Türkiye, geçtiğimiz aylarda büyük bir ölümden döndü. 15 Temmuz gecesi vatan siperini dolduran insanların hakkını ve emeğini gözetmemiz, hatta birkaç adım ileriye taşımamız gerekiyor. Peki, hal böyleyken ne yapıyoruz? Kişisel hesaplaşmaların öne çıktığı bir sürecin içindeyiz. Eskiye ait ne varsa günümüze getiriliyor. Vaktiyle şunu demiştin, bunu yazmıştın, şöyle yapmıştın gibi. Pekala bütün bunlar hakikate nasıl bir katkı sağlar?

Hata, yanlış, kusur, insana mahsustur. Ahiret yurdundan bir oyuncuk olarak elimize verilen dünya devletine niçin gönderildik? Zaman içinde işlerle ve isimlerle ilgili fikrimiz değişebilir. Normaldir bu. Meselenin aslını öğrenmiş, kişilerin gerçek yüzünü görmüşüzdür. Örneğin vefa diyen vefasız, vatan diyen vatansız çıkmıştır. Bizler Müslüman insanlarız, elhamdülillah. Kul hakkını göz ardı edemeyiz. Düşmanlıkta aşırıya gidemeyiz. Kusurları ifşa etmekle, ortaya dökmekle değil, örtmekle yükümlüyüz.

Nihayetinde hainler belli. Evet, kimisi kayıp veya gizli. Buna rağmen suçlular ortada. Adres herkesin malumu. Birbirimizi üzmekten, yormaktan, karalamaktan ziyade, bu karanlık ve kullanışlı yapıya yönelik adımlar atmalıyız. Tehlike hâlâ devam ediyor. İç ve dış tehditler sürüyor. Ordumuz savaşta. Millet ve memleket olarak zorluk derecesi yüksek bir dönemden geçiyoruz. Vatan, bütün kişisel hesapların ve kavgaların üstündedir, önündedir. Neydi en ağır kelime? Vebal. Hiç düşünmeden ortaya atılan isimler, iddialar. Yıllar önce ve hasbelkader yer aldığınız herhangi bir fotoğraf karesine yıkıcı anlamların yüklenmesi. İlişkilerin mahremiyetine kadar kurcalanması. Bazı arkadaşlarımız 'habercilik' diyebilir. Derdimiz başka. Buna rağmen haberciliğin yanına da aynı ağırlığı ekleyelim: Vebal. Bütün çabamız, bunun tekrarlanmasını önlemek yönünde olmalıdır. Yapan, imkân bulunca yine yapar. Hangi grup olursa olsun, gücünü işte buna harcamalıdır. Dikkatini ihanetin engellenmesine vermelidir. Özellikle 'grup' dedim. Artık camia yok, gruplar var. Yani taraflar. İnşallah düzelir. İnancımız gereği asla adaletten ayrılamayız. Ayrılırsak o soylu kimliğimizi kaybederiz. Durduğumuz yer, hakkaniyet olmaz. Bir misal: Filanca siyasetçinin çalıştığı isimlerden biri paralelci çıkmış, tutuklanmış. O siyasetçiyi benimsemiyorsak eğer, bu isim üzerinden istediğimizi yazabiliriz. Peki, herkese yazabiliyor muyuz? Sükût.

Adil olmak ne güzeldir. İnsana kıymet katar.

Paralel yapının dokunmadığı kurum, yanaşmadığı yer, girmediği hâne kalmış mı? Kiminin evladı, kiminin eşi, eniştesi, damadı veya kendisi. Kardeşi, akrabası, arkadaşı. Danışmanı, yaveri, özel kalemi. Buradan yola çıkmak, bizi şuraya götürür mü? Karşımızdakini suçlamadan evvel kendimize bakmalıyız. Düne değil, yarına odaklanmalıyız. Sayın Erdoğan'ın “şu saatten sonra” çıkışı işte bu yüzden önemlidir. Darbeci katillerle şahsiyat yaparak mı mücadele edeceğiz? Suçlu gözümüzün önündeyken cezayı başkalarına mı keseceğiz? Bilemedim, o yüzden soruyorum: Fırsattan istifade etmek, mümince bir davranış mıdır? Söylemek istediğimiz şudur: Tanıdığımız, sevip saydığımız ve evveliyatını bildiğimiz insanların birbirlerini zan altında bırakan cümlelerine şahitlik ediyoruz. Yahut temiz kimselere yapılan itibar suikastlerine. Bütün bunlar mücadeleyi hafifletmek, değişik yönlere çekip etkiyi azaltmak anlamına da geliyor. . .