Hoca’mızın yakından müşahede ettiğim bir yapısı daha vardı ki, seçim gezilerinde meydanda bulunan 10 bin kişi ile 50 kişi onun için hiç fark etmiyordu. O, 50 kişiye de, 10 bin kişiye verdiği değeri veriyor ve Milli Görüş davasını teferruatıyla anlatmadan geçip gitmiyordu.

Günün birinde mesleğe yeni başlamış bir gazeteci olarak, Erbakan Hoca’mızın Ankara’da yaptığı bir basın toplantısına iştirak etmiştim. Ulusal gazete ve TV lerin bütün ünlü yazar ve muhabirleri orada idi. Basın toplantısından sonra kendisine yöneltilen soruları cevaplandırdı. Soru-cevap kısmında bazı gazetecilerin yönelttiği gayri ciddi ve alaycı soruları bile ciddiye alıyor ve bütün gücü ile basın mensuplarını ikna etmeye çalışıyordu. Ben de elimi kaldırarak soru yöneltmek üzere söz istedim. Hoca’mız bana ismimi ve hangi gazeteden olduğumu sordu. Konya’da yayın yapan Türkiye’de Yarın gazetesinden deyince “Milli Görüşçü gazeteci sor bakalım” dedi. Bütün ciddiyetimle ve edebimle soruyu yöneltince de teşekkür ederek, diğer ulusal gazetecilerin sorularına verdiği aynı önemle cevabını ayrıntılı olarak verdi. Hoca’mızın bu tavrı, kendime güvenimi arttırdı ve gazetecilik mesleğini daha da çok severek yapmamı sağladı.

Yılını tam olarak hatırlamıyorum. 1977 veya 1978 yıllarından biriydi. MSP Gençlik Teşkilatında canla başla çalışıyordum. Bir gün partide yetkili bir ağabey, Erbakan Hoca’mızın Ankara’da özel bir eğitim semineri olacağını ve istersem benim de katılabileceğimi söyleyince bu fırsatı kaçırmak istemedim. Konya’dan bir grup arkadaşla birlikte özel otobüsle Ankara’ya giderek söz konusu seminere katıldık.

Seminer, yanlış hatırlamıyorsam Yeni Mahalle’de Özelif Kültür Merkezi olarak adlandırılan partiye ait bir binada yapılmış ve 3 gün sürmüştü. İlk 2 gün, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Yasin Hatiboğlu ve daha ismini hatırlayamadığım bazı parti yöneticilerinin Milli Görüş’ü anlatması ile geçti. Son gün ise Erbakan Hoca’mızın enfes anlatımını dinleme fırsatı bulduk. Saatlerce süren konuşmasına rağmen dinleyicileri hiç sıkmadan, dikkatleri dağıtmadan, katılımcıları hayretler içerisinde bırakan şahane yorumları, fevkalâde tahlilleri ile anlattıklarını da beyinlerimize nakşederek unutulmaz bir ziyafet vermişti. Bundan sonra Erbakan Hoca’mızın çok ağırlık verdiği bu gibi eğitim seminerlerine zaman zaman katılmıştım. Her birinden aldığım zevki nasıl tarif edebilirim ki?

Yine aynı yıllarda Mehmet Zâhid Kotku Hoca Efendiyi ziyaret ve doyumsuz sohbetlerini dinlemek için sık sık İstanbul’a İskender Paşa Camiine gidiyorduk. Hoca Efendi’nin o güzelim sohbetlerini dinledikten sonra mübarek elini öper, hayır dualarını almak isterdik. Bu ziyaretlerimiz esnasında bazı günler Erbakan Hoca’mızla da karşılaşır, onun da Hoca Efendi’yi ziyarete geldiğini, sohbetini dinlediğini görürdüm. Bir defasında sohbetin en başından itibaren Erbakan Hoca’nın yakınında oturmuş ve onun Hoca Efendi’nin yanında nasıl davrandığını görmek için pürdikkat takip etmiştim.

