Asırlardır gezen bir talih kuşu,
Kanadı ipek tüylerle kaplı rengarenk,
Kuşlar içinde ışığı parlayan,
Kime dokunsa sihir gibi efsunlayan.
Kimin başına konar bu devlet kuşu,
Kime gider, kime yönelir?
Kimle ilgi alaka kurar?
Kimin ihtiyacını ne şekilde sunar?
Kimin omuzuna konar da yüzü güler?
Kimin saçlarını okşar da umut serper?
Kime “Nasılsın” diye seslenir?
Kimin yüreğine su serper?
Kimine güzel hissettirir?
Kimine umut, kimine ışık olur?
Âma’nın eline verilen baston,
Bekçi köpeğinin önüne atılan bir parça pay,
Gariban köşesinde bekleyene sıcak bir çorba,
Çiçeği soldurmayan beklenen güneş,
Gecenin gündüze, gündüzün geceye teslimiyeti,
Uyumayan göze uykuluk,
Yuvasında aç bekleyen yavru kuşa yem,
Yürümeyi öğrenen bebeğe bir el,
Sokakta yaşayana sıcak bir yatak,
Hastalığa duçar olana şifa umudu,
Mührünü vurur, gönüllerin ülfetine,
Hayata küsene ümit veren.
Anka kuşu, arada bize de uğrasan,
Bir tebessüm etsen,
Hayatım Kasım’a girdi…
Benzim sarardı,
Ama usanmadan her zaman gelsen,
Ne iyi edersin…
Git desem de sana,
Gitme sen!..
Kışa dönmeden baharım,
Hazan dökmeden yapraklarım,
Küle dönmeden sen,
Kanadın kırık olsa da,
Tek tüyün kalsa da, yine gel!
Yeter ki gel!..
Gitme sen!
Birlikte dökelim, son kalan tüy ve yapraklarımızı,
Getir artık istediğim teselliyi,
Yeter ki dokun,
Yine coşsun suskun şiirlerim…
Hadi, başlasın can şenliğim…