Bir zamanlar üç kıtada at koşturan bir millettik. Kuru bir cihangirlik davası değildi; toprak kazanma davası hiç değildi davamız. Nizamı âlem için çarpardı yüreğimiz. Allah'ın adını cihana yaymaktı ülkümüz. Kızıl Elmaydı hedefimiz.

Gittiğimiz yere Allah'ın adaletini götürürdük. Küffara bile adaletle hükmederdik. Cihan bizden öğrenmişti Millet ve Milliyet kavramlarını. Batı bizden öğrenmişti hakkın hukukun adaletin ne olduğunu?

Rahmetli Mehmet Akif'in dediği gibi;

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz,

Gelmişiz Dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.

Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin.

Peki, bugün ne haldeyiz?

Millet ve milliyet kavramlarını değersizleştirdik.

Hak, hukuk gibi kavramlar bizim çıkarlarımıza uygun düştüğü ölçüde bir anlam ifade ediyor.

Sonra adalet yerlerde sürünüyor diye şikâyet ediyoruz.

Hukuksuzluk ve adaletsizliklerden dolayı ya malûm cemaati veya hükümeti suçluyoruz. Ama bunu yaparken neye lâyık isek o şekilde idare edileceğimizi unutuyoruz.

Toplum nasıl ise yöneticilerin de öyle olacağı hiç aklımıza gelmiyor.

Tıpkı süt, kaymak misali!

Bir iki örnek verelim.

Aracınızla yolda giderken bir trafik kazasına şahit oldunuz. Birisi açıkça haksız olduğu halde üste çıkmaya çalışıyor.

Ne yaparsınız?

“Adam sende! Geç git aldırma, belki şahit falan yazdırırlar. Zaten işim gücüm de var” diyerek geçer gider misiniz?

Yoksa durur, haksıza haksız olduğunu söyler, haklı olana ise kartınızı verip, eğer isterse sizi şahit yazdırabileceğini mi söylersiniz?

Ben cevap vereyim:

İkincisini yapanların sayısı son derece azdır.

Ama konuşurken büyük günahlardan sakınmak gerektiğini söyler, yalancı şahitliği de büyük günahlar arasında sayarız.

Yalancı şahitlik neden büyük günahlardandır?

Adaleti saptırdığı için. Kul hakkı yenilmesine vesile olduğu için. Ve biz biliriz ki kul hakkı Allah'ın affetmeyeceği günahlardandır. Yalancı şahitlik de işte bu yüzden büyük günahlardandır.

Pekâlâ, yalancı şahitlik sadece gerçeğe aykırı beyanda bulunmak mıdır?

Gördüğünü görmedim demek yalancı şahitlik değil midir? Susmak yalancı şahitlik değil midir? Gördüğünüz bir olayı görmemiş gibi geçip gittiniz diyelim. Ve haklı olan haklılığını ispat edecek şahit bulamadı. Sonunda mahkeme huzurunda haksız çıktı.

Siz şahitlik yapsaydınız haklılığını ispat edecekti.

Şimdi sizin bu davranışınızın yalancı şahitlikten farkı ne?

Siz, adaletin saptırılmasına susarak, aldırma geç git diyerek katkı sağlamadınız mı?

Kul hakkının yenilmesine katkı vermediniz mi?

Hiç kusura bakmayın!

Gerçeğe aykırı beyanda bulunmak kadar şahitlik yapmaktan kaçınmak da yalancı şahitliktir.

İsterseniz bir empati yapalım:

Haksızlığa uğrayan sizsiniz. Olayı görenler var, şahit yazdırmak istiyorsunuz ama biz görmedik diyorlar.

Ne düşünürsünüz?

Adalet duygularınız incinmez mi?

O zaman, kendimiz için yapılmasını istemediğimizi başkaları için neden yapıyoruz?

Başa dönecek olursak; başkaları adalet ararken kılımızı kıpırdatmazken, kendimiz söz konusu olunca feryat etmeye hakkımız olabilir mi?

Devlete veya bir başkasına kızma hakkımız bulunabilir mi?

Bir başka örnek daha vereyim izninizle!

Arabasını satılığa çıkarak kaç kişi aracının gizli ayıplarını söyler?

Alıcının fark edemeyeceği ayıpları o sormadan söyler misiniz, yoksa susmayı, gizlemeyi mi tercih edersiniz?

Bunun da cevabını vereyim: Söyleyenlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Gerekçemiz de hazırdır: Baktırsaydı!

Peki malınızın ayıbını gizleyerek sattığınız zaman helal paranıza haram karıştırmış olmuyor musunuz?

Kul hakkı ihlâl etmiş olmuyor musunuz?

Pazarda dolaşırken, buğdayın ıslak tarafını çuvalın altına gizleyip kurusunu üste çıkaran satıcıya Allah Resul'ünün (S.A.V.) söylediğini hatırlayalım lütfen:

“Bizi aldatan bizden değildir”.

Mazeret aramayalım. Kafamıza göre fetva almaya çalışmayalım.

Toplumda veya Devlette cereyan eden olumsuzluklardan dolayı başkalarını suçlamadan önce bir öz eleştiri yapalım:

Ne oldu bize sorusunun cevabını önce nefsimizde arayalım.