Erbakan  Hoca’mızın, Hoca Efendinin huzurunda başında beyaz takkesiyle, sohbetin başından sonuna kadar diz üstü oturumunu hiç değiştirmeden, önüne eğik vaziyetteki başını hiç kaldırmadan, büyük bir edeple ve huşû içinde durup dinlediğini ve Hoca Efendi’ye büyük bir hürmet edası içinde olduğunu bizzat görmüş ve Başbakan Yardımcısı olan bu zatın bu davranışı beni son derece etkilemişti. 

Bu tarihler arasındaki günler, aynı minval üzere sürüp giderken 12 Eylül 1980 gününün sabahı, askeri darbenin sesleri eşliğinde uyandık. Erbakan Hoca’mızın Parti yöneticileri ve milletvekilleri ile birlikte gözaltına alındığı, aynı yıllarda bizim de evimizin basılarak bazı dinî yayınların toplanıp götürüldüğü ve babamın da gözaltına alınarak hapis günlerinin başladığı, İslami faaliyet yapan dernek ve vakıf yöneticilerinin de derdest edildiği sıkıntılı günler başlamıştı. Erbakan Hoca’mız 1 yılı aşkın bir süre hapiste tutulmuş, “İslami devlet kurma” suçlaması ile yargılanmış ve sonunda berat ederek serbest kalmıştı.

Aynı yıllarda Tahir Büyükkörükçü Hoca’mızda aynı davadan yargılanmış ve Erbakan Hoca’mızla aynı yerde hapis hayatı yaşamış olduğu için, merhum bu iki zatın siyaset arkadaşlığından sonra kader arkadaşlıkları da vuku bulmuştu.  

Bu sıkıntılı günler birkaç yıl devam ettikten sonra sona ermişti. Erbakan Hoca’mızın siyaset yasağı devam ederken bu defa Milli Görüş’ün üçüncü partisi olan Refah Partisi kurulmuştu. Hoca’mızın daha sonraki yıllarda siyaset yasağı kalkınca Partinin başına geçti ve olanca gücü ile azminden ve heyecanından hiçbir şey kaybetmeden kaldığı yerden faaliyetlere devam etti.

Refah döneminde, ESAM’ın Nevşehir’de düzenlediği bir eğitim seminerine Konya’dan bir grup arkadaşımızla birlikte katılmış ve 5 gün boyunca Erbakan Hoca’mızla birlikte olmuştuk. Sabahın erken saatinde yapılan kahvaltının ardından seminere geçiyor, yemek ve namaz araları hariç, Hoca’mızın kuş dilini terk ederek yaptığı enfes konuşmalarını dinliyorduk. Hoca’mızla 5 gün boyunca beraber olmuş, beraber yemek yemiş, beraber namaz kılmış ve gece geç vakitlere kadar özel sohbetlerinde bulunma imkânı yakalamıştım.

Nevşehir’de katıldığım Eğitim Semineri daha önce katıldığım eğitim seminerlerine nazaran hem daha çok kapsamlı, hem daha uzun, hem de çok daha fazla doyurucu mahiyette idi. Burada Erbakan Hoca’mızla daha fazla zaman geçirme imkânımız olmuş, onu çok daha fazla yakından tanıma şansını bulmuştum. Erbakan Hoca’mız namaz ve yemek araları haricinde sabahtan akşama kadar ayakta konuşuyor, ayrıca yatsı namazları kılındıktan sonra bu yorgunluğunun üzerine yurt içi ve yurt dışından gelen heyetlerle özel görüşmeler yapıyordu. Bazen de, seminere katılanlarla küçük gruplar halinde bir araya geliyor, onlara Milli Görüş davası yanında, siyonizmin Müslümanlara uyguladığı zulmü ve hedefini örneklerle açıklıyordu. Bıkmadan, yılmadan, usanmadan ve yorgunluk nedir bilmeden gecenin geç saatlerine kadar davasını anlatıyor, anlatıyordu. Bunca yorgunluğuna rağmen 4-5 saatlik bir uyku ile yetiniyor ve sabah erken saatten itibaren yine aynı tempoda çalışmaya devam ediyordu.

