27 Mayıs 1960’ta, Silahlı Kuvvetler adına Milli Birlik Komitesi ülke yönetimine el koydu. Org. Cemal Gürsel, Milli Birlik Komitesinin başına geçti. 28 Mayıs 1960 günü Cemal Gürsel başkanlığında bir hükümet kuruldu.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere hükümet üyeleri, Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürüldü.  Anayasa ve parlamento feshedildi. Siyasi faaliyetler askıya alındı.

Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk olarak askeri bir darbe yapılmış, demokrasi ilk olarak kesintiye uğramış, halk iradesi hiçe sayılmış, Başbakan ve Bakanlar idam edilmişti. 27 Mayıs 1960 darbesi, bundan sonrası için de çok kötü bir örnek teşkil etmiştir.

Yassıada’da tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddiaları çok konuşuldu. Hatta İşkence ve kötü muameleler neticesinde Cemil Keleşoğlu ve Namık Gedik'in intihar ettiği ileri sürüldü. DP avukatları, Namık Gedik'in intiharının şüpheli olduğunu söylediler. Tutukluluk süresinde; Yusuf Salman, Lütfi Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yümnü Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz hayatlarını kaybettiler.

Darbeden 5 ay sonra Yassıada’da kurulan mahkemede duruşmalar başladı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve Meclis Başkanı’nın yargılanmasına Yassıada’da başlandı... Yargılananlardan birisi de ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel’di. Demokrat Parti’den siyasete atılmış, darbe sabahı o da tutuklanmıştı.                                                                              

Demokrat Parti, 29 Eylül 1960 da kapatıldı. Yassıada’da yargılamalar yaklaşık bir yıl sürdü. 15 Eylül 1961 günü kararlar açıklandı. 592 sanıktan 418’i hakkında çeşitli hapis cezaları verilirken 123 kişi berat etti. 31 kişi müebbet hapis cezasına,15 kişi idam cezasına çarptırıldı. Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idamları onandı. Celal Bayar ve 11 kişinin idam cezaları müebbet hapse dönüştürüldü.

Milli Birlik Komitesi'nde idam, yönetim devri ve seçim tarihi konusunda görüş ayrılıkları çıktı. Görüş ayrılığı nedeniyle, daha sonra 14'ler olarak anılacak olan aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu 14 subay yurt dışında çeşitli görevlerle sürgüne gönderildi. Bu dönemle birlikte ordu içinde yaşanan ayrışma ilk kez açıkça ortaya çıkmış oldu.

27 Mayıs 1960 darbesi görünürde Demokrat Parti yönetimine karşı yapılmıştır. Oysa asıl darbeyi ordu bizzat kendisine karşı yapmıştır. Milli Birlik Komitesi içinde yer alan generalden yüzbaşıya kadar değişen rütbelerdeki 38 kişi öncelikle askeri sistemi altüst etmiştir. Binlerce yıllık geleneklerini yaşatan Türk ordusunda askeri hiyerarşi tepetaklak olmuştur. Ordu Komutanları yüzbaşılara selam durur hale gelmiştir. 27 Mayıs, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasete ve sivil idareye müdahale eden bir yapıya büründürmüştür.

Darbe yönetimi tarafından oluşturulan kurucu meclisin hazırladığı Anayasa, 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunuldu ve % 61 oyla kabul edilerek yürürlüğe girdi. Böylece 1924 Anayasası yürürlükten kaldırılmış oldu.

Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 tarihinde sabaha karşı idam edildiler. Adnan Menderes ise İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alınmasının ardından, öğleden sonra saat 13.21'de idam edildi.

Menderes Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli siyaset adamlarından biri olarak ülkeye büyük hizmetler yapmıştır. 1950-1960 yılları arasında Başbakanlık yapmış, İstiklal Madalyası sahibi ve hukukçu olan Adnan Menderes yaşadığı dönemin baskıcı şartlarına karşı durmasının, milletine sahip çıkmasının bedelini canı ile ödemiştir.

T.C. tarihinde demokrasiye, milletin tercihine ve halkın inancına vurulan ilk askeri darbe 27 Mayıs 1960 darbesidir. Halkın oyuyla işbaşına gelen ve 10 yıl boyunca ülkeyi yöneten Demokrat Parti iktidarı, halkın verdiği silah gücünü yine halka karşı kullanan dönemin cuntacı askerlerinin zorbalığı sonucu bir gecede devrildi.

Darbe sonunda; 18 yıl boyunca baskıyla okutulan Türkçe ezanı aslına çevirmekten ve ülkedeki manevi baskıları ortadan kaldırmaktan başka bir suçu olmayan Başbakan Adnan Menderes ile iki Bakanı idam edildi.

