Sadece insanların değil, mekânların da bir ruhu vardır. Edirne'den Kars'a kadar yaşadığımız topraklar baştan sona ruhtur. Her bölgesi, bizi millet yapan aziz, tatlı ve acı hatıralarla doludur. Edirne'ye gittiğiniz zaman, sadece Selimiye'nin minarelerini ve kubbesini görmezsiniz. Gönül gözünüz açıksa eğer, Edirne Savunması Günleri'ni de görürsünüz, duyarsınız. Tabyalara çıkarsanız, Edirne Müdafii Mehmet Şükrü Paşa'yla dertleşebilirsiniz. Çatalca'ya bağlı Dağyenice köyünde Alaiye Şehitliği'nin ne işi var, nasıl olmuş, neler yaşanmış, az-çok bilirsiniz, tahmin edersiniz. Özünü ve sözünü yitirmiş olanlar için bunlar elbette abartılı şeylerdir, bir anlam ifade etmez.

Çanakkale, Malazgirt, Çaldıran, Ahlat, Sarıkamış gibi yüzlerce beldemizde aynı ruh, aynı derinlik sizi karşılar. İşte o şahitliklerden biri: ''Hiçbir dünyalık telaş zerresi taşımadan, ölüm hesaplarına kafa yormadan, yalnız vatan aşkı ve imanıyla bu yollarda yürüyen şühedanın nefesi Sarıkamış''ta esen rüzgâra karışmış gibiydi.'' Son olaylar bize bir kez daha gösterdi ki, bu toprakların ruhuna karşı yapılan yıkıcı hamleler bitmeyecek, devam edecek. İnsanları küstürmek için her yol denenecek. Küsen insanın neşesi söner, direnci kırılır, bıkkınlığı artar; nihayetinde yorulur ve pes eder. Gördüğümüz budur: Sadece insanların canına ve malına saldırmadılar, milletin hayatına, vatanın ruhuna da saldırdılar. İsmet Özel, ''insanların başkalarını tahrip etmek üzere hareket etmeleri kendi acizliklerinin, kendi korkularının, kendi çaresizliklerinin bir uzantısıdır'' diyor. Diyoruz. Bir de bu var: ''Birliğin kederi, ayrılığın sefasından daha hayırlıdır.''

İyiliğin tek, kötülüğün çok yolu vardır. Doğru ile yalan gibi. Doğru birdir, yalan bin Mücadele, uslu iyiler ile şımarık kötüler arasındadır. Kısaca, insaflılar ve insafsızlar. Milletimiz, rabbinin hatrına, bazı şeylere sabretmektedir. Sabretmelidir de. Kurban payı dağıtan on altı yaşındaki bir çocuğun defalarca öldürülmesi. Haberleri okuyamamak, görüntülere bakamamak. Bu vahşetin, barbarlığın bir adı yok. Suçluları önümüze dizseler bile, ''şu yaptı'' diyemeyiz. İşlenen cinayet, insandan ve insanlıktan işte bu kadar uzakta. Peki, bu cinnet, bu hırs niçin? Neye karşılık? Kime karşı? Daha önemlisi ve acısı, bir insan bu hale nasıl gelebilir? Geçmişten olumsuz örnekler vermek; haksızlık, ayrımcılık vs, kimsenin suçunu ve yükünü hafifletmez. Vebali ortadan kaldırmaz. Hak-hukuk ancak böyle aranmaz.

Bilinmelidir ki, kötülük, insanı iyi bir yere götürmez. Düşmanlık, sonu olmayan bir acıdır. Kardeşlik ise eskimeyen bir tazelik, hiç dinmeyen bir müzik. İyilik bahsine bir ilave daha yapalım: İyi bir insan olursanız, olmaya çalışırsanız, kimse size dokunmaz diye düşünüyordum. Öyle değilmiş. Asıl, şerlerinden korktukları için, kötü kimselere ilişmiyorlar. Kötüler, iyilerden rahatlar. Burada, iyi kelimesinin yerine Türkiye''yi yazabiliriz. Çünkü ülkemiz, iyilik kapısıdır. İnsanımız, iyiliğin elidir. Türkiye, dünyada en çok insanî yardım / iyilik yapan üçüncü ülkedir. Gayrisafi millî hasıla ölçü alınırsa, birinci. Böyle bir ülkeye / millete kötülük etmek. Türkümüz, ''insanoğlu yaşar mı / kalsa nefesten ayrı'' diyor. Diyelim ki, Türkler, Kürtlerin nefesidir. Sesi ve soluğudur. Sadece son yıllardaki gelişmelere bakılarak bile bunun böyle olduğu rahatlıkla görülebilir. Bazı siyasetçilerin aksi yöndeki çabaları, ''halkını'' düşünmek ve temsil etmekten ziyade, dışarıdan alınmış bir vazifeyi yerine getirmeye benziyor. Dünyanın en sevilmeyen iki ülkesini dost bilmek, saflık gibi kavramlarla açıklanamaz.