Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in torunu Hazreti Hasan radıyallahu anh, üvey dayısı Hind bin Ebi Hale’ye Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hilyesini sorarken, içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi şu sözleriyle dile getirmiştir: “Dayım Hind bin Ebi Hale, Allah Rasulü’nün hilyesini çok güzel anlatırdı. Kalbimin O’na bağlı kalması ve O’nun izinden gidebilmem için, dayımın Allah Rasulü’nden bir şeyler anlatması, benim çok hoşuma giderdi.” (Tirmizî, Şemâil, s. 10)

Bu söz de, fiilen rabıtayı ifade etmektedir. Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in tasvirini dinlemek, O’nunla kalbi bir bağ kurmak için en feyizli vesilelerden biridir. Rabıtanın lügat manası, bağ ve alakadır. Bu yönüyle esasen kainatta rabıtasız hiçbir canlı yoktur. Her şey birbiriyle irtibat halindedir. Bir annenin oğlu askere gittiğinde, anne hep oğlunu düşünür. Bir yemek pişirdiğinde; “Ah, oğlum bunu severdi.” der. Veya bir delikanlı nişanlandığında, müstakbel zevcesini düşünmeden duramaz. Güzel bir manzarayla karşılaşsa; “Nişanlım da bu manzarayı görseydi.” diye içinden geçirir. Önüne leziz bir yemek gelse; “Sevdiğim de, bu yemeği yeseydi.” diye düşünür. Yani dünyevi ve fani şeylerde bile böylesine tabii bir muhabbet bağı varken, maneviyatta bu bağın olmaması düşünülemez. Bilakis manevi hal yükseldikçe, gönüllerdeki muhabbet bağının, yani rabıtanın da kuvveti artar.

Bundan dolayıdır ki sahabeyi kiram, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e samimiyetle; “Canım, malım, her şeyim Sana feda olsun ya Rasulallah!” diyebilmekten, büyük bir haz ve lezzet almışlardır. Allah ve Rasulü’nün yolunda her şeylerini feda etmeyi, canlarına minnet bilmişlerdir. Rabıtanın en zirve tezahürünü, Hazreti Ebubekir radıyallahu anh’ın Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e olan muhabbetinde görmekteyiz. Bu kalbi irtibatın bereketiyledir ki o mübarek sahabi, nebevi sır, hikmet ve hakikatleri idrak hususunda ashabın en güzidesi olmuştur.

Tasavvuftaki rabıta da, kamil bir mürşide duyulan muhabbeti daima gönülde taze tutarak onun salih amellerini ve güzel hallerini taklide çalışmaktır. Mürşide duyulan hürmet ve muhabbetin bu suretle daima taze tutulması, müride manevi bir dirilik kazandırır. Zira salih zatların sohbeti kadar muhabbeti de tesirli ve faydalıdır. Muhabbet ve ülfet, iki kalp arasında bir cereyan hattıdır. Bu hat ne kadar kuvvetli olursa, mürşid den müride o kadar çok hal sirayet eder. Rivayete göre, büyük veli Bahaüddin Nakşibend Hazretleri, Şehrisebz’deki bağda bir dut ağacına yaslanmıştı. Yıllar sonra bunu öğrenen Ubeydullah Ahrar Hazretleri o bağı satın almış ve zaman zaman o ağacı seyretmeye gitmiştir. Bu hal, bir müridin, şeyhinin şeyhine karşı duyduğu muhabbetin hayranlık uyandıran bir tezahürüdür.

Manevi ilerleme için muhabbet zaruridir. Zira mürid, mürşidinin davranışlarını taklid etmek ve onun manevi halini kendi üzerine yansıtabilmek için onunla kalbi bir irtibat halinde olmak durumundadır. Bunun yolu da muhabbettir. Çünkü ancak seven kişi sevdiğini taklid eder ve ona benzemek ister.

Rabıta yoluyla, mürşidle mürid arasında gerçekleşen hal transferi, mürid için aynileşme istikametinde bir gelişmeye mazhar olmak demektir. Zira hadisi şerifte: “Kişi sevdiği ile beraberdir...” buyrulmaktadır. (Buhari, Edeb, 96) Tabii ki bu beraberlik, zahiri beraberlikten ziyade, hal ve davranış beraberliği, hissiyat ve fikriyat beraberliği, tavır ve istikamet beraberliğidir. Bu beraberlikleri meydana getirmeyen bir sevginin hakiki olup olmadığı şüphelidir. Rabıta sayesinde mürid, mürşidinin ruhaniyetinden feyz alır, kalbini dünyevi düşüncelerden temizleyerek huzur hâlini muhafaza eder.

Diğer taraftan, gönlünü manevi rehberlere bağlayamayan insanların; “Tabiat boşluk kabul etmez.” hakikati mucibince, gönüllerini nefsani arzulara kaptırması ve süfli rehberlerin peşine takılması da kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple Cenabı Hak, mü’minleri sadık ve salih kullarıyla beraber olmaya teşvik ederek şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)

Hace Ubeydullah Ahrar Hazretleri şöyle buyurur: “Bu ayeti kerimedeki «Beraber olun!» emri, daimi bir surette beraberliği ifade eder. Ayette «beraberlik», mutlak olarak zikredildiğinden, hem fiili, hem de hükmi beraberliği ifade eder. Fiili beraberlik, sadıkların meclisinde kalp huzuruyla fiilen bulunmaktan ibarettir. Hükmi beraberlik ise gıyablarında da onların hallerini tahayyül etmekten ibarettir.”

Demek ki sadık olma yolunda atılacak ilk adım, sadıklarla beraber olmak, yani onlarla muhabbetli bir ünsiyet içinde bulunmaktır. Sadık olmak, bu durumun tabii bir neticesidir. Nitekim; “Üzüm üzüme baka baka kararır.” sözü de, birbirinden inikasla olgunlaşma hakikatinin bir ifadesidir.