, ünlü kişiler de hem kitaplarını imzalamak hem de söyleşi yapmak üzere Konya’mızda olacaklar.

Bu isimlerin yanında tabi ki Konyalı yazarların da bu etkinlikte yer alması oldukça sevindiricidir.

15 Ekim Cuma günü başlayacak olan bu önemli etkinlik, 24 Ekim Pazar günü akşamına kadar devam edecek.

Bu tarihler arasında Konya hem dolu dolu bir kültürel faaliyete ev sahipliği yapmış olacak hem de Konyalılar özellikle kitapseverler kitaba doymuş olacak.

Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, ne kadar çok kitap okunursa okunsun kitaba doyulmuyor. Zira kitap aydınlıktır, okunmaz ise karanlıkta kalınmış demektir. 

Bizim medeniyetimiz kitap medeniyetidir.

Konya, Selçuklu Medeniyeti’nin başkentidir.

Konya, Osmanlı Medeniyeti’nin en önemli merkezlerinden birisidir.

Konya; Mevlânaların, Sadrettin Konevilerin, Şemsi Tebrizilerin ve daha nice Allah dostu ve velilerin yurt edindiği ilim ve irfan merkezidir.

Konya, Türk - İslâm Medeniyeti’nin çizgilerini en güzel şekilde bünyesinde barındıran bir şehirdir.

Bu özellikleri ile kitapların sergilendiği kitap günleri en çok Konya’ya yakışır.

Kitabın gündeme gelmesi ve kamuoyunda sürekli konuşulur olması, böylesi günlerin gerçekleştirilmesi ile mümkündür.

Büyükşehir Belediyesi, bu bağlamda çok önemli bir görevi yerine getirmektedir.

Kitap; hava gibi, su gibi, ekmek gibi önemli bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçtan yeterince yararlanmayanlar, zarardalar demektir. Zira, insanın manevi yapısı ve ruhu kitaba şiddetle ihtiyaç duymaktadır.  Bu ihtiyaç giderilmediği takdirde insan manevi olarak çok tehlikeli hastalıklara yakalanmış olur.

Konya aynı zamanda bir eğitim - öğretim şehri ve STK’ ların faaliyetleri ile her günü doya doya yaşayan bir Kültür şehridir. 

Böylesine, önemli bir medeniyet şehri, ilim irfan şehri, eğitim öğretim şehri ve kültür şehri olan Konya’mızda kitap günlerinin düzenlenmiş olması, bu şehre yakışan, bu şehrin kimliğini ortaya koyan çok önemli bir faaliyettir.

Bu önemli faaliyeti düzenleyen ve her yıl gerçekleşmesini sağlayan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay beye, faaliyetin düzenlemesinde görev yapan Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Selim Yücel Güleç ve çalışma arkadaşları ile emeği geçen tüm personele sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Bendeniz de bu etkinlik kapsamında TYB (Türkiye Yazarlar Birliği), Selçukya Kültür Sanat Derneği ve Çimke Yayınevi standlarında aşağıdaki günlerde kitaplarımı imzalayacağım. Ayrıca “Darbelerde FETÖ etkisi” konulu bir de söyleşim olacak.

Konya Kitap Günlerinde bendenizin programı şu şekildedir. Bütün dostlarımı ve kitapseverleri bekliyor, hepinize Yüce Allah’tan sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.  

15 Ekim Cuma ……….15.00 – 20.00 saatleri arasında TYB Standı
18 Ekim Pazartesi…….10.00 – 15.00 saatleri arasında TYB Standı
20 Ekim Çarşamba…...10.00 – 15.00 saatleri arasında SELÇUKYA Standı

20 Ekim Çarşamba…...15.00 de  Miryokefalon Salonunda SÖYLEŞİ.
21 Ekim Perşembe……14.00 – 18.00 saatleri arasında Çimke Standı