Bu ilk darbe, halkın seçtiği meşru hükümetlere her 10 yılda bir askerlerce müdahale etme sürecini doğurdu. Ülke daha sonra 1971’de, 1980’de ve 1997’de askeri darbe veya müdahalelerle karşı karşıya kaldı. Seçilenler, atanmış eli silahlı zorba ve cuntacı güçler tarafından alaşağı edildi ve her defasında ülke karanlıklara sürüklendi, her defasında ülke insanı yıllarca büyük acılar yaşadı. Son olarak 15 Temmuz 2016’da darbe teşebbüsünde bulunuldu. Şehitler verdik, ülke yangın yerine döndü. Bundan sonra darbelere maruz kalınmadan, ülkemizin, halkın seçtiği iktidarlar eliyle idare edilmesi en büyük arzumuzdur.

Adnan Menderes'in idamından yaklaşık bir ay sonra 15 Ekim 1961'de nispi temsil sistemiyle seçimler yapıldı. Tek başına iktidar olmayı bekleyen Cumhuriyet Halk Partisi %36.7 oy oranı ve 173 milletvekili ile birinci parti oldu. Buna karşı sağ cepheyi oluşturan Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi oyların % 62'sini alarak 277 milletvekili çıkardılar. Bu seçim "Menderes'in zaferi" olarak nitelendirilmiş ve ordu durumdan rahatsız olmuştur.

Seçimlerde 1961’in 2. ayında emekli Org. Ragıp Gümüşpala’nın başkanlığında DP nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi (AP) % 34,8 oy alarak 158 milletvekili, adını Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) olarak değiştiren Osman Bölükbaşı’nın partisi % 13,95 oy alarak 54 milletvekili, Ekrem Alican’ın başkanlığında yine DP nin devamı olarak kurulan Yeni Türkiye Partisi (YTP) % 13,72 oy alarak 65 milletvekili çıkardılar.

Ordu içinde MBK kadar etkili olmaya başlayan Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB), seçimlerin millî iradeyi tam olarak yansıtmadığı ve yeni bir darbenin gerektiğini savunmuştur. 21 Ekim'de SKB'nin İstanbul kanadına bağlı 10 general ve 18 albay toplanmış ve en geç 25 Ekim'e kadar yönetime el koyacağını kararlaştıran "21 Ekim Protokolü" imzalamıştır.

İmzalanan Protokol

1) Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları - aşağıda açık imzası bulunanlar - 21 Ekim 1961 günü saat 14:30'da toplanmışlar ve gündemlerinde mevcut olan konuları müştereken müzakere etmişler ve ittifakla aşağıdaki karara varmışlardır.                                                     

  a) Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra, yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan evvel, duruma fiilen müdahale edecektir.                      

 b) İktidarı, milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir.                            

c) Bütün siyasi partiler faaliyetten menedilecek, seçim neticeleri ile Milli Birlik Komitesi feshedilecektir.                                                                         

Fakat SKB onursal başkanı durumunda bulunan Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay'ın müdahalesiyle protokoller askıya alınmış ve siyasi parti liderleriyle uzlaşma yolu tercih edilmiştir.

25 Ekim 1961'de 12. dönem TBMM toplandı ve askeri rejim sona erdi. Ali Fuat Başgil'in MBK üyeleri tarafından ölümle tehdit edilerek adaylıktan çekilmesiyle 26 Ekim 1961'de yapılan seçimle tek aday Cemal Gürsel Cumhurbaşkanlığına getirildi. Hiçbir parti mutlak çoğunluğu kazanamadığı için İsmet İnönü Başbakanlığında CHP ile AP arasında bir koalisyon hükümeti kuruldu. Böylece ülke koalisyonlarla tanışmış oldu.

15 Ekim 1961 günü yapılan seçimlerde Demokrat Parti’nin devamı sayılan sağ partilerin toplam oylarının yüzde 62’yi bulmasından ve AP’nin hükümete ortak olmasından ordu içindeki kimi subaylar yine rahatsız oldu. Darbeyle feshedilen siyaset, sandıkla geri mi geliyordu? Kaygıları buydu. O rahatsız subaylardan birisi de Kurmay Albay Talat Aydemir’di. Kore Savaşı'ndan dönmüş, Kara Harp Okulu Komutanı olmuştu. 27 Mayıs’ın fikir mimarlarındandı ama 38 kişilik Milli Birlik Komitesi'nde yoktu. Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisi'nin ortak çalışmalarından rahatsızdı. İşte tam da o günlerde Milli Şef ve Başbakan İsmet İnönü'ye bağlı askerlerle Talat Aydemir’in etrafında birleşenler tam ortadan ikiye bölündüler. Orduda ciddi bir gerilim yaşanıyordu. Bir yanda karacılar, diğer yanda havacılar vardı. Silahlı Kuvvetlerin iki gücü birbirine silah mı çekecekti?

