Modern zamanlarda, küreselleşmenin ve görsel kültürün etkisiyle, örtünme ötekileştirilirken bedenin teşhiri adeta teşvik edilen bir norm haline geldi. "Beden benim, kime ne? Bu benim özgürlük alanım, mülkiyeti de bana ait," düşüncesiyle akıl, zihin ve idrak adeta felç edilmiş durumda. Bu yaklaşımın temelinde, insan ile yaratıcısı arasındaki emanet sözleşmesine uyulmaması yatmaktadır.

Bilindiği gibi, örtünme fıtri, yani insanın doğuştan gelen ilahi bir yazılımına işlenmiş bir özelliktir. Bu yazılımda mahremiyet, edep ve hayâ "iyi ve doğru" olarak kodlanırken, teşhircilik ve mahremiyeti terk etmek "kötü ve yanlış" olarak değerler hafızamıza kaydedilmiştir.

Aslında örtünme, birçok uygarlıkta fıtri bir özellik olarak karşımıza çıkar. Bundan yüz yıl öncesine kadar Yahudi ve Hristiyan kadınlar da örtülüydü. İnsanlık tarihine baktığımızda, ademiyetten insaniyete doğru ilerleyen süreçte, insanın ilk keşfettiği fıtri olgulardan biri örtünmedir.

Örtünme sadece kadınlar için değil, erkekler için de bir vecibedir. Örtünmeyi yalnızca giysi veya fiziksel görünümle sınırlandırmak, bu konuyu dar bir çerçevede ele almaktır. Örtünmeyi yaratılışın gayesi ve varoluşun hikmeti üzerinden değerlendirdiğimizde, bize yüklenen ilahi programa uygun bir davranış sergilemiş oluruz. Bu şekilde, Allah ile yaptığımız şehadet sözleşmesine sadık kalır ve kendi nazarımızın, en büyük Nazır'ın nazarı karşısında bir hiç olduğunu idrak ederiz.

Bu vecibeyi yerine getirirken, en değerli elbisemizin "takva elbisesi" olduğunu unutmamalıyız. Zira takva elbisesi, Allah’a olan yakınlığımızın ve kulluğumuzun en açık göstergesidir.

Günümüzde sokaklarda ve ekranlarda sıkça duyduğumuz “Beden benim mülkümdür, ister teşhir ederim, ister etmem. Bu benim hayatım,” ifadeleri, özellikle gençler arasında yaygın hale geldi. Bu sözler, insanın kendisine emanet edilen bedene yönelik sorumluluğunu ve emanete riayet sözleşmesini içselleştiremediğini gösteriyor. Oysa başkasını öldürmek nasıl yasaksa, insanın kendisine zarar vermesi de yasaktır. Bedenin bir mal gibi teşhir edilmesi ya da sömürülmesine izin verilmesi de aynı şekilde haramdır.

Örtünmede hayâ ile hayat buluruz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Hayâ imandan bir şubedir” buyurmuştur (Müslim, Îmân, 58; Nesâî, Îmân, 16). Ancak hayâyı yalnızca "utanmak" olarak düşünmek yetersizdir. Hayâ, insanın kendisine ve çevresine olan saygısının, Yaradan'a olan bağlılığının bir tezahürüdür.

Mehmet Akif Ersoy’un şu dizeleri, hayânın kaybolduğu zamanlarda nelerin eksildiğini çok güzel ifade eder:

“Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde

Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde.”

Örtünme, Allah’a karşı derin bir hürmetin ve teslimiyetin ifadesidir. Neden örtündüğümüzü anlamak, fıtratın gereği olan bu davranışı daha anlamlı kılar. Allah’ın kemal sıfatıyla birlikte cemal sıfatı da örtünmeyle tecelli eder.

Bu bağlamda, Prof. Dr. Mehmet Görmez’in “İslam’da Örtünmenin Felsefesi ve Yeniden Temellendirmesi” makalesini bir başvuru kaynağı olarak okumanızı tavsiye ederiz.

Son olarak gerçek özgürlük, heva ve arzulara boyun eğmek ya da kalabalığa uymak değil, Allah’a gerçek bir kul olabilmektir.

Selam ve dua ile...