İslam Dini’nin iman ve ibâdet esasları ile siyasi ve sosyal hayatı düzenleyen hükümlerini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur’an ve sünnetle sabit olan hakikat şudur: Kavmi, rengi ve dili ne olursa olsun, bütün mü’minler birbirlerinin kardeşleridirler. Birbirleriyle iyilik ve takva hususunda yardımlaşmaları farz kılınmıştır. Sahih iman, ilim ve Salih amel noktasında hassasiyet gösteren her mükellefin, içinde bulunduğu halle ilgili ilimleri öğrenmesi farzdır.(1) Müslümanların önce ‘Nizâm-ı Âlem’ idealine dayanan ve adâletin mülkün temeli olduğunu esas alan devletlerini, sonra birbirlerine karşı olan sevgilerini kaybettiklerini söylemek mümkündür. Bu iki felâketi aynı dönemde yaşayan Müslümanlar, tedavisi kolay olmayan manevi hastalıklara tutulmuşlardır. Yirminci yüzyıla damgasını vuran aydınlanma felsefesinin (modernizm) ve bu felsefenin tabii sonucu olan seküler-lâik kültürün, Müslümanların dünya hayatını gözlerinde büyütmelerine vesile olduğunu gizlemek mümkün değildir. Peygamberimiz Efendimizin (sav); “Ümmetim dünyayı gözlerinde büyüttükleri zaman kendilerinden İslâm’ın heybeti çekilip alınır. Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münkeri terkettiklerinde, vahyin bereketi kendilerine haram kılınır. Birbirlerine sövmeye (küfretmeye) başladıklarında Allah’ın (cc) katında hiçbir değerleri kalmaz”(2) buyurduğu ve muhtemel tehlikeleri haber verdiği malûmdur. Bu Hadis-i Şerif’te beyan edilen manevi hastalıklar, günümüzde yaşayan Müslümanların en önemli problemini teşkil etmektedir. Hilâfetin ilgası, harf inkılâbı, medreselerin kapatılması, dinin şiarı olan ezanın değiştirilmesi, İslâmi tebliğ hizmetlerinin yasaklanması (TCK 163.maddesi) gibi uygulamalar; kimlik krizini beraberinde getiren manevi hastalıkların yaygınlaşmasına vesile olmuştur.

Bu manevi hastalıkların tedavi edilebilmesi için, Müslümanların her fırsatta birbirlerine nasihat etmeleri gerekir. İmam-ı Şafii (rh.a) nasihatin hükmünü izah ederken, şu tesbitte bulunmuştur: “Müslümanlara nasihatta bulunmak, terkedilmemesi gereken bir farzdır. Bu farzı, sadece nefislerine zulmeden kimseler terk edebilirler. Hakkı yerine getirmek ve Müslümanlara nasihatta bulunmak, aynı zamanda Allah’a (cc) itaat hükmündedir. Allah’a itaat ise, bütün hayırları içine alır. Sahabe’den Hz. Cerir b. Abdullah’ın, Hz. Peygamber’e “Her Müslümana nasihat etmek üzere bey’at ettim” dediği sabittir.”(3)

Fütüvvet ehli olan Müslümanların; hem aile ferdlerine, hem de birbirlerine nasihat etmeyi unutmamaları gerekir. Elbette insanlara nasihat etmenin de bazı rükünleri, şartları ve edebleri vardır. Bu Salih amelin edâsı esnasında; mükellefin niyeti, uslûbu ve tavrı, elde edilmesi düşünülen neticeye tesir eden (belirleyici) bir unsurdur. Feteva-i Hindiyye’de; “İnsanlara iyilikleri emretmek ve onları kötülüklerden alıkoymak, sadece Allah (cc) rızası için yapılması gereken bir ameldir. Bunu yapan kimsenin niyetinin ilây-ı kelimetullah olması şarttır. Kötülük eden birisini gören Müslümanın; ona işlediği amelin vehametini mülâyemetle anlatması ve rıfk ile söylemesi gerekir. Muhatabı olan kimse, nasihati kabul etmezse, azarlamadan ve sabırla, tekrar tekrar izah etmesi gerekir”(4) hükmü kayıtlıdır.

Türkiye’de hikmet-i hükümet felsefesinin ve modern-ulus devlet anlayışının getirdiği siyasi değerleri esas alan muhafazakâr (İslâm yanlısı) hareketlerin varlığı malûmdur. Son yıllarda “Türk Müslümanlığının sevgiye (hoşgörüye), Arap Müslümanlığının ‘korkuya’ dayandığı” gibi; keyfiyeti meçhul iddiaların ön plâna çıkarılmasının bir değil, birden fazla sebebi vardır. Kavimlerin örf ve adetlerinin farklı olması, İslâm anlayışlarının birbirinden farklı olmasını beraberinde getiren bir unsur değildir.

Aydınlanma felsefesini benimseyen ve seküler-lâik anlayışı savunan protestan aydınlar; Müslümanları mahkûm etmek için, değişik tuzakları kurmakla meşguldürler. Yaşadıkları ülkelerde azınlığı teşkil eden veya toprakları istilâya uğrayan mü’minlerin; hem velâyet hukukunu muhafaza edebilmek, hem de izzet ve şereflerini koruyabilmek için, bütün maddi ve manevi imkânlarını seferber etmeleri şarttır. İslâmî hareketin sıhhati ve devamı için; müminlerin birbirlerini Allah (cc) için sevmeleri zaruri olduğu gibi, iyilik ve takva hususunda birbirleriyle yardımlaşmaları da zaruridir.

Allah’a emanet olunuz