Araştırmacı-Gazeteci-Yazar Mustafa Güden, geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Gazeteci-Yazar Zeki Oğuz’u kaleme aldı.

EVVEL ZAMAN ADAMIYDI

Derdi millet, sevdası Konya’ydı! Derdi millet, sevdası Konya’ydı!

Bir insan düşünün; hem gezgin, hem fotoğraf sanatçısı, hem öykü yazarı hem de şair olsun.  Zeki Oğuz büyün bu vasıflara haiz, fırsatını bulur bulmaz şehirden firar edercesine köylere, yaylalara, dağlara çıkan bir gezgin yürekti. Hangi dağda hangi yayla var, hangi yaylada hangi Yörük obası yaşar; iyi bilirdi. Az konuşmayı, çok gezmeyi sever, gördüğünü fotoğraflarla kayda geçerdi. Onunla 1980’li yılların ortalarında tanışmış ama hayat öyküsünü etraflıca dinlememiştik. Evvelki yıl, “Röportaj yapalım” dediğimde, “Sorarsan söylerim” diyerek kapı açmış, Tatköy’den Mamak cezaevine uzanan; yoran ama yıldıramayan hatıralarını serdetmişti.

Çocukluğunu anlatırken, “Köy hayatı zordur, biz çocuklar için çok iş vardır o hayatın içinde. Buyrulan her yumuşu yüksünmeden yerine getirirdik. Oyuncağımızı bile kendimiz yapardık. Masal anlatan ninelerimiz, savaş hikâyelerini dinlediğimiz gazilerimiz vardı. Edebiyat kökenim o masallardan gelir. Yurtseverlik kaynağım da gazilerimizin anlattıklarıyla oluşmuştur” diyen ve ardı sıra, “Benim en zengin yıllarım, çocukluk yıllarımdı” vurgusunu yapan bir evvel zaman adamıydı o.

Trytrytry

Konya gazetelerinin Birleşik Yeni Konya adıyla ortak yayın kararı aldığı 1968 yılında tatmış mürekkebin kokusunu. Ayrılık vakti geldiğinde de Yeni Meram’ın yolunu tutmuş. Bir yıl sonra kendisi gibi solcu olmakla bilinen İbrahim Sur ile birlikte gittikleri Türk Dil Bayramından sonra Karaman Belediye Başkanı Kemal Kaynaş aleyhinde yazdığı eleştirel haber gazetecilik macerasının uzun bir süre sekteye uğramasına yol açmış.

İşsiz kalınca çareyi köye dönmekte bulmuş ama geleneksel yöntemlerle çiftçilik yapan babasını moderniteye ikna edemeyince tekrar şehir yoluna revan olmuş. “Yeterli tarlamız vardı, kara sabanla sürmek yerine bir traktör alsaydık çiftçi olup çıkacaktım” demişti o günleri anlatırken.

Çiftçilik yapmaya azmettiği o kısa zamanda bir kalkınma kooperatifi kurmuş köyde ve başkanı olmuş Zeki Oğuz.  Fakat babası TÜMOSAN motor fabrikasının uygun şartlarda vereceği traktörü almak istemeyince, Kooperatifler Müdürü Necati Soysal’a, “Şehre dönüp memur olmak istediğini söylemiş. Soysal, 1974 yılında YSE’ye işçi olarak başlattığı Oğuz’u bir yıl sonra da Kooperatifler Müdürlüğüne memur olarak çağırmış.

Vbbcvbvcbc

Çocukluk yıllarına denk gelen 27 Mayıs darbesini radyodan dinlediği haberlerden ve vatan cephesi çağrılarından biliyordu ama 12 Mart’ı sol çevrelerin içinde karşılamıştı.  “Sola girmeye başlamıştım ama bu konularda çok da bilgim yoktu. Nihat Erim demokrasinin üzerine bir şal örtmeye karar verince olaylara katılsın/katılmasın herkesi toplamaya başladılar. Beni de TÖS davasına katıp Mamak’a götürdüler. İki büyük delil vardı ellerinde. Biri Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri adlı oyunu, diğeri Ahmet Arif’in şiir kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim’di” diye anlatmıştı o dönemi.

Cezaevlerine Taşmedrese ve Yusufiye’de derler ya hani… Mamak Cezaevi de Zeki Oğuz için altı aylık hızlandırılmış bir mektep oluvermiş. Fakir Baykurt ile aynı koğuşta kaldıklarını anlatırken gözlerinde o yıllar canlanır gibiydi.

Solculuk yapışmıştı bir kere; Kooperatifler Müdürlüğünde memurdu ama serde gazetecilik de var ya… Eline geçen Dev-Sol iddianamesini okumaktadır. Ve vakit 12 Eylül’dür!

“Dev-Sol iddianamesini okuduğum için gözaltına aldılar da savcı ancak bir ay sonra (Savcının yazdığı bir iddianameyi okumak suç değildir) diyebildi” diye anlatmıştı o zaman yaşadıklarını. Evet, serbest bırakılmıştır ama Sıkıyönetim Komutanlığı kararı ile 1402’likler arasına adı yazılır ve memuriyeti elinden alınır.

Hazır solculuğundan söz açılmışken… Birlikte seyahat ettiğimiz bir yolculukta, kafileye bakıp, “Herkes sağda, bir ben soldayım, dengeyi bir başıma ben kuruyorum” diyerek herkesi güldürmüştü. Bir başka gün, meslekteki ustam hocam Ahmet Polat telefonda konuşurken, “Zeki Oğuz’un dükkânda buluşalım” demişti. Ülkü Ocaklarını teşkilatlandıran, MHP Genel Başkanı Türkeş’in yakın çalışma arkadaşıydı ve solcu Zeki Oğuz’un dükkânında buluşmak üzere randevu veriyordu, “Ben Zeki’yi severim, fikri kendisinindir” diyerek.