22 Şubat 1962'de Talat Aydemir'e bağlı askerler Kara Harp Okulu bahçesinde silah kuşandı. Darbe yapacaklardı. Bu hareketi durdurmak ve Meclis’i korumak için Ankara dışından çağrılan askerler de Talat Aydemir saflarına katılınca orduda büyük bir şok yaşandı. O şok Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nın Çankaya Köşkü'nü kuşatmasıyla ikiye katlandı. İki yıl önce 27 Mayıs 1960’da darbe yapanlar iki yıl sonra 1962’de başka bir darbeyle karşı karşıyaydı. Akşam saatlerine doğru işin rengi değişti. Hava Kuvvetleri'ne bağlı uçaklar, harp okulu üzerinde alçak uçuş yapmaya başladılar. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Ankara Radyosu'ndan şöyle sesleniyordu:

"Türk ordusu ve Türk subayı! Seni aldatmak ve yanlış yola sevk etmek isteyenler vardır. Onlara uyma!"

Gece Talat Aydemir ve arkadaşları Başbakan İsmet İnönü’ye haber gönderdiler. İki koşulları vardı. Emekli edilmemek ve yargılanmamak karşılığında hareketi bitireceklerdi. O ana kadar hiç kan dökülmemişti. İsmet İnönü bu talepleri kabul etti. Darbe girişimi için 'Aldatılanların isyanı ezildi' diyecekti.

Talat Aydemir bu başarısız darbe girişimiyle yetinmedi. Bir yıl sonra bu kez 20 Mayıs 1963’de bir kez daha yeltendi. Ama bu kez radyoevi basılacak, TBMM önünde çatışmalar yaşanacak, jetler harp okulunu bombalayacaktı. Bir günlük girişimin bilançosu 8 ölü 21 yaralıydı. Talat Aydemir ve arkadaşları yargılandı. Bütün Harbiyeliler okuldan atılırken, Talat Aydemir ve Süvari Binbaşı Fethi Gürcan için idam kararı çıktı. 1964’de infazlar gerçekleştirildi, Talat Aydemir kendi sehpasını kendisi devirdi.

Bu arada Ragıp Gümüşpala’nın ölümünden sonra AP Genel Başkanlığına 28 Kasım 1964’de Süleyman Demirel getirildi. Demirel, Genel Başkan olmasından kısa süre sonra İnönü’nün Başbakanlıktan istifası üzerine, Suat Hayri Ürgüplü’nün kurduğu koalisyon hükümetinde, 1965 yılının Şubat- Ekim ayları arasında Meclis dışından Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

10 Ekim 1965’de yapılan genel seçimlerde, AP % 53 oyla 240 milletvekili çıkararak tek başına iktidar oldu. Bu seçimlerde CHP % 29 oyla 134, CKMP den ayrılan Osman Bölükbaşı ve bir grup arkadaşı tarafından yeniden kurulan Millet Partisi % 6 oyla 31, YTP % 4 oyla 19, bir grup aşırı sol görüşlü sendikacı tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) % 3 oyla 15 ve CKMP % 2,5 oyla 15 milletvekili çıkardılar. Seçim sonunda Demirel, Isparta milletvekili olarak meclise girdi ve Türkiye’nin 12. Başbakanı olarak hükümeti kurdu. Böylece ülkede Demirel dönemi başlamış oldu. 4 yıl süren birinci Demirel hükümetinde ülke 68 öğrenci olaylarıyla sarsıldı.

Fransızlar, 1968 yılının ilkbahar aylarında muazzam bir deprem yaşadı. Meydana gelen olaylarda 1912 polis yaralanmış, 298 polis aracı tahrip olmuş, 9 polis karakolu eylemcilerce dağıtılmış, 10 bin metrekarelik alana yayılı parke taşları, güvenlik kuvvetlerine fırlatılmak üzere yerinden sökülmüştü. Bir tarafta cop, göz yaşartıcı gaz ve basınçlı su, diğer tarafta kaldırımlardan sökülen 10 bin metrekare parke taşı…

Bu hareket tüm dünyayı etkilemiş olduğu gibi ülkemizi de etkisi altına almıştı. Ülkemizde 68 hareketi; Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Cihan Alptekin, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Harun Karadeniz, Sinan Cemgil, Ali Haydar Yıldız, Ulaş Bardakçı, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan, Hüseyin Cevahir, Ömer Ayna, Taylan Özgür gibi kendilerini devrimci olarak nitelendiren öğrencilerin liderliğinde başlatılan Marksist-Leninist sentezli hareketin adıdır.