Bu seminerlerde Hoca’mız kendi tabiriyle kuş diliyle değil, ana diliyle konuştuğu yani tamamen İslâm’ı anlattığı için sesinin kaydedilmesini yasaklıyor ancak not tutmaya izin veriyordu. Benim eskiden beri, oldukça hızlı not tutma ve konuşmacının hiçbir cümlesini kaçırmadan yazabilme becerim vardı. Burada da böyle yaptım. Hoca’mızın bütün konuşmalarını eksiksiz, yazılı olarak kaydettim. Dönünce o notları düzenli bir şekilde tekrar yazdım. Parti yetkililerimiz tuttuğum notları görünce çok beğendiler, onları ezberlememi ve parti yöneticilerine aktarmamı istediler.

Bir gün Konya teşkilatının bütün yönetiminin, yan kuruluşları temsilcilerinin ve milletvekillerinin katıldığı kalabalık bir gruba, bunları sözlü olarak aktardım. Daha sonra, İl Başkanımız bana, Konya teşkilâtının Başöğretmeni olarak görevlendirildiğimi ve bütün ilçelerde bu konuyu parti yöneticilerine aktaracağımı ama daha önce hemen ertesi gün Ankara’da yapılacak olan Başöğretmenler toplantısına katılmam gerektiğini söyledi.

Ertesi gün Ankara’daki toplantıya katılmak üzere, Genel Merkez toplantı salonuna gittim. Bütün illerden gelen başöğretmenler orada idi. Kısa bir beklemeden sonra Erbakan Hoca’mız salona girdi, selam verdi. Kısa bir açış konuşması yaptıktan sonra alfabetik sıraya göre bütün illerin başöğretmenleri ile tek tek görüşmeye ve o güne kadar yapılan faaliyetler hakkında bilgi almaya başladı. Herkes tek tek ayağa kalkıyor, faaliyet dosyasını Hoca’mıza takdim ediyor ve çalışması hakkında bilgi veriyordu. Yeterli çalışma yapmayan ve faaliyet dosyası olmayanlar Hoca’mızdan yedikleri fırçanın etkisiyle neye uğradığını şaşırıyorlardı. Esasen bu kişiler, yenilen fırçadan ziyade, görevi eksik yapmanın mahcubiyetinden ayakta kıpkırmızı kesiliyor, başı önünde eğik vaziyette beklemekten başka bir şey yapamıyordu.

Ben de görevi bir gün önce almış ve hiçbir hazırlığım olmadığı halde toplantıya katılmıştım. Kendimce görevi yeni aldığımı söyleyip kurtulacaktım. Sıra Konya’ya gelince ayağa kalktım. Hocam faaliyet dosyasını isteyerek, ne gibi çalışmalar yaptığımızı sordu. Ben planladığım gibi; “Hocam ben görevi henüz dün aldım. Onun için hiçbir faaliyetim ve dosyam mevcut değil, hazırlıksız geldim”  dedim. Erbakan Hoca’mdan “peki otur gelecek toplantıya kadar hazırlıklı gelirsin” demesini beklerken “dünden bugüne 24 saat geçti, 24 saat çok uzun bir süre, bu süre zarfında hiçbir hazırlık yapmadın mı?” sözlerini duyunca verecek bir cevap bulamadım ve başım önüne eğik vaziyette kalakaldım. 

Bu dönem Refah Partisinin 1991 seçimlerinde MHP ile ittifak yaparak TBMM de grup oluşturduğu dönemdi. İttifak görüşmelerinin yapıldığı günlerde her hafta Ankara’ya gittiğim için, Genel Merkeze de uğruyor ve yapılan görüşmelerle ilgili bilgiler ediniyordum. Genel Merkezde çoğu zaman Erbakan Hoca’mızın da elini öpme fırsatı buluyor ve hiç ara vermeden toplantı üstüne toplantı yaparak davasını daima ileri götürme çabasını yakından müşahede ediyordum.