Hayat bir serüvendir… Ve bu serüvende Zeki Oğuz’un yeni pozisyonu seyyar satıcılıktır. Sonra kitapçılık yaparak geçimini temin ederken bir yandan da hukuk mücadelesini sürdürür ve sekiz sene sonra memuriyete dönebilir. Tarım İl Müdürlüğünde görev başı yaptığında kurum, aylık Tarım gazetesini yayımlamaktadır. Zeki Oğuz’da tam sayfa olarak beldeleri tanıtan yazılarıyla katkı verir gazeteye. Ve biz o zaman tanıştık.

Hgfhgfytryrtyt

1997 yılında edebiyat dergisi Çalı’yı yayınlamaya başladı. Dergi ses de getirdi ama edebiyat karın doyurmuyordu işte! Bilhassa maddi zorluklar nedeniyle 112.sayıda son verdi yayınına.

Çalı, deyip geçmeyin! Rampalı Çarşı’da vücut bulan o dergi bilindik pek çok edebiyatçı ve fotoğraf sanatçısını konuk etti sayfalarına. Ataol Behramoğlu, Güngör Gençay, Zihni Anadol, Hüseyin Atabaş, Şükrü Erbaş, Burhan Günel bunlardan bazılarıydı.

Konya Fotoğraf Amatörleri Derneği’nin de kurucularından olan Zeki Oğuz, uzun yıllar dağlarda Yörük izi sürdü, kıl çadırdaki yaşantılara objektif tuttu. Birkaçı karma olmak üzere, altmıştan fazla kişisel fotoğraf sergisi açtı.

1968’de başlamıştı şiir ve hikâye yazmaya. 1970’den itibaren 22 kitabı okurun eline ulaştı. Yazıları Yeni Meram, Yeni Konya, Manşet, Konya Postası, Memleket, Varlık, Yaba Edebiyat, İnsancıl, Gerçek Sanat, Çağrı, Çalı, Eşik, Aykırı Sanat, İpek Yolu, Cumhuriyet Gezi gibi yerel ve ulusal yayın organlarında yer buldu.

Zeki Oğuz’un bir özelliği de yapaylık taşımaması, samimi olmasıydı. Mesela, ilk kitabından bahis açıldığında, biraz dalgınlaşıp, “Basit, sorunlu dizelerdi. Üzerinde çok çalışmadım. Yayınladığıma da pişman oldum ama bir hevesti, yaptım” diyebiliyordu.

Öykülerinde toplumcu, gerçekçi tarzı benimseyip; ezilen, kendini anlatamayan kırsal ve kenar mahalle insanlarına rol verdi. “Seyit Küçükbezirci ova köylerinin ve şehir merkezinin halk kültürünü anlatmıştı. Bana da dağ köylerini anlatmak düştü. Konya’yı bilmeyenler bir step şehri zannediyordu. Bunu kırmak için gezi yazıları yazdım” demişti.

Sinema sanatçısı Yılmaz Güney’in Konya’da sürgün olduğu altı aylık zaman dilimini, Güney’i misafir eden dönemin kabadayılarından Miço Mustafa’dan dinleyip Sedef Saplı Bıçak’ı yazan Zeki Oğuz 2019’da Selçuk Üniversitesi tarafından Ali Rıza Yalkın ödülüne değer bulundu ve bunu çok önemsedi.  Zira Ali Rıza Yalkın, Yörük kültürüne dair ilk araştırmacılardan biriydi.

Vbccczczzxcczxzc

Jandarma olarak askerlik yapan Zeki Oğuz, hayranı olduğu bölük kütüphanesinde çok vakit geçirince, okuma alışkanlığı yüzünden ödüllendirilmiş. Fakat bunu anlatırken bir hüzünlü tebessüm yerleşiyor yüzüne… Zira denetime gelen albay, onun çantasında Eflatun’un “Devlet” adlı kitabını görmüş de durumdan vazife çıkaran teğmen, denetim bitip albayı yolcu ettikten sona okkalı bir tokatla cezalandırmış.

Son röportajımızda, “Masamda iki çalışmam var, birisi köyle ilgili, bitmek üzere. Diğeri Kıran Günleri, Kurtuluş Savaşı Konya’sını ve Delibaş olayını anlatmaya çalışıyorum” demişti. Tamamlayabildi mi, bilmiyorum.

Bir zaman ortalıkta görünmedikten sonra Aydınlar Ocağı’nın Salı Sohbetlerine gelmişti. Yorgundu, emeklercesine kalktı. Kucaklaşırken, “Özlettin” dedim. “Hiç halim yok, kendimi beğenmiyorum” diye karşılık verdi. Hastaydı, şifa arayışındaydı.

Vcvcxvcxvcxvxcv

Yine bir zaman sonra Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü, “Zeki Oğuz, son günlerini yaşıyor” diye sağlık durumuna dair bilgi verdi. Beklenen haber gecikmedi. 12 Ağustos 2023 tarihinde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybettiği duyuruldu. Aynı gün öğle namazından sonra Tatköy mezarlığına defnedildi.

“Benim hikâyemi yeniden yazın,

Önce cüllükleri yazın,

Hani şu çığırtkan kuşları.

Onlar alıp götürdü hüzünlerimi,

Yalnızlıklarımı.

Benim hikâyemi yeniden yazın,

Önce cüllükleri çağırın,

Getirsin çalıp gittiklerini,

Yüreğimin zenginliğiydi,

Hüzünlerim ve yalnızlığım.”

Şiirinde dediği gibi hikâyesini yeniden yazsak da cüllükler firardaydı, çağıramadık.

Allah rahmet eylesin.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN