Geçen haftaki yazımızda Kudüs ve Filistin konusunda yeis ve karamsarlığın girdabında yuvarlanmamızın ne Kudüs’te ne de Filistin’de yaşanan dramı katmerleştirmekten başka bir işe yaramadığını vurgulamıştık.

İman varsa imkân vardır anlayışıyla çaresiz olmadığımızı ve çarenin bizde olduğundan söz etmiştik.

Bu yazımızda Müslümanlar olarak Kudüs ve Filistin meselesinde neler yaparsak yangına gagası ile su taşıyan kuş misali ateşi söndürebiliriz, sorusuna cevap arayacağız.

Önce şu tespiti yapalım. Kudüs ve Filistin’deki yangını tarif ve tasviri açısından aramızda görüş ayrılığı yok. Yine Kudüs ve Filistin’in kutsallığı ve mübarek olması bağlamında hiçbir Müslümanın şüphesi bulunmuyor.

Esas mesele, sorunun çözümü konusunda ne yapmalıyız sorusunda düğümleniyor? Eğer, slogandan öte geçemez isek havanda su döğeriz. İsrail’de yoluna devam eder. Onlar niçin başarılı oldu? Bizim eksiğimiz nedir? Sorularına cevap ararsak önemli bir adım atmış oluruz. Hayal kurmanın ve slogan atmanın da ötesine geçmiş oluruz.

Bir başka gerçek ise bugün yaşananlar İslam ümmetinin tembelliği, vurdumduymazlığı ve de parçalanmışlığından kaynaklanmaktadır.

Dünyada başarılı olmanın kuralları var. Yahudiler de bu kurallara uyarak başarılı oldular. Belki, İsrail için her şey mubah olabilir. Ama bizim inancımızdan gelen ilkelerimiz var. İlkeler ise bizim varlık sebebimizdir.

Aliya İzzet Begoviç’in şu sözlerinde söz konusu ilkeleri görebiliyoruz:

Bir gün askerlerden biri gelip kendisine “onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigâne kalmamalıyız” dediğinde, Aliya çok veciz bir şey söylüyor “Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.”

"Biz savaşı öldüğümüz zaman değil, düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz."

Yahudilerin İsrail için nasıl bir adanmışlıkla çalıştıklarına dair örnekler çoktur.

İbranicenin 20.yy kadar yalnız bir ibadet dili olduğunu biliyor muydunuz?

İbraniceyi küllerinden ortaya çıkaran, bir dil, bir hayat, bir insan ve bir adam özellikleriyle ismi tarihe geçen Elizer Ben Yehuda’dır.

Dünya üzerinde 20 milyon insan İbranice konuşabiliyorsa, bunun arkasında ölü bir dili dirilten Elizer Ben Yehuda’nın olduğunu biliyoruz. Onun bu gayretinden bizim de bir ders çıkartmamız gerekir. Filistin’de öldüğünde (1922) daha İsrail Devleti kurulmamıştı.

Bir başka örnek, Birleşmiş Milletler Genel Kurul’unda 29 Kasım 1947 ‘tarihinde yapılan Filistin’in Yahudiler ve Araplar arasındaki taksim oylamasıdır. Oylama tutanağına göre Türkiye dâhil 13 ülke “Hayır” derken, ABD ve SSCB dâhil 33 ülke “Evet” oyu kullanmıştır.

Aralarında İngiltere dâhil 10 ülke ise “Çekimser” kalmıştır.

Dikkat çekici olan, ”Evet” diyen Filistin ile hiç ilgisi olmayan Peru, Dominik, Paraguay gibi ülkelerdir. Bu “Evet” demenin karşılığını borçlarının silinmesi, rüşvet, yatırım ya da tehdit edilmek şeklinde İsrail lobisinden almışlardır.

İbn-i Haldun ne kadar haklı. Dün yaşanılanlar bugüne ne kadar benziyor. “Suyun suya benzediği gibi mazi ve gelecek de birbirine benzer” der İbn Haldûn.

“Kudüs Müslümanlarındır!” Sözünün içine doldurmak için şunları yapmamız tavsiye ediliyor:

1.İnsan kalitemizi yükseltmemiz gerekir. Dil bilen, tarih bilen, dünyayı tanıyan, kültürlü, varlık şuuruna erişmiş, ahiret ve sorumluluk bilincine sahip gayret kuşağını sahip insanlarımızın sayısını artırmaya odaklanmak.

Gezip tozan, ezen ve azan ve hazın ve hızın esiri olan, dünyadan habersiz kişilerle Kudüs’teki ve Filistin’deki gözyaşı dinmez.

2.Bizim sorumluluğumuz seferdir. Zafer Allah’ın takdiridir. Çalışmamızı başarı odaklı ve karşılığına hayattaki görmek gibi bir eksene oturtmak da yanlıştır Belki de bizim ümmet olarak düşüşe geçtiğimiz dönemdir. Belki de bizden sonraki nesiller o zafer neşesini hissedecekler. Elbette, Allah nurunu tamamlayacaktır. Biz çaba ile mükellefiz.

3.Bir önemli görevimiz de Kudüs ve Filistin Yönetimi Müslüman milletlere verilecek olursa buna donanım olarak ve olgunluk olarak hazır olabilmemizdir.

Şu anda Kudüs-Filistin “Haydi! Sıra sizde siz yönetim ”denirse buna hazır mıyız?

Ne acı ki, hayır diyeceğiz. İslam ülkelerinin de birbirlerine diş bilediği, kanlı-bıçaklı olduğunu, mazlum ve masumların seslerine kulak tıkadığını görünce ve aralarında kıyasıya bir rekabet olduğunu bilince de öncü olmaya hazır olamadığımız gerçeğini kabulleniriz.

Herhalde” Şarkın Sultanı” Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethedebilmesi için yaklaşık 20 sene beklediği gibi bizim de beklememiz gerekecek. Aramızdaki ayrılıklar gidecek, gerçek kardeşlik sağlanacak.

O zaman, “Zafer İnananlarındır ve Zafer Yakındır!” Sözü hayata geçecek.

İnşallah.

Selam ve dua ile..