Daha sonra 1995 seçim dönemi geldiğinde bütün teşkilât mensupları, daha önceki çalışmalardan kat kat fazla çalışıyor, ev ev, dükkan dükkan geziliyor, RP nin iktidar olması için herkes canını dişine takıp, hiçbir menfaat gözetmeden büyük bir samimiyetle, sırf Allah rızası için koşuyor, terliyordu.

Konya Teşkilâtında da görev dağılımı yapılmış, bana da Hatip Tespit, Eğitim ve Organize Komitesi Başkanlığı görevi verilmişti. Oluşturduğum komitedeki arkadaşlarımızla birlikte gece gündüz çalışıyor, Refahın başarılı olması için herkes gibi canla başla koşturuyordum. Bir yandan Refahı anlatacak hatiplerin tespitini yapıyor, diğer yandan da hatipler için bir el kitabı hazırlıyordum. Bu çalışmalara seçimlerden 5-6 ay önce başlanmış, yaklaşık 2 aylık bir teşkilât içi faaliyetten sonra gerek hatiplerin tespiti gerekse el kitabının hazırlığı tamamlanmıştı. Daha sonra hatiplerin eğitim çalışmaları yapıldı ve hazır hâle gelince, teşkilât dışında her yerde hatiplerimiz tarafından Refah Partisi anlatılmaya başlandı. Komitemizin bundan sonraki görevi hatiplerin programlarını yapmak ve kimin nerede konuşacağını belirleyerek hatibimizin belirlenen yerde olmasını sağlamaktı.

Bu faaliyetler devam ederken Erbakan Hoca’mız bir gün Konya’ya geldi ve seçim karargâhına da uğrayarak çalışmalar hakkında bilgi aldı. Bütün komite Başkanları yerlerini almış, Hoca’mız tek tek herkesten yapılan çalışmalar hakkında bilgiler alıyor ve bundan sonra ne yapılması gerektiğini anlatıyordu. Sıra bizim komiteye gelince elini öptüm, kendimi tanıttım ve yaptığımız çalışmalar hakkında bilgi verdim. Aynı zamanda bastırdığımız el kitabını da kendisine takdim ettim. Bendenizi dinledi ve kitabı epeyce bir tetkik ettikten sonra bizi motive edecek şu sözleri söyledi : “Allah sizden razı olsun. Çok teşekkür ediyorum. Çok güzel bir çalışma yapmışsınız. Allah çalışmanızın karşılığını versin.” Hoca’mızdan böylesine olumlu sözler duymanın rahatlığı içinde tekrar elini öptüm. Erbakan Hoca’mızdan bu sözleri duymak o kadar hoşuma gitmişti ki, bundan sonra daha büyük bir gayretle çalışma azim ve kararlılığı içine girmiştik.

Erbakan Hoca’mızı daha sonra Başbakan olunca, Konya’dan bir grup arkadaşımızla birlikte ziyaret edip elini öpmüştük. Ben, İl Başkanımızın isteği hatta emriyle, önce İl Kültür Müdürü olarak 28 Şubat’tan sonra da Büyükşehir Belediyesinde Genel Sekreter Yardımcısı olarak görevler yaptım. Belediyedeki görevim esnasında bir çok defa Hoca’mızla yakından görüşmelerimiz oldu. Bunlardan birisi de İstanbul’da düzenlenen Belediyeler fuarı idi. Konya Büyükşehir Belediyesi olarak katıldığımız bu fuarın açılışında Erbakan Hoca’mızda bulunmuş, önce fuarda, sonra da düzenlenen Boğaz gezisinde birlikte olmuştuk. Daha sonra çeşitli açılış ve törenlerde birçok defa birlikte olma imkânımız olmuştu.