Dönemin aslında en önemli ve üzerinde durulması gereken eylemleri üniversite öğrencileri tarafından gerçekleştirilen işgallerdir. Çünkü gençlik eylemleri bu işgallerle doruk noktasına ulaşmıştır. Yüksek öğrenim gençliği içerisinde daha önceki yıllarda da birçok eylem meydana gelmesine rağmen, hiçbiri 1968 yılındaki üniversite işgalleri kadar ses getirmemiştir. Bunun temel nedeni; 1968 yılı itibari ile yüksek öğrenim gençliğinin devrim istediğinin ortaya çıkmış olmasıdır. Türkiye tarihinin en kitlesel ve en etkili öğrenci eylemlerini içeren üniversite hareketi, 10 Haziran 1968 günü Ankara’da DTCF, Hukuk ve arkasından Fen Fakültelerinin işgaliyle başladı. İki gün sonra, 12 Haziran günü, öğrenciler İstanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite’nin neredeyse bütün fakültelerini işgal ettiler. O iki hafta süresince, gençlik kitlesi içinde sosyalizm saflarına geçişler hızlandı.

68 kuşağı eylemlerinin en unutulmazlarından biri de kuşkusuz 6. Filo eylemleridir. 68 kuşağına göre Türkiye’de Amerika emperyalizminin işgali başlamış, 6. Filo ise bunun sadece küçük bir ayağını oluşturmaktadır. Bu sebeple 6. Filoya karşı oluşacak direnç hiç küçük olmayacaktı.

Bu arada Cemal Gürsel’in hastalığı sebebiyle komaya girmesi üzerine Cumhurbaşkanlığı görevi TBMM tarafından sona erdirildi ve aynı gün 28 Mart 1966 tarihinde Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı olarak emekli Org. Cevdet Sunay seçildi.

10 Ekim 1969 tarihinde yapılan genel seçimlerde de, AP % 47 oyla 256 milletvekili çıkararak yine tek başına iktidar oldu. 1969 seçimlerinde, CHP % 27 oyla 143, 1967 yılında Turhan Feyzioğlu başkanlığında kurulan Güven Partisi (GP) % 6,5 oyla 15, Millet Partisi %3 oyla 6, 1969 yılının şubat ayında CKMP olan ismini, genel başkanını ve amblemini değiştiren ve üç hilalli amblemiyle Alparslan Türkeş’in liderliğinde Milliyetçi Hareketi oluşturan MHP % 3 oyla 1, TİP % 2,5 oyla 2, YTP %2 oyla 6, Hüseyin Balan başkanlığındaki Türkiye Birlik Partisi (TBP) % 3 oyla 8 milletvekili çıkarırken, Bağımsızlar da 13 milletvekili kazandılar.

1969 seçimlerinde gerçekleşen önemli bir konuyu özellikle vurgulamakta yarar var. Milli Görüş’ün temeli 1969’daki bağımsızlar hareketine dayanır. Başını Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın çektiği manevi değerlere bağlı bir grup insan, 1969 seçimlerinde çeşitli illerden bağımsız adaylıklarını koymuşlar, Necmettin Erbakan Konya’dan meclise girmeyi başarmıştı. Böylece 1969 da bağımsızlar hareketi olarak başlayan faaliyet daha sonra partileşecek ve ülkeye Milli Görüş olarak hayırlı hizmetlerde bulunacaktı.  (Devam edecek)  

NOT: Ülkemizin önemli fikir adamlarından büyük şair ve mütefekkir Sezai Karakoç kendi ifadesiyle “dünya sürgününü” tamamladı ve ahirete irtihal eyledi.

"Uzatma dünya sürgünümü benim" demiş ve şöyle seslenmişti en sevdiğine:

“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Gögsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır.

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili.”

***

"Ulur aya karşı kirli çakallar,

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.

Mona Rosa bugün bende bir hal var.

Yağmur iri iri düşer toprağa" demişti.

***

"Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde, bir kış güneşliğinde.

Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir,

Tabiatı aşan bir bildiriştir" demişti.

Sezai Karakoç diriliş neslinin üstadı, fikir, edebiyat ve şiir dünyasının öncüsüydü. Yedi güzel adamdan biriydi.

Dünya sürgününü tamamlayarak En Sevgili ile vuslata erdi. Allah (C.C.) Rahmet eylesin.Mekânı cennet, makamı âlî olsun. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.