Garip, bir toplum olduk.  Gün geçmiyor ki, tüyler ürperten cinayet haberlerini duymayalım. Gün geçmiyor ki, milli ve manevi değerlerimizi unuttuğumuzu hatırlatan olaylara şahit olmayalım.

Her gün yüzlerce hırsızlık olayı vukuu bulmakta, yakalananlar ise ilk mahkemede serbest bırakılmakta elini kolunu sallayarak gezmeye devam etmekte.

Yol vermeyene hakaret eden, adres sorana küfür eden, gözünün üstünde kaşın var diyene mermi sıkan, ana avrat küfür eden,  kadını hor gören, büyüğe saygıyı, küçüğe sevgiyi unutan bir millet olduk.

Rüşvetin suç olmaktan çıktığı, fuhşun meşrulaştığı bir ortamda namuslu vatandaşların hakkını koruyamaz hale geldik.

Mertlik, yiğitlik, asillik kavramlarını unuttuk. Ecdadımız, düşmanıyla bile dövüşürken arkadan vurmaz, kalleşlik bilmezdi. Kavgada olduğu gibi, ticarette, siyasette, sosyal hayatta, komşu ilişkilerinde de, aile içinde de ahlaki değerlerimizi erozyona uğrattık

Din adamlarına güvenmiyoruz, çünkü din adamıyım(!) diye ortalıkta dolaşan bir sürü şarlatan var (İstikameti ve yaşantısı düzgün olanlar var tabii ki). Aydınlara güvenmiyoruz zira aydınlarımız, toplum menfaatlerinin değil kendi ikballerinin peşinde. Sanatçılara güvenmiyoruz zira onların tek derdi, magazin basınında boy göstermek, Facebook, Ttwiter ve İnstagram gibi  sosyal medya hesaplarında takipçi derdinde. Hukuk adamlarına güvenmiyoruz, zira bir gün heykeli dikilecek kadar sevilenler ertesi gün vatan haini olabiliyor. Öğretmene güvenemiyoruz, çünkü öğretmene verilen müfredat öğrenciye ahlak, terbiye, saygı öğretmekten çok iyi liseye, Üniversiteye nasıl gidilir derdinde.

Dün dinin tavsiye ettiği tesettürleriyle iffetli, vakarlı duruş ve tavırlarıyla örnek olan hanımların yerine öylesine örtüleriyle yabancı erkeklerden sakınmayan, olması gereken vakar ve ciddiyetten uzak, laubali hal ve davranışlarıyla her ortamda boy gösteren sözde mesture hanımlar türedi günümüzde.

Toplumumuz dedikoducu, yalancı, röntgenci, bana neci, duyarsız, ruhsuz tepkisini kendi çıkarları söz konusu olduğunda ortaya koyan, haksızlığa karşı duruş sergilemek yerine “oh olsun!” diyen bir toplum oldu.

Sokağa çıkıp bakıyoruz kimsenin yüzü gülmüyor. Sanki insanlar her an kavga edecekmiş gibi yumrukları sıkılı geziyor. Suratları asık, görüntüleri korkunç...

Siyasilerimiz ise, toplumu bu konulardan kurtarmak yerine “bana oy gelsin   yeniden seçileyim de hırsızmış, sapıkmış, katilmiş, mafya babasıymış fark etmez” halinde.

Deyim yerindeyse, hepimiz gün boyu ateşle meşgulüz. Başkalarının hayatıyla çok kolay oynuyoruz. Can yakmaktan sakınmayanların sayısı sürekli artıyor.

Sahi gidişat nereye? Bizi biz yapan örf adetlerimize ne oldu? Nerede yitirdik o herkesin gıpta ile hayranlıkla seyrettiği o güzel hasletlerimizi, o nezih hal ve davranışlarımızı? Kimler çarptı, kimler çaldı o pak temiz meziyetlerimizi, güzelliklerimizi? Bizi bu hale kim ya da kimler getirdi?  Bunun cevabı elbette tek cümleyle verilecek kadar basit değil.

 Ülkemizde en önemli sorun   güven duygusunun kaybolması. İnsanların artık eskisi kadar birbirlerine güvenmemesi.

Daha neler neler. Yazacak çok şey var ama..

Türkler tüm dünyada hoşgörüsü, misafirperverliği, sıcaklığı ile tanınan, kadına verdiği değer ile anılan büyüklere saygısı, küçüklere sevgisi ile bilinen “emin bir millet” değil miydi?  Peki bize ne oldu böyle? Bütün güzel hasletlerimiz yavaş yavaş kaybolmakta.

Manzara vahim. “Nasıl toparlanırız?” sorusuna, acilen cevap bulmalı birileri. Sosyal bilimciler, psikologlar, din alimleri, bilim adamları, toplumun kanaat önderleri ve yöneticiler bir araya gelip bu toplumu yeniden inşa etmenin ortak paydasının bulmalıdırlar..

Geline halimizi Arif Nihat Asya’nın  “Bize bir nazar oldu” şiiri ile  özetleyelim:

Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu
Ne olduysa hep bize azar, azar oldu

Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız
Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız
Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık
Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz

Yaklaştıkça her sene öz yurdumda yılbaşı
Yapılır milletime Frenkçe sahte aşı
Buna ağlar ağacı hem toprağı, taşı
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz

Sen Hıristiyan mısın? Diye sorsan darılır
Yılbaşında hindi kaz yemesine bayılır
Çam deviren hindi ki nasıl mümin sayılır
Bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz

Kurbağa misali “ılık suda haşlanıyoruz” farkında değiliz. Uyuşukluğu ve gevşekliği bırakıp yaratılış fıtratımıza yani  kendi özümüze  dönüş vakti geldi geçmek üzere.

Baki Selamlar.