Biz Erbakan Hoca’mızı candan sevdik ve o sevgimiz hiçbir zaman eksilmedi. “Kişi sevdiği ile beraberdir” Hadis-i Şerifi gereğince; imanına, inancına, ahlâkına, düzgün yaşayışına ve İslâm davası için azimle gayretle çalışmasına yakından şahid olduğumuz Erbakan Hoca’mızla beraber haşrolmayı ve Efendimizin Sancağı altında Cennette beraber olmayı Yüce Allah’tan niyaz ediyorum, ümit ediyorum. Allah Rahmetine gark etsin. Mekânı Cennet olsun…

Erbakan Hocamızın bazı sözleri

*Fırtınalara yön veren kelebeklerin kanat çırpışıdır.

*Namaz dinin direği cihad ise zirvesidir. Biz siyaset değil cihad yapıyoruz.

*Hakk’ı üstün tutmak her zaman saadet getirir.

*Milli Görüş: Bu milletin inancıdır, tarihidir, kimliğidir, ruh köküdür.

*İman varsa imkânda vardır, milli görüşçü asla vazgeçmez.

*Bir çiçekle bahar olmaz ama, her bahar bir çiçekle başlar.

*Kelime-i şehadet getirip iman etmekle her işimiz bitmiyor, tam aksine, kulluk imtihanımız yeni başlıyor. Yani  

  kelime-i şehadet, bir nev’i, Kur’an programıyla yapılan kulluk imtihanına, giriş belgesidir.

*İslami tebligatta muhatabımız istisnasız bütün insanlardır. Öyle ise görüşü ve görüntüsü ne olursa olsun, 

  davamız herkese anlatılmalı, davet her kesime yapılmalıdır. Tebliğ ve davet bizden, hidayet Allah’tandır.

*Cihad: Kur’an nizamını kurmak ve yürütmek için var gücümüzle çalışmaktır.

*İslâm bize ve zamana uymaya mecbur değildir. Ama herkes ve her zaman, İslam’a uymak mecburiyetindedir.

*İtikat ve ilmihal konularını öğrendiği ve bildiği bir kısım ibadetleri yerine getirdiği halde, ticaret, siyaset ve 

  devlet hayatında müşrikler gibi düşünen, olayları batılı ve cahili ölçülerle değerlendiren bir kimse, hakikat 

  nazarında Mümin sayılamaz.

*Cennete girmek için, mutlaka Müslüman olmak gereklidir. Ancak bu dünyada, Adil bir düzenin himayesinde, 

  huzur ve emniyet içinde yaşamak için, sadece “insan” olmak yeterlidir.

*Namaz dinin direği, cihat ise zirvesidir.

*Şeytan, Allah’ın mevcudiyetini ve kudretini bildiği gibi, siyonist yahudi de İslam’ın canının cihat olduğunu 

  bildiği için, bütün gücüyle Müslümanların cihat ruhunu söndürmeye çalışmaktadır.

*Müslüman olmak zaten bu dünyadaki en büyük ayrıcalıktır.

*İster batı, ister doğu, yani ister kapitalizm ister komünizm; hangi sistem olursa olsun artık ahir ömürlerini

  yaşamaktadırlar. Ne yaparsa yapsınlar; hangi oyunları oynarlarsa oynasınlar hepsi yok olup gideceklerdir. Ve

  Allah nurunu onlar istese de istemese de tamamlayacaklardır.

*Ben kesinlikle inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda bütün dünyada en gür sada Hakk’ın ve Hakk’a inananların

  olacaktır.

*Bizlerin yapması gereken yalanla ve çirkinlikle uğraşmak değil, doğru ve güzel olanla uğraşmaktır.

*İslam en yücedir ve ondan yüce hiçbir şey yoktur. Bu geçek, Allah’ın kitabıyla ve Peygamber Hadisleriyle

  hükümleşmiştir.