Geri kalmışlık denince, ilk aklıma gelen; formasyon eğitimi için yolumun düştüğü, eğitim fakültesinin müzik bölümündeki piyanolu sınıf. Kelimeyi ilk orada duyduğumdan değil tabiki. Yudum yudum "geri kalmışlık içirilmesi"ne bizzat orada şahit ve muhatap olduğumdan.

İki sınıf dolusu ilâhiyatçı, müzik bölümünün sınıflarında özel olduğuna kanaat getirdiğim bir muameleye tâbi tutuluyorduk.

Bizim sınıftan, bu özel muamelenin farkında olan, görünüşe göre sadece bendim. Diğer sınıftan da bir kişinin farkındalığını duymuştum.

Müslümanlıkla derdi olan kesimlerin, Konya üzerinden savurdukları hezeyanlara, ilk defa bir eğitim yuvasında bu kadar açık şahit oluyordum.

Prof titrli kadının, "Koca bir köy" diye tanımladığı Konya; insanından trafiğine, zekâsından şivliliğine, ne çok hakareti ve alayı hak ediyordu her ders. Hepimizi toptan, bir siyasi partinin torbasına doldurup, tahtaya çizdiği zeka çan eğrisiyle, sistemin adeletsizliğine itirazını izah edivermişti. Zeka çan eğrisinin bombeli geniş yüzdeli kısmındaki biz normal zekalı çoğunluk; dar kısmındaki düşük yüzdeli, zeki azınlık olan onlara hükmediyorduk. Oysa bizdeki bu adaletsizlik, dünya ölçeğindeki çan eğrisinde âdildi O'na göre. Dünyayı yöneten de, dolayısıyla bilimi üreten de olması gerektiği gibi dünyanın bu az sayıdaki en zekileri idi. Yüksek IQ, adil ve merhametli olmasa da, dünyayı yönetmesi yeterince âdildi.

 "Ama!" diyen olursa acımasızca saldırıyor, "Siz siz" diyerek, dindarlık adı altında yapılan sahtekarlıkları listelemeye başlıyordu.  Anlatılanların 'eğitim psikolojisi' dersi ile ne alakası olduğunu sorgulamadan, tahtadaki çan eğrisini, bir an evvel defterine geçirmeye çabalarken "sınavda sorar mı ki?" diye fısıldaşan sevgili öğretmen adaylarının hâli pür melâli ayrı bir mevzu. Gerikalmışlık sakalarına göre, zaten öğretmen de olmamalıydık bu örümcekli kafalarla.

Bir fakülte terketmiş, diğerini bildik engellemeler yüzünden, kendisinin profesörlük yaşında bitirebilmiş yaşıtına ve çoğu kırkının üstündeki hâzirûna: "ne ürettiniz!" diye çemkiriyordu psikolog bayan. Sanki Eğitim Psikolojisi profesörü O değil benmişim gibi.

Bir diğeri yabancı dil bilmenin önemine dikkat çekiyor, Suriyeli mültecilerden hareketle,  Arapça'nın karmakarışık, öğrenilmeye, konuşulmaya değer bir dil olmadığına  hükmederken, 'siz-biz' ayrıştırıcı dilini iyi kullanıyordu.

Bir enstrüman çalmayı öğütlerken, fülüt çalan kızından, Türkiye'nin ünlü piyanistinden övgülerle bahsediyor, ney üflediğini söyleyen birini duymazlıktan gelirken, kanun çalana burun kıvırıyor, batılı enstrüman isimleri duymak istiyordu.

Yine bir başkasına göre yogayla namaz denk, çatal kaşık kullanmak medenilik ölçütü oluveriyordu.

Amerika'ya gitmiş olmak ise, cümlesi için övünç ve yarıştı. Hele eğitim etiğini ve frekansını kendime yakın hissettiğim muhterem, Amerika'da birkaç yıl kalmış olmakla, bu övüncün hazzını hemen hemen her ders yaşıyordu.

E00E0494 158C 4696 B021 740Ddaaac9A5

Bir diğeri hafızdı ama peygamberin hayatını anlatırken mucizelerden arındırılmış bir anlatımın nasıl olacağının derdini bize aktarmak istiyordu. Gerikalmışlık mobinginin istasyonunda bir sandalyeye sahip  olmanın çok muhtemel sonucu kompleks geliştirmek olmalı. Böylece, modernist İslam düşüncesinin; İslamın, akademik bilimsel formasyon içinde, teolojizm kıskacında yer tutma çabasının kaçınılmaz sonucu oluşunu idrak ediyordum. Gerikalmışlık yaftasından kurtulmak, modern pozitivist bilim çevresinde yer bulabilmek, ispat edilemeyen mucizelerden feragat etmeyi gerektirirdi. Ve gerisi çorap söküğü gibi geliyordu.

