Geçtiğimiz hafta Çağlayan Adliyesinde Savcı Mehmet Selim Kiraz teröristler tarafından şehit edildi. Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına ve yargı camiasına başsağlığı diliyoruz.

Olay çok tartışıldı. Tartışılmaya da devam edilecek.

En çok güvenlik zafiyeti konusu tartışıldı ve fatura avukatlara kesildi. 

Adliyelerde ciddî bir güvenlik zafiyetinin olduğu doğrudur.

Adliyelerin gerek önünde gerekse içinde olan kavgalar bile güvenlik zafiyetinin ne boyutlarda olduğunu açık seçik gösteriyordu aslında. 

Ama bu zamana kadar Devlet, adliyelerde olan bu tür olayların önüne geçmek için tedbir almadı. Yani facia geliyorum dedi.

Adliyelere silah sokmak hiç de zor değil! Bunun için ne avukat olmaya gerek var ne de hâkim ya da savcı! Ama olayın faturası avukatlara kesildi.

Gerekçe, teröristlerden birinin elinde avukat cübbesi olmasıydı.

Sanki avukatlar adliyeye girerken cübbe giyiyorlar da bu yüzden aranmıyorlar gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Oysa hiçbir avukat, arabasından inince cübbesini giyerek adliyeye girmez. Avukatlar kimlik kartları ile içeri girerler. Tıpkı hâkim ve savcılar gibi.

Nitekim çok geçmeden anlaşıldı ki silahlı terörist sahte kimlikle girmiş.

Ama buna rağmen avukatlar hedef tahtasına oturtuldu.

Hani şu kurt – kuzu hikâyesindeki gibi!

Hikâyeye göre bir kurt ile kuzu aynı dereden su içmektedir. Kuzu aşağıda, kurt yukarıda! Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuş ama bir bahane bulması lâzım:

Kuzuya döner ve “suyumu bulandırıyorsun” der. 

Kuzu itiraz eder: 

“Nasıl olur? Ben aşağıdayım, sen yukarıdasın” diye!

Kurt hata yaptığını anlar ama vazgeçmeye hiç niyeti yoktur.

“Geçen sene bulandırmıştın” der.

Kuzu yine itiraz eder:

“Ben bu senenin kuzusuyum” der.

Kurt vazgeçmeye niyetli değildir. Kuzuyu yemeyi aklına koymuştur bir kere.

“O zaman, geçen sene annen bulandırmıştı” der.

Kuzunun verecek cevabı kalmamıştır.

Hikâyedeki gibi siyasî iktidar avukatları yemeyi, onları itibarsızlaştırmayı, sindirmeyi ve susturmayı kafasına koymuş bir kere.

Çünkü iktidarın icraatlarını yüksek sesle ve sert bir dille eleştirebilen tek meslek grubu avukatlar kaldı.

Susturulmaları gerek!

Savcı olayı iktidarın eline bu fırsatı verdi ve hemen, “teröristler avukat cübbesiyle girmiş” dediler.

Öyle olmadığı anlaşılınca avukat kimliğine döndüler.

Ama kimlik sahteymiş!

Olsun! Yine de avukatlar suçlu.

Ve hemen “cübbeliler” diye avukatları tahkir etmeye başladılar.

Daha savcının cenazesi kalkmadan saldırıya başladılar.

Merak ediyorum; acaba sahte hâkim kimliğiyle girselerdi ne diyeceklerdi?

O zaman da hâkimleri adliyenin önünde kuyruğa dizip üst araması mı yapacaklardı?

Avukatların arasında teröristler yok mu? Var!

Ama hâkim ve savcıların arasında da olabilir.

Zaten bir kısım hâkim ve savcıları paralel yapıdan olmakla, casusluk yapmakla suçlamıyor musunuz?

Peki ya milletvekillerinin arasında terörist yok mu?

PKK'nın vekillerinin eylem yapan teröristlerden farkı ne?

Bunca tartışmanın arasında en doğru sözü Sayın Cemil Çiçek söyledi:

“Gelin her türlü ayırımcılığı kaldıralım. Avukat da, hâkim - savcı da, milletvekili de bu tür yerlere kimliğini göstererek girsin.”dedi.

Sayın Çiçek'e katılıyor ve destekliyorum.

Demokratik ülkelerde bu tür ayırımcılıklara yer olmamalı. Ve milletvekilleri herkese bu konuda örnek olmalı.

Bence de işe oradan başlamak lâzım. 

Tabii amaç kuzu yemek değilse!