Fulbright Anlaşmasıyla temellendirerek hazırladığım

'Eğitim sistemimizdeki sorunların nedenleri ve çözüm yolları' konulu ödeve notun yanında bir "cıs" alıyordum. O eskiden sağlık kuruluşlarının duvarlarında görmeye alışık olduğumuz "sus" yapan hemşire posteri, eğitim yuvalarında da duvarlara sinmiş duruyordu hâlen. Hakikat, gücünü görülmekten değil, dillendirilmekten alıyordu oysa.

Biri daha vardı, sona sakladım, bam teliydi. Bizler öğretmen olamazdık, olmamalıydık. Çünkü sabit doğrularımız vardı. Sabitlerimizle körpe beyinlere sınır koymamalıydık. Oysa O, değişkenliğin ve izafiliğin evrenselliğini içirerek eğ(it)mek istiyordu. Öyle ya; (d) harfi, şu taraftan bakana (b) görünüyordu. Onunla konuşabiliyordunuz en azından, sonuna kadar dinleyebiliyordu.

"Ya (O) harfi!" dediğimde; profesör farklı bir görüntü yakalamak için (O) nun etrafında gözlerini boş yere döndürürken, ellerindeki pati çizikleriyle konuyu hayvan sevgisine getiriyordu. Tahtadaki her çiziği, dersde olduğunu sanma cezbesiyle not alan öğretmen adayları, (d) harfini ve köpek beslemenin faziletini deftere geçirirken, dersi bölüp durduğum, bam teline dokunduğum için söyleniyorlardı yine, zıtlaşırlarsa sertifika alamaz, paraları da boşa gidermiş korkusuyla. Hem zaten geç kalmışlar hayata, öğretmen olmalılarmış bir an evvel. Oldular da, öğretmen ya da kuran kursu hocası. Ben, gariban defterimdeki sadece ölçme değerlendirme dersine ait notlarla Mashlow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinin kendini gerçekleştirme tepesinden, A'raf'tan bakar gibi özgürce, dünyayı seyretmeyi tercih ettim, zorlamadan kapıları. Dinlemekle duymanın aynı manaya gelmediğini de öğreniyordum. Bakmakla görmenin, konuşmakla söylemenin aynı anlama gelmediği gibi.

Bam teline dokunan asıl ödev geldi:

"İslam Âlemi'nin geri kalmışlığının sebep ve sonuçları nelerdir?"

İslam Alemi'nin geri kalmışlığı fikrini oldum olası kabul etmediğimden, duyar duymaz: "Bu bir ön kabul. Ön kabulü bir soru yönlendirme içerir. Geri kalmışlığı bir Hakikatmiş gibi kabul edip, ispatlamamızı mı istiyorsunuz? Ben, Medeni olduğu düşünülen Batı dünyasının bizden neden ileri olmadığının sebep ve sonuçlarını yazabilirim." dediğimde sınıftan gelen homurtular, hocanın açıklamalarını bastırıyordu. Ortalık biraz sakinleşince: "Kaç sayfa olsun, hangi kaynakları tavsiye edersiniz,...?"

Ben bu ağuyu içmeyi reddetsem de, diğer

öğretmen adayı arkadaşlarım, gerikalmışlık ağusunu bir de yazarak yudumlamaya hazırdı. Faydalanmalık eserler, gerikalmışlık kompleksini iliklere işletecek, İslam'ı itham eden cinstendi.

Medeni dünyanın vahşetinin acısı mütemâdiyen içimizi yakarken ve bu medeniyetin aydınları kör taklitçiliğin taşeronluğunu yaparken, geri kalmışığın bundan  iyi izahı nasıl yapılabilir?İçinde bulunduğumuz durum, ileride olduğunu düşündüklerimizi taklit ile iyileşir mi? Bu milletin İslama sımsıkı sarıldığı zamanlar mı, telkinler ve taklitçilikle maymunlaştırıldığı içinde bulunduğumuz zamanlar mı geri?  

Eğitim Fakültesinde çok şey öğrendim.   Okurlarımla paylaşmam Formasyonumun kıymetli bir parçası. Devam edelim inşaallah.

Selam ile...